Kanuni Sultan Süleyman
Kanunî Sultan Süleyman devrine şarkiyatçı Ortalon’un söylediği şu sözlerle başlamak istiyoruz: “Sultan Süleyman’ın eserleri bir sıraya konulsa, en alt katta muharebeleri, onun üstünde bıraktığı abideler ve en üstte ise, kurmuş olduğu ilmî ve hukukî müesseseler gelir”.
Yukarıda zikredilen özelliğinden dolayı Osmanlı tarihinde Kanunî; sadece Osmanlı Padişahlarının değil, dünyada görülen hükümdarların en muhteşemlerinden biri olması haysiyetiyle Batı âleminde Le Manifigue (Muhteşem) ve Grand (Büyük); şâirlik mahlası olarak Muhibbî; 13 tane büyük gazâya fiilen iştirâk etmiş olması hasebiyle Gâzî ve diğer Osmanlı Padişahlarına dendiği gibi bazen da Süleyman Şah denen Kânunî Sultân Süleyman, bir rivâyete göre, 900/1494 yılında Hafsa Sultân’dan Trabzon’da dünyaya gelmiştir. 926/1520 yılında ve 26 yaşında Osmanlı tahtına geçen Kanunî, 974/1566 tarihine kadar yani 46 sene Padişahlık yapmıştır.
Kanuni Sultan Süleyman, evvela başına gaile çıkarmak isteyen, babası zamanında Şam Beylerbeyisi olan ve iktidar değişikliğinden istifade ederek Melik Eşref unvanıyla hükümdarlığını ilan eden Canberdi Gazâli’yi 1521’de idam ettirdi. Bu gaileyi bertaraf eden Kanunî, daha sonra meşhur seferlerinden 1. Sefer-i Hümayun’unu Belgrat üzerine yaptı. 1. Macar seferi veya Engürüs seferi de denen bu sefer neticesinde, sırasıyla Böğürdeler (Şabaç), Zemun ve Salankamin kaleleri fethedilmiş ve nihayet daha sonraları Dâr’ül-Cihâd adını alan Belgrat, 927/1521’de fetih olunmuştur. Bu arada Yemen’de fitnelere yol açan İskender adlı şahıs, kendi adamları tarafından öldürülerek, 927/1521 tarihinden itibaren bu beldelerde de Osmanlı Sultanı adına hutbe okunmaya başlanmıştır.
2. Sefer-i hümayununu asırlarca haçlı ordularına karakolluk yapan Rodos ve adalar üzerine düzenlemiş ve 929/1522 yılının sonlarına doğru Bodrum, Tahtalı ve Aydos kaleleriyle birlikte İstanköy, Tömbeki ve Rodos adaları Osmanlı ülkesine katılmıştır. Hıristiyanlığın İslâm âlemine karşı bir kalesi sayılan Rodos’un zabtı, Avrupa’da büyük bir hayret ve teessür uyandırmıştır. Osmanlı orduları adaları fetihle meşgul iken Anadolu’da problemler çıkaran ve Yavuz tarafından Zülkadriye Eyaleti beylerbeyliğine getirilen Şehsuvaroğlu Ali Bey fitnesi de, Ferhat Paşa kumandasında gönderilen ordu ile 929/1522’de bertaraf olunmuştur. Bu arada Mısır’da çıkan cüzî isyanlar da aynı yıl bastırılmış; vefat eden Hayır Bey’in yerine evvela Mustafa Paşa ve sonra da ikinci vezir Ahmed Paşa getirilmiş ve memlekette huzur ve asayiş sağlanmıştır. 930/1523 yılında Şah İsmail’in Sultanı tebrik için elçi gönderdiğini ve aynı yıl kendisinin vefatı üzerine oğlu Tahmasb’ın yerine şah olduğunu da kaydetmek isteriz.
