DİYALEKTİĞİMİZ VE ESTETİĞİMİZ

[color=darkblue]DİYALEKTİĞİMİZ VE ESTETİĞİMİZ

“Takva sahipleri, büyük bir tefekkür ve cehd ile "taklidî imân"dan "tahkiki imân"a ulaşmak için çırpınmayı vazife bilirler. İslâm'da "akıl", vahyin sahasında at koşturamaz ve fakat onun aydınlığında yolunu bulabilir. " (s.10)

"İslâm'ın getirdiği hakikatleri, sırf mücerret akılla kavramak mümkün değildir; akıl, İslâm'ı anlamak için, "vahyin aydınlığına", "mutasavvıfın aşkına", kısaca "mistik tecrübeye" muhtaçtır." (s.10)

"Hayretle görüyoruz ki, bazıları "dini aklîleştirmeye" çalışırken, bazıları da "aklını dinleştirmeye" gayret etmektedirler" (s.13)

"İslâm'ın diyalektiği, mahluku Hâlık'ın, batılı Hakk'ın, ölümü ölümsüzlüğün, dünyayı Âhiret'in, kötülüğü iyiliğin, çirkini güzelin, yanlışı doğrunun, esareti hürriyetin, zulmü adaletin, sınırlıyı sonsuzluğun, kesreti tevhidin anahtarı kabul eder." (s.14)

"İnsanın sahip bulunduğu "maddî elementlerden ve taşıdığı proteinden" çok, ortaya koyduğu manevî ve ruhî değerler önemlidir." (s.17)

"İnsan dış gözü ile bakar, fakat iç gözü ile görür." (s.19)

"Göz, görme işinde foksiyonerdir de "koku" almada işe yaramaz. Yine "kulak" sesleri işitir de renkleri duyamaz. Tıpkı burun gibi, "beş duyu", maddenin ve maddî tezahürlerin idrakine yardım edebilir de, "ruhu tanımada" aciz kalır. Çünkü ruh, maddeden türeme değildir."
"İslâm'a göre, gördüğümüz ve görmediğimiz bütün varlık tezâhürleri O'ndandır. Fakat, asla unutmamak gerekir ki, bu tezahürlerin ne "topu birden", ne de hiçbiri O'dur." (s.28)

"Atalet maddenin, "hareket" yaratıcı iradenin özelliğidir."(s.36)

"Bu dünyanın ne cennet olmaya kabiliyeti vardır, ne de cehennem olmaya. Yüce dinimizin tesbiti doğru... Dünya, "cennet" ile "cehennem" arasındaki "geçit yeri"dir." (s.39)

"İnsanın kurduğu medeniyette, "İlim", "sanat" ve "din" âdeta "üç sütun" gibidir. İnsanlık bunlara dayanarak yücelebilmektedir. Yahut insanlık kendini koruyup geliştirecek "üç sığınak" bulmuştur; bunlar "laboratuvarlar", "sanat galerileri" ve "evleri" ile "mâbetleridir." 's.48)

"Allah mutlak varlıktır. O, varlığın sırrıdır. O, "varlığımıza çok yakın ve fakat idrakimize çok uzaktır." (s.50)

"İnsanın idrakinde, hem objektif âleme, hem de mutlak âleme giden yollar vardır. İnsan, "Yaradan" ile "yaratık" arasında vücuda getirilen bir "şuur"dur." (s.53)

"Yüce Allah hakikatın ta kendisidir ve her düşünce ve tasavvurun "ötesinde"dir. İnsan ile Allah arasındaki bütün "perdeler" kaldırılsa bile, insan idraki O'nu anlamaktan acizdir. Kaldı ki Allah insana şahdamarından daha yakın ve fakat sonsuzca uzaktır." (s.55)

"İnsan gelişmek için, hem bir "cemiyet çevresine" hem de bir " tabiat çevresine" muhtaçtır." (s.66)

"İnsanlar, iyiyi, güzeli, doğruyu niçin ve neden arıyorsa Allah'ı da onun için arıyorlardır." (s.75)

"İnsanın ruhu, sonsuzluğa ve ölümsüzlüğe vurgundur." (s.77)

"İnsan "dünyaperest" oldukça daha fazla bunalıma düşmektedir." ( s.78)

"İnsanın "yüceliğini" kavramayan, "insan efsanesini yıkacağız" çığlıkları ile onun ruhuna, özlemlerine ve Allah'ına saldıran materyalist, gerçekten hasta olmalıdır." (s.81)

"İnsan "çatışmalı" bir canlıdır ve dolayısıyla "irâdesi çatallıdır". O, birbirine zıt "iki dünya" arasında sallanır durur. Onun iradesini cezbeden ve çeken iki dünya var." (s.83)

