Gıybet Etmek Hakkında Malumatlar

Allah'a yemin ederim ki, gıybet, müminin dinini ifsad (bozma) hususunda, cüzzamın bedeni ifsad etmesinden çok daha hızlıdır. (Hasan Basri)
Dört şeyi dört şeyden temizle: Dilini gıybetten, kalbini kıskançlıktan, mideni haram lokmadan, davranışlarını riyadan. (Feridüddin Attar)
Senin yanında başkasını çekiştiren, seni de başkasının yanında çekiştirir. (İmam Şafii)

Gıybet Etmek Hakkında Malumatlar yorumları

  • Image Description
    hhmercan
    27.04.2009

    Allah razı olsun kardeşim ...

  • Image Description
    vefali
    27.04.2009

    teşekkürler
    çok güzel malumatlar

  • Image Description
    yolcu
    27.04.2009

    Gıybet, bir insanın yüzüne söyleyemeyeceğimiz, hoşlanmayacağı sözleri arkasından söylemektir.
    Allah, Kur'an-ı Kerim'de hiçbir kötü fiili, "ölü kardeşinin etini yemek" kadar tiksindirici bir ifadeyle men etmemiştir.
    Demek ki gıybet, bu kadar kötü bir iş...
    İnsan, kınadığını yaşamadan ölmezmiş. Bunu ben söylemiyorum, Peygamberimiz (sas) söylüyor. "Bir kimse, kardeşini bir kusur ile ayıplarsa, o kimse ölmeden o kusuru işler." buyurmuş Peygamberimiz (sas).
    Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, bir yemeğe davet edilmiş. Yemeğe başlayacakları sırada davetlilerden birisinin henüz gelmediğini fark etmişler. İçlerinden birisi demiş ki, "O ağır bir adamdır." İbrahim Hakkı Hazretleri anlamış ki bu gıybet devam edecek, bu kıvılcım yangına dönüşecek, "yanmaktansa kalkıp gitmek daha iyidir" demiş, sofradan kalkıp gitmiş.
    Bazıları diyor ki, "Allah'ın bildiğini kuldan mı saklayalım?" Allah, bizim her halimizi biliyor diye çıplak gezebiliyor muyuz? Aynı şekilde Allah her şeyi bilir amma, biz Allah'ın bildiklerini bildiremeyiz.
    Peygamber Efendimiz (sas), "Gıybet zinadan daha kötüdür." buyurmuş. Sahabe de demiş ki, "Nasıl olur Ya Resulallah?" "Adam zina eder. Sonra tevbe eder, Allah mağfiret buyurur. Gıybet eden ise gıybeti edilen kişi affetmedikçe mağfiret olunmaz." buyurmuş.
    Bana göre gıybetin tek çaresi Allah'tan korkmaktır. Çünkü ağzımızı yaratan Allah, ağzımızdan çıkan sözleri işitir ve hesabını sorar.

    HEKİMOĞLU İSMAİL

  • Image Description
    yolcu
    20.04.2009

    PEYGAMBER ALEYHİSSELAM ve sahabeleri bir gaza yolundaydılar. Sahabelerden bazıları acıkmıştı. İçlerinden Selman-ı Farisî’yi, kendisinden yiyecek birşeyler istemek üzere, Allah’ın Resulû’nun huzuruna gönderdiler. O, arkadaşlarının istekleri üzere, Peygamber Aleyhissalatu Vesselam’ın yanına doğru yola çıktı. Geride kalanlardan bazıları, onun arkasından konuşmaya başladılar:
    “[b]Bu, ağzına kadar suyla dolu bir kuyunun başına varsa, o kuyunun suyunu kurutur da, eli boş döner![/b]”
    Arkasından söylenenlerden habersiz olan Selman, Peygamber Aleyhisselam’ın yanına vardığında, arkadaşlarının isteklerini iletti. Peygamber Aleyhisselam ise, ona hiç beklemediği bir cevap verdi:
    “[b]Git arkadaşlarına söyle, onlar yemeklerini yediler.[/b]”
    Bu cevaba çok şaşıran Selman, arkadaşlarının nasıl olup da kendisinin gidişinin ardından yiyecek bulduklarının merakı içinde, onların yanına döndü ve sordu:
    “[b]Siz yiyecek bulmuş ve yemişsiniz![/b]”
    “[b]Hayır![/b]” dediler. “[b]Biz ağzımıza koyacak bir lokma olsun, bulmuş değiliz![/b]”
    Arkadaşlarının bu cevabı üzerine hayreti ve şaşkınlığı daha da artan Selman, işin aslını öğrenmek üzere tekrar Peygamber Aleyhisselam’ın huzuruna döndü ve işin aslını O’ndan sordu.
    Peygamber Aleyhisselam, kendisine şöyle cevap verdi:
    “[b]Onlara söyle! Sen buraya gelirken arkandan konuşup, gıybetini edip, senin etini yediler. Bu onlara yeter! Daha ne yemek istiyorlar?[/b]”
    *[b][color=red]Gıybet:[/color] Orada bulunmayan biri hakkında hoşuna gitmeyecek şeyler söyleyip ileri geri konuşma. Söylenenler o kişide varsa, konuşanlar gıybet etmiş olur. Yoksa, o zaman hem gıybet, hem iftira etmiş olur ki, iki kat günahtır.[/b]