3. Sefer-i hümayun, 2. Engürüs (Macaristan) veya Mohaç seferi olarak da bilinir. Belgrat’ın alınmasından sonra Müslüman Türk akınlarına maruz kalan Macaristan, Hırvatistan, Transilvanya ve Dalmaçya, bu seferle önemli ölçüde Osmanlı topraklarına katılmıştır. 932/1526 tarihinde Tuna nehri üzerinde bulunan Petro Varadin (Petervardin) kalesini fetheden Osmanlı orduları, daha sonra da sırasıyla Sirem muhitindeki kaleleri, İyluk ve beraberindeki on küsur kaleyi ve nihayet Drava nehri kenarındaki Ösek (Eszek) kalesini zapt etmişlerdir. Kazanılan Mohaç zaferinden sonra, 932/1526 yılının Eylül’ünde Macaristan’ın başşehri olan Budin fethedilmiş ve bunu Segedin, Budin’in tam karşısında yer alan Peşte ve benzeri çevre şehirlerin fetihleri takip eylemiştir. İstanbul’a Macaristan fatihi unvanıyla dönen Kanuni, bu seferiyle Orta Avrupa’da dengeyi değiştirmiş ve artık Osmanlı Devleti’nin sınırları Avusturya ve Çekoslovakya’ya dayanmıştır.
Ferdinand’ın tekrar Almanlardan destek alarak Budin’e yürümesi üzerine, 4. Sefer-i Hümayun’unu da Macaristan’a düzenleyen Kanuni, 936/1529 tarihinde Budin’i yeniden Osmanlı hâkimiyetine aldı ve yol üzerindeki Estergon’u ele geçirdikten sonra Ferdinand’ın gizlendiği Viyana’ya doğru yürüdü. Netice alınamayan I. Viyana Muhasarası, Alman ve Macarları tekrar ümitlendirdi.
5. Sefer-i hümayununu yeniden ümitlenen Alman Şarlken ve Macar Ferdinand üzerine yapmayı planlayan Kanunî, 938/1532 tarihinde başladığı bu seferinde, evvela Siklos (Şikloş), Kanije ve nihayet Viyana yolunu Osmanlı ordularına açan Güns kaleleri başta olmak üzere on beşten fazla kaleyi fethetmeyi başarmıştır. Meydandan kaçan Şarlken ve kardeşi Ferdinand’a ağır nameler gönderen Kanunî, Budin’i geri aldığı gibi, Papoçe, Şopron, eski başkentlerden Gradcaş, Pojega, Zacisne, Nemçe ve Podgrad kalelerini aldıktan sonra, 939/1532 senesi Kasımında Almanlarla sulh yaparak İstanbul’a dönmüştür.
6. Sefer-i hümayun, Irakeyn seferi veya İran seferi diye de meşhurdur. Şarlken’den sonra Kanunî’nin ikinci büyük rakibi olan Şah Tahmasb, Bitlis hâkimini kendisine tâbi olması için zorluyor ve Osmanlı Devleti’nin başına doğuda gaileler açıyordu. Osmanlı Devleti’ni Olama Han ve Safevi devletini ise, Bitlis Hâkimi Şeref Han tutuyordu. 940/1533 yılında sefer, Vezir-i A‘zam İbrahim Paşa komutasında başladı ve yol esnasında Adilcevaz, Erciş, Van ve Ahlât alındıktan sonra 941/1534 yılında Tebriz’e girildi. Daha sonra aynı yılın Eylül’ünde Padişah da sefere katıldı ve Karahan Derbendi geçildikten sonra Hem edan ve Kasr-ı Şirin yoluyla Bağdat’a ulaşıldı. 941/1534 Aralık ayında Bağdad direnmeden teslim oldu. Kerkük ve Hille gibi Irak beldeleri Osmanlı ülkesine katıldığı gibi, Güney Irak, Kuveyt, Lahza, Katîf, Necd, Katar ve Bahreyn bölgeleri de Osmanlı Devleti’ne itâat edince bütün bunlar, Basra Eyâleti adı altında Osmanlı’ya bağlandı (24.7.1538). Bu arada Barbaros Hayreddin Paşa, aynı yıl Tunus’u fethederek Osmanlı Devleti’ne bağlamıştı.
7. Sefer-i hümayunda Venediklilerin üzerine gidilmiş, Korfu ve Otranto hücuma maruz kalmışsa da, Venediklilerin sulh talebi ve Fransa Kralının da arzusu üzerine 1537 yılında İstanbul’a dönüldü. Bu arada Doğu Hırvatistan’da Osiyek yakınlarındaki Vertizo’ya sokulan düşman askerleri yok edildi.