"Bu dünyayı, sadece "ekmek kavgası" verilen bir saha halinde tutmak, hayatı sürekli olarak "gerilme ritmi" içinde mütalaa etmek demektir ki, hem beden, hem de ruh sağlığı için büyük bir felaket olur." (s.84)

"İnsan, sonsuzluğu dışında ararken de, içinde ararken de yanılmaktadır. Çünkü, sonsuzluk ve tükenmezlik sadece mutlak varlık olan Allah'a aittir. Allah ise objektif ve subjektif bir varlık tezahür olmaktan çok uzaktır. Bütün bu varlıklar, O'ndandır ve fakat O değildir." (s.90)

"İnsan "kendi benini" yaratıcı iradenin sahibinde "tüketmedikçe" hürleşmenin yolunu bulamaz." (s.91)

"Kâinat, "'bir kitab-ı ekber" gibi idrakimize sunulmuş. Biz ancak ona, sahife, sahife yaklaşabiliyoruz. Bu sahifelerden biri de "dünyamız"." (s.93)

"İslâm'da "devlet adamı", kendini Allah'a ve millete adamış kimsedir. O, kendi ile ilgili hesapları olmayan bir "yaşayan şehid'tir". (s.95)

"Bir sanatkar, şahsiyetini, bir medeniyet haysiyetini ve hayatiyetini korumak istiyorsa, kendi "estetik dehasına" yön veren telakkileri "mukaddes bir emanet" gibi korumasını ve kollamasını bilmelidir." (s.103)

"Sanatkarın doğması için "ilim ve teknik" kadar önemli olan başka bir hususiyet de gerekmektedir. Bu, büyük bir iman ve aşkla birleşmiş "üstün bir kabiliyettir." (s.116)

"Sanatın ilme ve akla bağlı yönleri bulunmakla birlikte, o esas itibariyle bir aşk ve gönül meselesidir. Sanat akıldan çok kalbi doyurmaya yarar. O, düşünmekten çok sezmek ve duymak demektir. Sanatkar, ilim adamından ve filozoftan çok, dînî vecd halinde bulunan insana benzer. Estetik kalpten gelmektedir, yoksa akıldan değil." (s.118)

"Her coğrafyanın kendine mahsus bir sesi, bir rengi, bir dili ve bir havası vardır. Yine her coğrafyanın ve iklimin sanata getirdiği başka bir lezzet, başka bir espiri vardır. Sanat eserine tabii çevresi, denizi ile, gökleri ile, bitki ve hayvanları ile katılır ve orijinal motiflerin ve terkiplerin doğmasına vesile olur." (s.120)

"Tabiat, düşünmek kadar, duymanın da, duygulanmanın da vasıtasıdır." (s.121)

"Kültür ve medeniyet seviyesi yüksek olan cemiyetlerde "güzel sanatların" her dalında, bu seviyeye paralel olarak bir canlılık, hareketlilik, bereket ve yücelme görülür. İlkel cemiyetler, dehaların doğmasına imkan hazırlamadığı halde, ileri cemiyetler dehaların doğuşu için bereketli bir ortamdır. Tarihten öğrendiğimize göre, adeta cemiyetlerin "deha doğurma" dönemleri vardır." (s.123)
zeki Tarih: 11.05.2007 09:12:31
Kendi sanatından ve zevkinden utanan ve derin bir eksiklik duygusu içinde başkalarını taklide yönelen nesillerden elbette bir deha beklenemez." (s.124)

"Büyük sanatkarlar, propagandistlerden farklı olarak çok samimi, saf ve berrak insanlardır." (s. 126)

"Güzel sanatlar, bir yönü ile "sosyolojik", bir yönü ile felsefi ve fikrî zeminde gelişirler. Bu sebepten "estetik değerleri" tek başına "ferdî" veya "içtimaî bir gerçek biçiminde ele almak kaabil değildir." (s.131)

"Sanat eseri, ister "yaşama sevincinden", ister "melankoliden" ister bir "savaş heyecanından" ister bir "zaferin sarhoşluğundan" ister bir "yenilginin ezikliğinden" ister "ferdin özlemlerinden "ister "cemiyetin dertlerinden" kaynaklansın ne farkeder? Bunların her biri ayrı bir ideolojinin renkleri değil midir?" (s.132)

"Üstün bir sanat eseri, âlemşümul bir karakter kazandığı oranda dehaya yaklaşır. Onun için büyük bir sanatkar, kendini aşarak milletini ve insanlığı kucaklayan kollara sahip bir dev gibidir." (s.133)

"İlim objektifleştikçe; ilim, kendini ekollerden kurtardıkça, sanat kendine yeni yeni ekoller buldukça; ilim kanunlara bağlandıkça, güzel sanatlar kalıp ve kaideleri kırarak yeni ahenklere ulaştıkça başarılı olmaktadır." (s.139)