  • Image Description
    yolcu
    20.04.2009

    BİR GÜN, Hz.Peygamber Aleyhissalatu Vesselam, ashabına şöyle bir soru sordu: “Gıybet nedir bilir misiniz?”
    Onlar:
    “Allah’ın Resulü daha iyi bilir” dediler.
    [b]“Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmandır[/b]” buyurdu Allah’ın Resulü.
    Dinleyenler sordular:
    “[b]Peki o hoşlanılmayan şey, kendisinde varsa, ne dersiniz?[/b]”
    Peygamber Aleyhisselam:
    “[b]Eğer söylediğin şey, kendisinde varsa bu gıybet olur; yoksa, o zaman iftira ettin demektir[/b]” buyurdu.

  • Image Description
    yolcu
    20.04.2009

    “Kişiyi iyi tanıtırsan kimseyi inandıramazsın. Ama kötülersen herkesi inandırırsın.” John Darper
    İnsan yapısı gereği sosyal bir varlıktır. Hayatın her sürecinde diğer insanlarla ilişki içindedir.
    Bazı insanlar, ilişkilerini düzenlerken, sosyalleşme aracı olarak, başkaları hakkında konuşmayı, şikayet etmeyi, kullanırlar.
    Aslında görüntüde amaç sosyalleşmek olsa da, dipteki düşünceye baktığımızda, daha başka gerçeklerle karşılaşabiliriz. Çünkü biz bir şey sormadan, konu bir şekilde kişilere, olaylara geliyorsa, burada bir art niyet olabilir. Dedikoduya giriş olabilir.
    Dedikodu, başkalarında kusur arama alışkanlığının sonucudur. Boş, gereksiz söz, arkadan söyleme, çekiştirmedir.
    İnsanlar Neden Dedikodu Yapar?
    İnsanlar, bazen taraf toplamak için, karşı cephe oluşturmak için dedikodu yapabilirler. Devamlı başkalarını karalama girişimindedirler . Kişilerin gizli yönlerini ortaya çıkararak, bizimle paylaşırlar. Ve o kişiler hakkında olumlu olan düşüncelerinizi yok etmeye çalışırlar. Ve sanki bildiğimiz şeylermiş gibi, bizi de dahil etmeye çalışırlar.
    Bazen faydalı bulduğu, kendisinde olmayan şeylerin, başkalarında olmasına tahammül edemediği için, dedikodu yapabilirler. Bu yolla kendini rahatlatmak isterler.
    Bazen de yanlış bulduğu, kendisinde olmadığını düşündüğü durumların başkalarında olmasından dolayı böbürlenmek ve takdir toplamak için kullanabilirler.
    Bu sebepler daha da çoğaltılabilir. Ama her ne olursa olsun, biz istemeden, birilerinin bizimle, bir bilgiyi paylaşmak istediği anlar, dedikodu için en müsait anlardır. Ve insanların çok çabuk düştüğü bir tuzaktır. Çünkü dedikoduyu yaparken çok sıradan şeylerden bahsedilerek fark ettirmeden konuya girilir.
    “Dedikoducu, tüccar gibi aldığı lafı hemen satmak zorundadır.” John Jewel
    Dedikodu Tuzağına Düşmemek İçin Neler Yapmak Gerekir?
    Öncelikle böyle bir olay karşısında, bu yapılanların doğru olmadığını belirtmek gerekir. Yapılabilecek bir diğer davranış ise, derhal o ortamdan uzaklaşmak veya hiç cevap vermeden, yorum yapmadan, dinleyen olabilmektir. Ancak bu da yeterli olmayabilir.
    Çünkü bu yapıdaki kişiler sürekli, “Haksız mıyım?, Sen ne düşünüyorsun?” gibi temelde onaylatma maksatlı, sorular sorarak, bizi konunun içine çekmeye çalışabilirler. O süre içersinde de “ Bu konu hakkında cevap vermek istemiyorum, Lütfen başka bir konuya geçelim” gibi cevaplarla, fikrimizi açıkça ortaya koyan, net bir duruş sergilemek gerekir.
    Eski Yunanda, Sokrates bilgiyi saklaması sebebiyle saygıdeğer bir ün yapmıştı. Bir gün büyük filozof, bir tanıdığına rastladı ve adam ona dedi ki:
    ''Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun ?''
    "Bir dakika bekle" diye cevap verdi Sokrates.
    "Bana bir şey söylemeden evvel senin küçük bir testten geçmeni istiyorum. Buna “Üçlü Filtre Testi” deniyor." Dedi.
    Adam: " Üçlü Filtre mi?" diye sordu.
    ''Doğru'' diye devam etti Sokrates. "Benimle arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini filtre etmek, iyi bir fikir olabilir. Üçlü filtre testi dememin sebebini birazdan anlayacaksın.
    Şimdi birinci filtre; “Gerçeklik Filtresi” Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçek olduğundan emin misin ?"
    '' Hayır,'' dedi adam ''Aslında bunu sadece duydum ve ....''
    "Tamam,'' dedi Sokrates. "Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun. Şimdi ikinci filtreyi deneyelim,
    “İyilik Filtresi” Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi bir şey mi?"
    '' Hayır, tam tersi...''
    '' Öyleyse'' diye devam etti Sokrates, "Onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı. â€œİşe Yararlılık Filtresi” Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı?"
    Adam: ''Hayır, pek değil." dedi.
    ''İyi'' diye tamamladı Sokrates. "Eğer, bana söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve işe yarar değilse bana niye söyleyesin ki?"
    “Dünyada en kolay şey dedikodu yapmak, en zor şeyse kendini tanımaktır.” John Lubbock
    Kendini Tanıyan Kişilerle, Sevgi Dolu Yaşamlar…
    Aynur Birkan