8. Sefer-i hümayun Kara Boğdan yani Moldavya üzerine yapıldı. 1538 yılında Kanuni Moldavya üzerine yürürken, denizlerde Hadım Süleyman Paşa, Süveyş’ten hareket ederek Yemen ve Aden’i almış ve Hindistan’daki Diu Kalesini kuşatmıştı. Yine aynı yıl, Osmanlı Devleti’ne Batı Cezayir’i kazandıran Barbaros Hayreddin Paşa, Batılı donanmalara karşı kazandığı Preveze deniz zaferi ile Akdeniz’i bir Osmanlı Gölü haline getirmişti. Kara Boğdan seferi de, her ne kadar sulh ile neticelendi ise de, hem Moldavya bölgesinde ve hem Tuna boyunda Osmanlı sınırları durmadan genişliyordu.
9. Sefer-i hümayun, 1541’de yapılan Budin Seferi’dir. Macaristan’da Osmanlıların himayesindeki Kral Yanoş Zapolya’nın ölümüyle (1540), Avusturyalı Ferdinand’ın buraları işgal etmek istemesi ve hatta Budin ve Pelte’yi kuşatması, Kanunî’yi tekrar bu bölgelere getirdi. 1541 tarihli bu seferle artık Macaristan’ı Budin Eyaleti’nin bir parçası haline getirdi.
Kısa bir süre sonra Ferdinand, Almanların desteği ile yine Budin ve Pelte’yi kuşattıysa da, Kanunî Sultan Süleyman 10. sefer-i hümayunu ile hem Ferdinand’ı ve hem de kendisini destekleyen Almanları, 1543 tarihinde geri çekilmeye ve Osmanlı Devleti’nden sulh andlaşması istemeye mecbur etti. Bu sefer neticesinde Macaristan’ın dinî merkezi olan Estergon, İstolni-Belgrat ile beraber iki mühim sancak merkezi olarak Budin’e bağlandı. Peç ve Şikloş, geri alındı. Yapılan antlaşmayı bütün Avrupa devletleri kabul etmek durumunda kalırken, Kanunî, tartışmasız “Cihan Padişahı“ unvanını bu gaza ile kazandı. İmparator sıfatı, sadece Muhteşem Süleyman için kullanılabilecekti.
Muhteşem Süleyman, 11. sefer-i hümayununu, Osmanlı Devleti’ni arkadan vurmayı âdet haline getiren İran’a yaptı. Buna 2. İran Seferi de denir. 1548–1549 yıllarında gerçekleştirilen bu sefer ile Tebriz geri alındı. 1553–1555 yılları arasında da 3. İran seferini ve genelde ise, 12. Sefer-i hümayununu yaptı. Buna Nah civan Seferi de denmektedir. 1554 Temmuz’unda Revan’a gelen Padişah, oradan Nah civan’a giderek burayı fetih eyledi. Kuzey Azerbaycan üzerinden Güney Azerbaycan’a geçince, Şah sulh istedi ve ortalarda görünmeyince de Amasya’ya çekildi. 1555 yılında Amasya’da imzalanan antlaşma ile Gürcistan paylaşıldı ve Irak’ta eski sınırlar muhafaza edildi.
Şehzade Mustafa ve Şehzade Bâyezid meseleleriyle yıpranan haşmetli Padişah, son büyük seferini, 1566 yılında Zigetvar’a düzenledi ve burada kuşatma sırasında 72 yaşında iken çadırında vefat etti.
Yavuz döneminde 6,5 milyon km2 olan Osmanlı Devleti’nin toprakları, Kanunî devrinin sonunda en yüksek seviyesine olmasa da, 15 milyon km2ye yükseldi. Osmanlı Devleti’nin sınırları içine, Avrupa’da -bugünkü siyasi sınırlarla- Eszek hariç Macaristan, Erdel (Romanya’da), Banat (Romanya ve Yugoslavya’da), Belgrat ve Voyvodana, Hırvatistan ve Slovenya ve daha nice yerler; Asya’da Rodos ve on iki ada, Arabistan, Batı Gürcistan, Doğu Anadolu’nun geriye kalan kısmı, himaye bölgeleri olarak, Yemen, Kuveyt, Bahreyn, Hadramut, Katar ve daha nice yerler; Afrika’dan Eritre, Cibuti, Somali, Habeşistan’ın önemli bölgeleri, Libya, Tunus, Çad ve Büyük Sahra’nın bazı kısımları dâhil olmuştu. Kısaca “Bir sultan-ı azîm’üş-şan idi ki, her hıttada hutbesi yürür ve bin bir kal’ada nevbeti vurulurdu.”.
