Modern Aşklar ve Sevgi İsrafı

[color=blue][size=20px][b]Modern Aşklar ve Sevgi İsrafı[/b][/size][/color]

Arkadaşlık vazgeçilmezi olmuş günümüz gençlerinin. Adeta olmazsa olmaz(!)…Karşı cinsle arkadaşlık ciddi bir eksiklik olarak telakkî edilirken, asıl eksikliklerin tespiti arka sıralara sarkmış.

Evlilik öncesi kız ve erkeğin Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nün sunduğu imkânlardan ortaklaşa faydalanarak, beraberce deniz kenarında dolaştıkları, erkeğin denizde taş sektirirken kızında ona bakarak [b]“Hayatımın erkeği”[/b] hülyalarına daldığı zaman içerisindeki süreç ve bu süreçte irtikâb ettikleri çeşitli haram fillerin bütünü olarak adlandırdığımız bu [b]flört[/b]e; genç beyinler iyiden iyiye âşina olmuş ve flörtsüz evliliğin hüsran şubelerinden birinin adresi olduğu gibi bir düşüncenin etrafında pervane…

Evliliğin ancak “[b]flört[/b]” temeline dayanarak kuvvet kazanabileceği tezinde ve tesellisinde…

Sorsanız sizinle bu konuda sabaha kadar tartışabilecek gözü karalığa sahip. [b]“Efendim tanımak şart, tanımadan olmaz…” [/b]

[b]“Tanımak”[/b] derken bile bu üstü kapalı kara kutunun muhteviyatına, kıstas ve kriterlerine hâiz olmaktan çok uzak…

Gençlik heva-ü heveslerinin ve nefsin vermiş olduğu telkinler gayrisinde; yaşça ileri ama fikir yönünden körpecik sayılabilecek bu gencin kıstaslarının ne olmasını bekleyebilirsiniz? Her şeyi genç yaşındaki mantık tabağının ölçüsüyle değerlendiren, dünyadaki yiyecek çeşidini [b]“soğanın cücüğünden”[/b] ibaret zanneden bu fikir manzumesinin tuğlalarıyla sağlam bir [b]“tanıma”[/b]yı nasıl beklersiniz? Ama onlara göre öyle değildir, onlar tanımışlardır(!)…

***

Radyo programında telefonun ucundaki kız, dostu olarak tanıdığı erkeğin kız arkadaşına tecavüz etmesinden dolayı içinde bulunduğu acınası halini anlatmaya çalışıyor. [b]“Flört”[/b] vasıtasıyla çok tanıdığını zannettiği şahıs ve içinde bulunduğu durumun vehâmeti…

Program yapımcısı psikologun [b]“Çok şaşırdınız mı?”[/b] şeklinde, acı durumun tuzu biberi mesabesindeki sorusuna, içinde bulunduğu şoku ifade edemeyişinin acziyetini bildirmekle yetiniyor.

Bu durumumda akıllara gelen ve sorulması gereken soru: [b]“Siz ‘tecavükar mütecaviz’ olarak nitelendirebileceğimiz o şahsın değer yargılarını biliyor muydunuz?”[/b]

Evet, değer yargılarını bilemeden tanımak fiilini icrâ ettiğini zanneden sayın kardeşim, nereye gittiğini bilmediği karanlık ve sisli yola körü körüne dalan üniversiteli arkadaşım, sen nesin? Amacın-inancın ne? Ve kıymet verdiğin değerler karşındaki için ne ifade ediyor?

Türlü türlü saçma-sapan olaylar halkasında, belki de gerçek muhtevasından bihaber olarak ve zerrece nasibi olmadan, ismi [b]“aşk”[/b] olarak koyulan; şehvet ve kör olası nefsi tatminden öte geçmeyen bu basit olaylar hengâmesinin hayatınızda açacağı ve muhtemelen de telafisi mümkün olmayan zararları üzerinde düşündünüz mü? Bu tehlikenin ayak seslerine kulak tıkamak vicdanınızı şimdilik rahatlatıyordur eminim.