  • Image Description
    yolcu
    20.04.2009

    Kur'ân-ı Kerîm gıybeti, ölmüş kardeşinin etini yemeye benzetiyor.
    Yüce Yaratıcı'nın bu ikazına rağmen, Müslümanlar bu büyük günaha ara vermeden devam ediyorlar.
    Gıybet, hakkında konuştuğumuz kişinin duyduğunda hoşlanmayacağı sözlerdir.
    Başkalarını, yanımızda bulunmayanları , gıyaplarında çekiştirmektir.
    Çoğu kişi söylenenler doğru olursa, gıybet sayılmayacağını sanıyor. Oysa söylenen doğruysa, gıybettir.
    Eğer söylenen doğru değilse, o zaman çifte günah imleniyor demektir. Çünkü birine yapmadığı bir kötülük isnat edilirse, bu işin adı iftiradır.
    Benim başıma sıkça gelmektedir. Gıybete başlayan birini ikaz ettiğim zaman, çoğu defa feveran ediyor ve diyor ki:
    -Yemin ederim anlattıklarım tamamen doğrudur. Gözlerimle gördüm!
    İşte budur gıybet...
    Doğru da olsa, anlattığın yerde bulunmayan kişinin duyunca hoşlanmayacağı şeylerdir...
    Beni bir dernek lokalinde sohbet için davet etmişlerdi. Sohbetin konusunu gıybet olarak tespit etmiştik. Bir saatlik konuşmanın sonunda, dinleyicilerimden nüktedan bir zat dedi ki:
    -İyi de efendi, biz şimdi burada sabah akşam ne konuşacağız?
    Bu arif kişi çok doğru söylüyordu.
    Birçok sohbet mekânında, gerçekten gıybet yapılmasa, söz öylesine azalır ki...
    Bakıyorsunuz, kahvede, lokalde, çayhanede, ev toplantılarında hep gıybet var.
    Ya bir siyasînin, ya bir komşunun, ya bir sanatçının, ya bir akrabanın gıybeti yapılıyor.
    Yani Kur'ân'ın deyimiyle, ölmüşünün eti yeniliyor.
    Oysa bu türlü konuşmaların hiçbir faydası yoktur.
    Üstelik insanın içini karartır, ümitsizleştirir ve toplumdaki güven duygularını yok eder.
    Hem zaman israf edilmiş, hem de durduk yere günaha girilmiş olur...
    Gıybet, yapanın içini karartır, kendine olan saygısını kaybettirir.
    Hep başkalarıyla uğraşan, kendisinin değersizliğini kabul ediyor demektir.
    Bahsedeceği şeyi bilmeyen, kültürsüz, fikirsiz insan hep konuşur. En kolay sohbet mevzuu olan gıybete kayar.
    Çünkü kendi değerleriyle kendini kabul ettiremeyenler, başkalarının eksikliklerini söyleyerek bir varlık göstermek isterler. Ötekini batırarak kendini yüceltmeyse şerefli insanlara yakışmayan kötü bir haslettir.
    Gıybet, yapısını, fıtratını bozduğu insanların meydana getirdiği toplumları da zehirler. Kimse kimseden emin olamaz.