Netice olarak Kanunî Sultan Süleyman devri, hem devletin sınırlarının genişlemesi yani siyasî ve coğrafi açıdan ve hem de ilim, kültür, hukuk ve maliye gibi konular açısından, Osmanlı Devleti’nin zirvelere yükseldiği bir dönemin kısa adıdır.
Kanunî Sultan Süleyman, hem büyük bir asker, hem kudretli bir idareci ve hem de eşine ender rastlanır bir devlet teşkilâtçısı idi. Bu dehasını, Fatih zamanında hazırlanan teşkilât kanunlarını geliştirerek ve kısmen de değiştirerek gösterdi. Denilebilir ki, Osmanlı Devleti’nin siyasî, kültürel, sosyal, iktisâdi, adlî ve kısaca her çeşit yapılanması, Kanunî devrinde zirvesine yükseldiği gibi, devletin merkezî ve taşra teşkilâtı da bu dönemde zirveye yükselmiştir. Bunu, hazırlattığı kanunnamelerde görmek mümkündür.
Kanuni devrinin zirveye yükselmesinde katkısı bulunan Sadrazamlar arasında Pîrî Mehmed Paşa, Lütfi Paşa ve Sokullu Mehmed Paşa’yı; Şeyhülislâmlar arasında Zembilli Ali Efendi, Kemal Paşa-zâde, Çivi-zâde ve özellikle de Ebüssuud Efendi’yi; diğer devlet adamları arasında Barbaros Hayreddin Paşa, Koca Nişancı Celâl-zâde Mustafa, Seydi Bey ve Cafer Ağa’yı; ilim ve maneviyât erbâbı arasında ise, Nakşibendi Tarikatının reislerinden Hâce Mahmûd Bedahşî, Şeyh Bâli Efendi, Hâce Derviş Mehmed Efendi, Molla Abdüllatif Efendi ve Kadı-zâde Acem Efendi’yi zikredebiliriz. Ancak büyük zatlar bunlardan ibaret değildir.
ZEVCELERİ: 1- Hürrem Haseki Sultan; Kanunî’nin nikâhına aldığı ve aslen Ukran bir Ortodoks rahibin kızı yahut Fransız veya İtalyan olduğu hususunda iddialar bulunan cariyedir. Şehzade Mehmed ve Selim II’nin annesi. 2- Mahidevran Kadın; Abdullah kızı ve Şehzade Mustafa’nın annesi. 3- Gülfem Hatun; Cariyelerden ve Şehzade Murad’ın annesi. 4- Abdullah kızı ve Şehzade Mahmut’un annesi.
ÇOCUKLARI: 1-Şehzade Sultan Mahmûd Han. 2-Şehzade Sultan Mustafa Han. 3-Şehzade Murad. 4-Şehzade Sultan Mehmed Han. 5-Şehzade Abdullah. 6- Mihrim ah Sultan. 7-Şehzade Sultan Selim Han II. 8-Şehzade Sultan Bâyezid Han. 9- Fatma Sultan. 10- Razıya Sultan. 11-Şehzade Sultan Cihangir. 12-Şehzade Orhan.
Yukarıda zikredilen özelliğinden dolayı Osmanlı tarihinde Kanunî; sadece Osmanlı Padişahlarının değil, dünyada görülen hükümdarların en muhteşemlerinden biri olması haysiyetiyle Batı âleminde Le Manifigue (Muhteşem) ve Grand (Büyük); şâirlik mahlası olarak Muhibbî; 13 tane büyük gazâya fiilen iştirâk etmiş olması hasebiyle Gâzî ve diğer Osmanlı Padişahlarına dendiği gibi bazen da Süleyman Şah denen Kânunî Sultân Süleyman, bir rivâyete göre, 900/1494 yılında Hafsa Sultân’dan Trabzon’da dünyaya gelmiştir. 926/1520 yılında ve 26 yaşında Osmanlı tahtına geçen Kanunî, 974/1566 tarihine kadar yani 46 sene Padişahlık yapmıştır.