"En güzel sanat eserleri dinin bağrından fışkırmıştır. Bu hüküm, hem Batı, hem bizim ve hem de bütün kültür ve medeniyet dünyası için geçerlidir." (s.140)

"İnsanın "subjektif dünyasından" hem "mutlak olana", hem de "objektif âleme" açılan kapılar vardır. Sanatkar, istidadına göre, her iki tarafa da yol bulabilir." (s.144)

"Erkeğin güzelliği lisanındadır." (s.154)

"İslâm'da şiir, belli ölçüler içerisinde, güzel sanatlardan baş köşeyi işgal eder, diğerleri ondan kendine yer bulur." (s.155)

"Mescidinde kendi şairi için bir minber yaptıran ve kendi şairine mukaddes hırkasını hediye eden Şanlı Peygamberimizin "gerçek şaire" verdiği değeri görüyor musunuz? O, şiiri, kendi çirkin ihtiraslarına alet eden "yalancı şairlerden" ne kadar nefret ediyor idiyse, sanatını Allah ve Rasulünün sevgisi ile abideleştiren, bir cihad ve ibadet şevki ile şiir söyleyen ve yazan şairleri de yüceltiyordu." (s.158)

"Genç nesiller, sanatımızın sırlarını, bozulma ve soysuzlaşma dönemlerine bakarak değil, doğrudan doğruya "Asr-ı Saadet"ten öğrenmelidirler." (s.159)

"İslâm'ın mücerredi müşahhasa, subjektifi objektife, non-figürasyonu figüratife, reele tercih etmesi, yepyeni bir sanat anlayışıdır ve bu yönü ile orijinaldır." (s.163)

"Avrupa sanat dünyasının, İslâm sanatına yaklaştığı sırada, bizim ondan uzaklaşmamız, üzücü olduğu kadar şaşılacak şeydir." (s.169)

"Allah çirkinleri sevmez. Yarattığı herşeyde, güzelleşme kaabiliyeti de vardır. Yaratılmışların en aşağısı olan "çamur" bile, en yüce sanatkarın elinde "en güzel biçimde yaratılan insana" dönüşebilir." (s.172)

"İslâm'da güzel olan aynı zamanda ahlâkî olandır. Yine İslâm'da güzel, hem ulvî bir değerdir, hem de "ulvî değerlere" giden yolu açan bir vasıtadır." (s.173)

"Bir kültür ve medeniyetin, değişen şartlara göre, yeni periyotlar çizerek kendini yenilemesi başka şeydir, "kültür emperyalizmine" maruz kalarak çökertilmesi yine başka bir şeydir. Bîl farz, Türk-İslâm medeniyetinin, yeni şartlara ve imkanlara göre, kendini yenilemesi zaruridir de milletimizin bu medeniyeti bırakarak başka medeniyetlere kapılanmasını istemek bir faciadır." (s.178)

"Genç nesiller ve aydın kadrolar, tam bir aşk ve romantizmle kendilerini "Türk-İslâm medeniyetinin dirilişine adamalıdırlar." (s.181)

"Güzel sanatlar, yalnız ferdin heyecanlarını inceltmeye, duygularını yüceltmeye yaramaz, o, cemiyetlerin de birlik ve bütünlük içinde gelişmesine ve orijinal bir "millî zevk" etrafında toplanmasına vesile olur." (s.182)

"İlim adamları, "duygulardan arınarak" ve buz gibi bir akılla "doğruyu bulmak" isterken, sanatkar, "duygularını incelterek ve yücelterek" aşk ve gönül yolu ile "kendi gerçeği" yani "güzeli" ele geçirmek emelindedir. Sanatkara göre "güzel olan aynı zamanda doğru olandır." (s.188)

"Sanat, sırf duygudan ibaret değildir. Sanatta fikrin, tefekkürün ve aklın bütün çilesi vardır, Lakin unutmamak gerekir ki, o "ilim'den çok "ibadete" benzemektedir." 's.188)

"Tasavvuf, İslâm'ın aşk ve vecd cephesi demektir. Bu sahada "akıldan çok aşk", "dimağdan çok kalp" ve "muhakemeden çok mükaşefe" rol oynar." (s.188)
"Bir milletin "emperyalizmin oyununa" gelip gelmediğinin en açık belirtisi, kendini en çok güzel sanatlarda hissettirir." (s.193)

"Yaşamak isteyen her millet, kendi millî kültür temellerini kaybetmeden, millî ülkü ve hedeflerine yabancılaşmadan yepyeni bir "rönesansa" muhtaçtır. Bu, kendi özüne dönerek ve fakat "yeni insanın" ihtiyaçlarına cevap vererek "gelişme yolunu" bulmak ve açmak demektir." (s.195)


S. Ahmet Arvasi, Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz, Burak Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul [/color]

Konular