    Gıybet, içinde taşıdığı sû-i zan, zarar verme, kıskançlık gibi birçok kötü duygular sebebiyle toplum hayatını çürütüyor.
    İnsan kendi nefsiyle kendi hata ve günahlarıyla uğraşacağı yerde hep başlarınınkiyle meşgul olmayı iş ediniyor. Başkalarının hatalarıyla uğraşansa, kendine dönüp bakma fırsatını bulamıyor.
    Gıybet ağızdan ağza dolanırken şekil ve muhteva değiştiriyor.
    İşin içine yalanlar karışıyor. Yani günah adedi artıyor.
    Bazı gıybet konuları da ağızdan ağza eğrilerek dolaşıyor ve hakikatinden ayrılıyor.
    Bu türlü gıybetlerin ne dinleyicisi, ne de taşıyıcısı olalım.
    Çünkü hem insanlığa, hem de Müslümanlığa ters bir durumdur.
    İmam-ı Şafii hâzretleri buyuruyor ki:
    "Süt dolu bir tasın etrafında dolaşan ağzı süt bulaşığı bir kedi görseniz, kedinin o tastan süt içtiğine şahitlik etmeyin…"
    Çünkü kedinin o tastan süt içtiğini söyleyebilmeniz için, kediyi süt içerken bizzat görmeniz gerekir.
    Hasan Basrî Hazretleri, gıybetini yapan kişilere değerli hediyeler gönderirmiş... Sebebini soranlara da dermiş ki:
    - Onlar benim gıybetimi yapmak suretiyle, iyiliklerinin ve ibadetlerinin sevabını bana hediye ediyorlar… Onların bana verdiklerinin yanında, benim onlara verdiğimin hiçbir kıymeti yoktur...
    Gıybet iki kişiyle yapılır:
    1) Söyleyen,
    2) Dinleyen.
    Dolayısıyla gıybet edenle, gıybete kulak veren, suç ortağıdır.
    Çünkü dinlemek söyleneni paylaşmaktır.
    Hele bu gıybet çirkinliğini basın yoluyla yapanlar, bir anda bir gıybeti binlerce, milyonlarca kişiyle paylaşmış ve çoğaltmış oluyorlar…
    İnsanların özel hallerine, mahrem mekanlarına, şahsi sırlarına ulaşmak ve bunları söze, sohbete konu yapmak, hangi yolla, kim tarafından ve kim için yapılırsa yapılsın gıybettir…
    Bir toplantıda, hepsi de benden küçük yaşta bulunan insanlar gıybete başlayınca kalkmış ve demiştim ki:
    -Beyler, ben dışarıya çıkıyorum. Gıybetiniz bitince haber verin, hemen dönerim...
    Beni özür dileyerek oturttular. Sonra da toplantıya başkanlık eden genç işadamı dedi ki:
    -Arkadaşlar, hocam doğru düşünüyor... Gıybet etmeyelim, arkadaşlarımızı çekiştirmeyelim. Çünkü biz de onları çekiştirirsek, onarın durumuna düşmüş oluruz…
    Toplumumuz Öylesine bir gıybet bataklığına dönüşmüş ki, "gıybet etmeyelim" derken de gıybet ettiriyor. Böyle bozulmuş bir ortamda bile bana güzel gönüllü insanlar rastlar.