Kanuni Sultan Süleyman, evvela başına gaile çıkarmak isteyen, babası zamanında Şam Beylerbeyisi olan ve iktidar değişikliğinden istifade ederek Melik Eşref unvanıyla hükümdarlığını ilan eden Canberdi Gazâli’yi 1521’de idam ettirdi. Bu gaileyi bertaraf eden Kanunî, daha sonra meşhur seferlerinden 1. Sefer-i Hümayun’unu Belgrat üzerine yaptı. 1. Macar seferi veya Engürüs seferi de denen bu sefer neticesinde, sırasıyla Böğürdeler (Şabaç), Zemun ve Salankamin kaleleri fethedilmiş ve nihayet daha sonraları Dâr’ül-Cihâd adını alan Belgrat, 927/1521’de fetih olunmuştur. Bu arada Yemen’de fitnelere yol açan İskender adlı şahıs, kendi adamları tarafından öldürülerek, 927/1521 tarihinden itibaren bu beldelerde de Osmanlı Sultanı adına hutbe okunmaya başlanmıştır.
2. Sefer-i hümayununu asırlarca haçlı ordularına karakolluk yapan Rodos ve adalar üzerine düzenlemiş ve 929/1522 yılının sonlarına doğru Bodrum, Tahtalı ve Aydos kaleleriyle birlikte İstanköy, Tömbeki ve Rodos adaları Osmanlı ülkesine katılmıştır. Hıristiyanlığın İslâm âlemine karşı bir kalesi sayılan Rodos’un zabtı, Avrupa’da büyük bir hayret ve teessür uyandırmıştır. Osmanlı orduları adaları fetihle meşgul iken Anadolu’da problemler çıkaran ve Yavuz tarafından Zülkadriye Eyaleti beylerbeyliğine getirilen Şehsuvaroğlu Ali Bey fitnesi de, Ferhat Paşa kumandasında gönderilen ordu ile 929/1522’de bertaraf olunmuştur. Bu arada Mısır’da çıkan cüzî isyanlar da aynı yıl bastırılmış; vefat eden Hayır Bey’in yerine evvela Mustafa Paşa ve sonra da ikinci vezir Ahmed Paşa getirilmiş ve memlekette huzur ve asayiş sağlanmıştır. 930/1523 yılında Şah İsmail’in Sultanı tebrik için elçi gönderdiğini ve aynı yıl kendisinin vefatı üzerine oğlu Tahmasb’ın yerine şah olduğunu da kaydetmek isteriz.
3. Sefer-i hümayun, 2. Engürüs (Macaristan) veya Mohaç seferi olarak da bilinir. Belgrat’ın alınmasından sonra Müslüman Türk akınlarına maruz kalan Macaristan, Hırvatistan, Transilvanya ve Dalmaçya, bu seferle önemli ölçüde Osmanlı topraklarına katılmıştır. 932/1526 tarihinde Tuna nehri üzerinde bulunan Petro Varadin (Petervardin) kalesini fetheden Osmanlı orduları, daha sonra da sırasıyla Sirem muhitindeki kaleleri, İyluk ve beraberindeki on küsur kaleyi ve nihayet Drava nehri kenarındaki Ösek (Eszek) kalesini zapt etmişlerdir. Kazanılan Mohaç zaferinden sonra, 932/1526 yılının Eylül’ünde Macaristan’ın başşehri olan Budin fethedilmiş ve bunu Segedin, Budin’in tam karşısında yer alan Peşte ve benzeri çevre şehirlerin fetihleri takip eylemiştir. İstanbul’a Macaristan fatihi unvanıyla dönen Kanuni, bu seferiyle Orta Avrupa’da dengeyi değiştirmiş ve artık Osmanlı Devleti’nin sınırları Avusturya ve Çekoslovakya’ya dayanmıştır.
Ferdinand’ın tekrar Almanlardan destek alarak Budin’e yürümesi üzerine, 4. Sefer-i Hümayun’unu da Macaristan’a düzenleyen Kanuni, 936/1529 tarihinde Budin’i yeniden Osmanlı hâkimiyetine aldı ve yol üzerindeki Estergon’u ele geçirdikten sonra Ferdinand’ın gizlendiği Viyana’ya doğru yürüdü. Netice alınamayan I. Viyana Muhasarası, Alman ve Macarları tekrar ümitlendirdi.