***

Gençlerin fıtratında ziyadesiyle olan-olması gereken bu aşkı; [i]Eğitimci-Yazar Sait Çamlıca[/i]’nın deyimiyle “[b]öldürmek[/b]” değil “[b]eğitmek[/b]” amaç olmalıdır. Aşksız genç, pozitif enerjilerini yitirmiş beyin gibidir. Ne var ki bu aşkın sık sık ve zamansız olarak karşı cins birine isabet etmesi bir talihsizliktir.

Yapılan araştırmalar 17 yaşına kadar aynı cinsle olan dostlukların bu süreçten sonra karşı cinse yöneldiğini söylüyor. Ziyadesiyle bu yaştan sonra başlayan flört mefhumu, gizli buluşmalar vs. şeylerle sürüyor. Bu buluşmalarda ve buluşmalardan sonra “[b]sinirsel tansiyon[/b]” artar. Ruhi bir huzursuzluk ve cinsel öfke… Flört yapan kızlardan ve erkeklerden bazıları bu “[b]sinirsel tansiyon[/b]”a dayanamaz ve içgüdüsel [i](nefsî)[/i] arzularına uymak suretiyle ahlak kurallarını unuturlar ve iş işten geçtikten sonra hayatları boyunca etkisinden kurtulamayacakları pişmanlık duygusunun pençesinde kıvranırlar. İşte bu durum [b]Kur’an-ı Kerîm[/b]’in “[b]Şeytanın zehirli oklarından bir oktur…[/b]” buyurduğu okun, zehirlerinin bir neticesidir. İçtiği zehirden adeta şifâ umarcasına kâseyi tepesine dikerek, tekrar tekrar buluşan kız ve erkek; bu ölçü doğrultusunda ilişkilerini kuvvetlendirip rahata kavuşabileceklerini sanırlar. Tek kelimeyle aldanırlar! İrtikâb ettikleri bu gayr-i meşru fiilin sonunu getiremez ve batmaya yüz tutmuş olan evlilik bağından yoksun bu gemi, ara ara patlak vermek suretiyle mahkum olduğu nihayete doğru yol alır.

[b]Yahya Kemâl[/b]’in tabiriyle Artık demir alma vakti gelmiştir bu limandan ama bir farkla… Şiirde meçhûle giden geminin gittiği doğrultu artık “[b]meçhullükten[/b]” kurtulmuştur.

Çok geçmez aşka susamış (!) beyinler yeni bir arayışın içinde bulur kendini. Sonra bir diğeri, bir diğeri vs…

Peki tüm bunlar olurken, konuda da esas vurgulamak istediğimiz nokta olan ve acımasızca heder edip kullandığımız “[b]sevgi[/b]” kavramının sisteminde bir işleyiş bozukluğu yapabileceğini hiç düşündünüz mü? Kendimizce “[b]aşk[/b]” olarak nitelendirdiğimiz ama esas olarak gereken kişiye karşı olan aşkın kuvvetini emip sömüren tüm bunların bir “[b]sevgi israfı[/b]” niteliğinde olabileceğini aklınıza getirdiniz mi?

“[b]Sevginin de israfı mı olur?[/b]” demeyin! Akıp giden sudan fazlaca kullanılan suyu “[b]israf[/b]” vasfında gören kutsal dinin bu ince düşüncesi böyle düşünmeye sevk etti beni. Bu tür olaylar silsilesinden geçmiş evliliklerdeki sevgi ve güven potansiyelinin az olmasının neticelerinden biri olan “[b]huzursuzluk cereyanı[/b]”nın sebeplerinden birini buna bağlıyorum.

Selam ve sevgiler…

[color=blue][b]Adem YAKUT
bilgicagi.net[/b][/color]