    Derler ki:
    -Hakkınızı helâl ediniz ve bizi bağışlayınız... Biz sizi böyle bilmiyorduk, çok gıybetinizi yaptık geçmişte… Acaba bildikleri gibi olsam, gıybet yapmaya hakları olacak mıydı? Ama hiç olmazsa helallik alıp bir kul hakkından kurtulmuş oluyorlar.
    Bu şekilde helallik isteyenlere yumuşak ve dostça davranalım ki, sayıları çoğalsın...
    Biz de gıybetini ettiklerimize korkusuzca başvurup af isteyelim…
    -Sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? diyerek gıybeti, hem aklen, hem kalben, hem insaniyetten, hem vicdanen, hem fıtraten ve hem de milliyeten kötüleyen ve yasaklayan Kur'ân-ı Kerîm'dir.
    Bu sebeple, Müslümanlar gıybeti de artık büyük günahlar arasına almalı, uygulamalıdırlar.
    Gıybet düşmanlığı iş edinenlerin, kıskançların ve inatçıların en çok kullandıkları alçakça bir silahtır. "İzzet-i nefis sahibi, bu pis silaha tenezzül edip kullanmaz. Nasıl meşhur bir zat demiş:
    -Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünkü gıybet, zayıf, zelil ve aşağıların silahıdır."
    Büyüklerden öğrendiğimize göre, gıybet ancak bazı özel hallerde yapılabilir:
    1) Hakkını yiyen bir adamın, ilgili makama şikayet suretinde yapılan gıybeti gıybet değildir.
    2) Bir kötülüğü, bir yolsuzluğu, bir günahı önlemek amacıyla, belli yerlere be makamlara anlatmak…
    3) Kendisiyle meşveret eden birine, başka biri hakkında fikir söylemek de gıybet değildir. Mesela kendisiyle ortaklık yapılacak olan biri soruluyorsa, gerektiğinde, "Onunla ortaklık etme zarar görürsün!" denilebilir.
    4) Tahkir ve teşhir amacı taşımadan, sırf tanıtmak için biri hakkında konuşulabilir. İcabında tuhaf ve saçma da olsa lâkabı söylenebilir.
    5) Günahı açıktan işleyen, fenalıktan sıkılmayan, hatta onunla da yetinmeyip işlediği günahla iftihar edeni zulmünden lezzetlenen kişiler için de gıybet söz konusu değildir. Çünkü bunlar zaten kötülüğü açıktan yapan, mütecahir fasıktırlar. Başka bir art niyet taşımaksızın, sırf Hak rızası ve iyilik olsun diye, bu konularda konuşulanlar gıybet sayılmamıştır.
    Aksi halde, işin içine başka niyetler karışırsa, Efendimiz'in (SAV) diliyle,
    "Ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi, gıybet de Salih amelleri yer bitirir."
    VEHBİ VAKKASOĞLU