5. Sefer-i hümayununu yeniden ümitlenen Alman Şarlken ve Macar Ferdinand üzerine yapmayı planlayan Kanunî, 938/1532 tarihinde başladığı bu seferinde, evvela Siklos (Şikloş), Kanije ve nihayet Viyana yolunu Osmanlı ordularına açan Güns kaleleri başta olmak üzere on beşten fazla kaleyi fethetmeyi başarmıştır. Meydandan kaçan Şarlken ve kardeşi Ferdinand’a ağır nameler gönderen Kanunî, Budin’i geri aldığı gibi, Papoçe, Şopron, eski başkentlerden Gradcaş, Pojega, Zacisne, Nemçe ve Podgrad kalelerini aldıktan sonra, 939/1532 senesi Kasımında Almanlarla sulh yaparak İstanbul’a dönmüştür.
6. Sefer-i hümayun, Irakeyn seferi veya İran seferi diye de meşhurdur. Şarlken’den sonra Kanunî’nin ikinci büyük rakibi olan Şah Tahmasb, Bitlis hâkimini kendisine tâbi olması için zorluyor ve Osmanlı Devleti’nin başına doğuda gaileler açıyordu. Osmanlı Devleti’ni Olama Han ve Safevi devletini ise, Bitlis Hâkimi Şeref Han tutuyordu. 940/1533 yılında sefer, Vezir-i A‘zam İbrahim Paşa komutasında başladı ve yol esnasında Adilcevaz, Erciş, Van ve Ahlât alındıktan sonra 941/1534 yılında Tebriz’e girildi. Daha sonra aynı yılın Eylül’ünde Padişah da sefere katıldı ve Karahan Derbendi geçildikten sonra Hem edan ve Kasr-ı Şirin yoluyla Bağdat’a ulaşıldı. 941/1534 Aralık ayında Bağdad direnmeden teslim oldu. Kerkük ve Hille gibi Irak beldeleri Osmanlı ülkesine katıldığı gibi, Güney Irak, Kuveyt, Lahza, Katîf, Necd, Katar ve Bahreyn bölgeleri de Osmanlı Devleti’ne itâat edince bütün bunlar, Basra Eyâleti adı altında Osmanlı’ya bağlandı (24.7.1538). Bu arada Barbaros Hayreddin Paşa, aynı yıl Tunus’u fethederek Osmanlı Devleti’ne bağlamıştı.
7. Sefer-i hümayunda Venediklilerin üzerine gidilmiş, Korfu ve Otranto hücuma maruz kalmışsa da, Venediklilerin sulh talebi ve Fransa Kralının da arzusu üzerine 1537 yılında İstanbul’a dönüldü. Bu arada Doğu Hırvatistan’da Osiyek yakınlarındaki Vertizo’ya sokulan düşman askerleri yok edildi.
8. Sefer-i hümayun Kara Boğdan yani Moldavya üzerine yapıldı. 1538 yılında Kanuni Moldavya üzerine yürürken, denizlerde Hadım Süleyman Paşa, Süveyş’ten hareket ederek Yemen ve Aden’i almış ve Hindistan’daki Diu Kalesini kuşatmıştı. Yine aynı yıl, Osmanlı Devleti’ne Batı Cezayir’i kazandıran Barbaros Hayreddin Paşa, Batılı donanmalara karşı kazandığı Preveze deniz zaferi ile Akdeniz’i bir Osmanlı Gölü haline getirmişti. Kara Boğdan seferi de, her ne kadar sulh ile neticelendi ise de, hem Moldavya bölgesinde ve hem Tuna boyunda Osmanlı sınırları durmadan genişliyordu.
9. Sefer-i hümayun, 1541’de yapılan Budin Seferi’dir. Macaristan’da Osmanlıların himayesindeki Kral Yanoş Zapolya’nın ölümüyle (1540), Avusturyalı Ferdinand’ın buraları işgal etmek istemesi ve hatta Budin ve Pelte’yi kuşatması, Kanunî’yi tekrar bu bölgelere getirdi. 1541 tarihli bu seferle artık Macaristan’ı Budin Eyaleti’nin bir parçası haline getirdi.