  • Image Description
    yolcu
    20.04.2009

    4291 - Hz. Ebu Hüreyre radıyAllahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
    "Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?"
    "Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. Bunun üzerine:
    "Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!" açıklamasını yaptı. Orada bulunan bir adam:
    "Ya benim söylediğim anda varsa, (Bu da mı gıybettir?)" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
    "Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftirada) bulundun demektir."
    Ebu Davud, Edeb 40, (4874); Tirmizi, Birr 23, (1935); Müslim, Birr 70, (2589).
    4292 - Hz. Aişe radıyAllahu anha anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, sana Safiyye'deki şu şu hal yeter!" demiştim. (Bundan memnun kalmadı ve
    "Öyle bir kelime sarfettin ki, eğer o denize karıştırılsaydı (denizin suyuna galebe çalıp) ifsad edecekti" buyurdu. Hz. Aişe ilaveten der ki: "Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a bir insanın (tahkir maksadıyla) taklidini yapmıştım. Bana hemen şunu söyledi:
    "Ben bir başkasını (kusuru sebebiyle söz veya fiille) taklid etmem. Hatta (buna mukabil) bana, şu şu kadar (pek çok dünyalık) verilse bile!"
    Ebu Davud, Edeb 40, (4875); Tirmizi, Sıfatu'l-Kıyame 52, (2503, 2504).
    4293 - Hz. Enes radıyAllahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
    "Mirac gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yüzlerini (ve göğüslerini) tırmalıyorlardı.
    "Ey Cebrail! Bunlar da kim?" diye sordum.
    "Bunlar, dedi, insanların etlerini yiyenler ve ırzlarını (şereflerini) payimal edenlerdir."
    Ebu Davud, Edeb 40, (4878, 4879).
    4294 - Müstevrid radıyAllahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
    "Kim bir müslüman(ı gıybet ve şerefini payimal etmek) sebebiyle tek lokma dahi yese, Allah ona mutlaka onun mislini cehennemden tattıracaktır. Kime de müslüman bir kimse(ye yaptığı iftira, gıybet gibi bir) sebeple (mükafaat olarak) bir elbise giydirilirse, Allah Teâla Hazretleri mutlaka, onun bir mislini cehennemden ona giydirecektir. Kim de (malı, makamı olan büyüklerden) bir adam sebebiyle bir makam elde eder (orada salâh ve takva sahibi bilinerek para ve makama konmak için riyakarlıklara girer)se Allah Teâla Hazretleri Kıyamet günü onu mürâiler makamına oturtarak (rezil eder ve mürailere münasib azabla azablandırır.)"
    Ebu Davud, Edeb 40, (4881).
    4295 - Sa'id İbnu Zeyd radıyAllahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
    "Ribânın en kötüsü, haksız yere müslümanın ırzını (manevi şahsiyetini) rencide etmektir."
    Ebu Davud, Edeb 40, (4876).
    4296 - Muaz İbnu Esed el-Cüheni radıyAllahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
    "Kim bir mü'mini bir münafığa (gıybetçiye) karşı himaye ederse, Allah da onun için, Kıyamet günü, etini cehennem ateşinden koruyacak bir melek gönderir. Kim de müslümana kötülenmesini dileyerek bir iftira atarsa, Allah onu, Kıyamet günü, cehennem köprülerinden birinin üstünde, söylediğinin (günahından paklanıp) çıkıncaya kadar hapseder."
    Ebu Davud, Edeb 41, (4883).
    4297 - Hz. Cabir ve Hz. Ebu Hüreyre radıyAllahu anhüma anlatıyor:
    "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
    "Ne fâsık ne de mücâhir (günahı açıktan işleyen) kimse için söylenen gıybet sayılmaz. Mücâhir olan hariç, bütün ümmetim affa mazhar olmuştur."
    Rezin ilavesidir. Buhari'de ikinci kısım mevcuttur. Edeb, 60; Müslim, zühd 52, (2990).
    4298 - Hz. Huzeyfe raadıyAllahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kattat (söz taşıyan) cennete girmeyecektir."
    Müslim'in rivayetinde "nemmâm cennete girmeyecektir" şeklinde gelmiştir.
    Buhari, Edeb 50, Müslim, İman 169, (105); Ebu Davud, Edeb 38, (4771); Tirmizi, Birr 79, (2027).
    4299 - İbnu Mes'ud radıyAllahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Bana kimse, ashabımın birinden (canımı sıkacak bir) şey getirmesin. Zira ben, sizin karşınıza, içimde hiç bir şey olmadığı halde çıkmak istiyorum."
    Tirmizi, Menakıb (3893); Ebu Davud, Edeb 33, (4860).