Kısa bir süre sonra Ferdinand, Almanların desteği ile yine Budin ve Pelte’yi kuşattıysa da, Kanunî Sultan Süleyman 10. sefer-i hümayunu ile hem Ferdinand’ı ve hem de kendisini destekleyen Almanları, 1543 tarihinde geri çekilmeye ve Osmanlı Devleti’nden sulh andlaşması istemeye mecbur etti. Bu sefer neticesinde Macaristan’ın dinî merkezi olan Estergon, İstolni-Belgrat ile beraber iki mühim sancak merkezi olarak Budin’e bağlandı. Peç ve Şikloş, geri alındı. Yapılan antlaşmayı bütün Avrupa devletleri kabul etmek durumunda kalırken, Kanunî, tartışmasız “Cihan Padişahı“ unvanını bu gaza ile kazandı. İmparator sıfatı, sadece Muhteşem Süleyman için kullanılabilecekti.
Muhteşem Süleyman, 11. sefer-i hümayununu, Osmanlı Devleti’ni arkadan vurmayı âdet haline getiren İran’a yaptı. Buna 2. İran Seferi de denir. 1548–1549 yıllarında gerçekleştirilen bu sefer ile Tebriz geri alındı. 1553–1555 yılları arasında da 3. İran seferini ve genelde ise, 12. Sefer-i hümayununu yaptı. Buna Nah civan Seferi de denmektedir. 1554 Temmuz’unda Revan’a gelen Padişah, oradan Nah civan’a giderek burayı fetih eyledi. Kuzey Azerbaycan üzerinden Güney Azerbaycan’a geçince, Şah sulh istedi ve ortalarda görünmeyince de Amasya’ya çekildi. 1555 yılında Amasya’da imzalanan antlaşma ile Gürcistan paylaşıldı ve Irak’ta eski sınırlar muhafaza edildi.
Şehzade Mustafa ve Şehzade Bâyezid meseleleriyle yıpranan haşmetli Padişah, son büyük seferini, 1566 yılında Zigetvar’a düzenledi ve burada kuşatma sırasında 72 yaşında iken çadırında vefat etti.
Yavuz döneminde 6,5 milyon km2 olan Osmanlı Devleti’nin toprakları, Kanunî devrinin sonunda en yüksek seviyesine olmasa da, 15 milyon km2ye yükseldi. Osmanlı Devleti’nin sınırları içine, Avrupa’da -bugünkü siyasi sınırlarla- Eszek hariç Macaristan, Erdel (Romanya’da), Banat (Romanya ve Yugoslavya’da), Belgrat ve Voyvodana, Hırvatistan ve Slovenya ve daha nice yerler; Asya’da Rodos ve on iki ada, Arabistan, Batı Gürcistan, Doğu Anadolu’nun geriye kalan kısmı, himaye bölgeleri olarak, Yemen, Kuveyt, Bahreyn, Hadramut, Katar ve daha nice yerler; Afrika’dan Eritre, Cibuti, Somali, Habeşistan’ın önemli bölgeleri, Libya, Tunus, Çad ve Büyük Sahra’nın bazı kısımları dâhil olmuştu. Kısaca “Bir sultan-ı azîm’üş-şan idi ki, her hıttada hutbesi yürür ve bin bir kal’ada nevbeti vurulurdu.”.
Netice olarak Kanunî Sultan Süleyman devri, hem devletin sınırlarının genişlemesi yani siyasî ve coğrafi açıdan ve hem de ilim, kültür, hukuk ve maliye gibi konular açısından, Osmanlı Devleti’nin zirvelere yükseldiği bir dönemin kısa adıdır.
Kanunî Sultan Süleyman, hem büyük bir asker, hem kudretli bir idareci ve hem de eşine ender rastlanır bir devlet teşkilâtçısı idi. Bu dehasını, Fatih zamanında hazırlanan teşkilât kanunlarını geliştirerek ve kısmen de değiştirerek gösterdi. Denilebilir ki, Osmanlı Devleti’nin siyasî, kültürel, sosyal, iktisâdi, adlî ve kısaca her çeşit yapılanması, Kanunî devrinde zirvesine yükseldiği gibi, devletin merkezî ve taşra teşkilâtı da bu dönemde zirveye yükselmiştir. Bunu, hazırlattığı kanunnamelerde görmek mümkündür.
Kanuni devrinin zirveye yükselmesinde katkısı bulunan Sadrazamlar arasında Pîrî Mehmed Paşa, Lütfi Paşa ve Sokullu Mehmed Paşa’yı; Şeyhülislâmlar arasında Zembilli Ali Efendi, Kemal Paşa-zâde, Çivi-zâde ve özellikle de Ebüssuud Efendi’yi; diğer devlet adamları arasında Barbaros Hayreddin Paşa, Koca Nişancı Celâl-zâde Mustafa, Seydi Bey ve Cafer Ağa’yı; ilim ve maneviyât erbâbı arasında ise, Nakşibendi Tarikatının reislerinden Hâce Mahmûd Bedahşî, Şeyh Bâli Efendi, Hâce Derviş Mehmed Efendi, Molla Abdüllatif Efendi ve Kadı-zâde Acem Efendi’yi zikredebiliriz. Ancak büyük zatlar bunlardan ibaret değildir.
ZEVCELERİ: 1- Hürrem Haseki Sultan; Kanunî’nin nikâhına aldığı ve aslen Ukran bir Ortodoks rahibin kızı yahut Fransız veya İtalyan olduğu hususunda iddialar bulunan cariyedir. Şehzade Mehmed ve Selim II’nin annesi. 2- Mahidevran Kadın; Abdullah kızı ve Şehzade Mustafa’nın annesi. 3- Gülfem Hatun; Cariyelerden ve Şehzade Murad’ın annesi. 4- Abdullah kızı ve Şehzade Mahmut’un annesi.
ÇOCUKLARI: 1-Şehzade Sultan Mahmûd Han. 2-Şehzade Sultan Mustafa Han. 3-Şehzade Murad. 4-Şehzade Sultan Mehmed Han. 5-Şehzade Abdullah. 6- Mihrim ah Sultan. 7-Şehzade Sultan Selim Han II. 8-Şehzade Sultan Bâyezid Han. 9- Fatma Sultan. 10- Razıya Sultan. 11-Şehzade Sultan Cihangir. 12-Şehzade Orhan.
Konular
- Yaptıklarımızın Hesabını Vermeye Hazırlıklı Mısınız.
- Kur'an Nasıl Bir Devlet Yönetimini Öneriyor.
- Kendimize Rab lar Edindiğimizin Farkında Bile Değiliz.
- Sesli düşler
- Ömürden Kaybolan Bir Senemiz
- Yardıma ihtiyacım var
- Hakan Kenan Hoca
- Türkiye'nin Gururu Lingerium
- Zorunlu Trafik Sigortası
- Kur'an ın Bizlere İndirilme Amacını Doğru Anlamalıyız.
- Rivayetleri Aklamak Adına, Kur'an a Saygısızlık Yapmayalım.
- Allah ın Affetmesi, Şefaati Konusunu Nasıl Anlamalıyız.
- Hac Suresi 47, Zümer Suresi 42. Ayetlerin. Ölüm Ve Rüya İlişkisi.
- Allah ın Sınırlarını Aşarak, Kafirlerden Olmak İstemiyorsak.
- Kur'an neden arapça indirilmiştir. Zuhruf 2-3. Fussilet 44. Ayet.
- Elbette tek vatan bö-lü-ne-me----yiz
- Bizleri dinden saptıran en büyük yanlışımız.
- Çalışanlarınızın network trafiğini DeskGate ile inceleyin
- DeskGate en iyi sirket guvenlik programi
- Pekala ölmüyormuyuz
- Siber saldırı ve afetlere karşı veri yedekleme yazılımı DeskGate
- Işsizlik sel gibi
- Ad adres telefon
- Nuhilik (noahidizm)
- Isa beklenen yahudi mesih midir?
- Cümle kapısı..
- Karagöz İle Hacivat Konuşmaları 3
- Nasreddin Hoca Fıkraları
- Allah ın resulünün bizlere örnek oluşunu, hangi kaynaktan öğrenmeliyiz?
- Ayşecik İle Yasemin Sultan