  • Image Description
    yolcu
    20.04.2009

    Dinimiz, insanların, ayıbını, kusurunu araştırmayı, ortaya çıkarmayı değil, bunları örtmeyi, onlar hakkında iyi düşünmeyi emretmektedir. Bir Müslümanın ayıbını, arkasından söylemenin gıybet, müminleri haram işleyici yani fasık zannetmenin de, su-i zan ve bunların da haram olduğunu bilmelidir. Bir kimse, din kardeşinin ayıbını görünce, ona hüsn-i zan etmeli, iyi şeyle yorumuna çalışmalı, onu ıslah etmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    [b](Su-i zan etmeyiniz. Su-i zan, yanlış karar vermeye sebep olur. İnsanların gizli şeylerini araştırmayınız, kusurlarını görmeyiniz, münakaşa etmeyiniz, haset etmeyiniz, birbirinize düşmanlık etmeyiniz, birbirinizi çekiştirmeyiniz, kardeş gibi sevişiniz. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, yardım eder. Onu, kendinden aşağı görmez.)
    [/b]
    Günah işleyen bir kimseyi görünce, kendi günahlarımızı hatırlamalıyız, affedilmezsek, başımıza gelecek azapları düşünmeliyiz. Yusuf bin Esbat hazretleri buyuruyor ki:
    “Güzel ahlakın alametleri; arkadaşının söylediğine itiraz etmeyip, kabul etmek. Kendine ve herkese ve hatta her mahluka karşı merhametli ve insaflı olmak. Kimsenin ayıbını araştırmamak. Başkasında bir kusur görünce, dalgınlıkla olmuştur, istemeyerek yapmıştır diyerek iyiye yormak. Kendisinden özür dileyenlerin özürlerini kabul etmek. Başkalarından gelen sıkıntı ve eziyetlere sabır ve tahammül etmek. Başkalarının kusurlarını araştırmak yerine, kendi kusur ve kabahatlerini düşünüp araştırmak, düzeltmeye çalışmak. Büyük, küçük herkese karşı edepli, tatlı dilli, güler yüzlü olmaktır.”
    Allahü teâlâ sabredenleri, iyilik yapanları, insanlara hizmet edenleri, nasihat verenleri, tatlı dilli, güler yüzlü olanları, iyi iş yapanlara yardım edenleri sever. Kendini beğenenleri ise, sevmez. Bunun için, Allahü teâlânın sevdiği güzel işleri yapmalıyız ve güzel huylu olmalıyız. Müslüman dili ile, eli ile kimseyi incitmez. Çünkü başkasını incitmek günahtır ve fitne çıkmasına sebep olur ki, daha büyük günahtır. Peygamber efendimiz; (Allahü teâlânın ahlakı ile huylanınız!) buyurmuştur. Allahü teâlânın sıfatlarından birisi Settardır ki, günahları örtücüdür demektir. Müslümanın da din kardeşinin ayıbını, kusurunu örtmesi lazımdır. Allahü teâlâ, kullarının günahlarını affedicidir. Müslümanlar da, birbirlerinin kusurlarını, kabahatlerini affetmelidir. Allahü teâlâ kerimdir, rahimdir. Yani lutfü, ihsanı boldur ve merhameti çoktur. Müslümanın da, cömert ve merhametli olması lazımdır.
    Sa’di Şirazi hazretleri buyuruyor ki:
    “Dil, şükretmek içindir. Rabbini bilen, dilini gıybet için kullanmaz. Kulak; Kur’an-ı kerim ve nasihat dinlemek içindir. Bâtıl ve boş sözler için değildir. Göz; Allahü teâlânın kudret ve sanatını görmek içindir. Eşin dostun ayıbını görmek için değildir.”
    Kötü kimseler, insanların ayıplarını arayıp, yüzüne çarparlar. İyi kimseler ise, insanların ayıplarını pek görmezler. Sırri-yi Sekati hazretleri; “Bir kimsenin ahmak olduğuna alamet, kendi ayıbını bırakıp, başkasının ayıbıyla uğraşmasıdır” buyurmuştur.
    Bir kimse, İbrahim bin Edhem hazretlerine, kendinde bulunan ayıpları, kusurları bildirmesi için yalvarınca; “Seni kendime dost edindim. Her halin, her hareketin, bana güzel görünüyor. Ayıbını başkalarına sor” cevabını vermiştir.
    Peygamber efendimiz, kimsenin ayıbını yüzüne vurmaz, kimseden şikayet etmez ve arkasından söylemezdi. Bir kimsenin sözünü veya işini beğenmediği zaman; (Bazı kimseler, acaba neden şöyle yapıyorlar?) buyururdu. Bir kimse, başkasında bir ayıp görünce, bunu hemen kendinde araması, kendinde bulursa, bundan kurtulmaya çalışması lazımdır.
    Kimsenin ayıbını meydana çıkarmaya çalışmamalı, gizli hallerini araştırmamalıdır! Peygamber efendimiz buyurdu ki:
    [b](Mirac gecesi birtakım insanlar gördüm ki, çok feci ve elim bir şekilde kendi kendilerine azap ediyorlardı. Cebrail aleyhisselama sordum ki, ya Cebrail, bunların günahı nedir? Niçin böyle kendi kendilerine azap ederler? Cebrail aleyhisselam dedi ki, bunlar başkalarının ayıplarını meydana çıkaranlardır.)
    [/b]
    Netice olarak; kendini hiçbir Müslümandan üstün bilmemelidir. Her Müslümanı kendinden üstün tutmalı ve herhangi bir Müslümanı görünce, kendi saadetinin, onun duasını almakta olabileceğine inanmalıdır. Bunun için kimsenin ayıbına bakmamalı, kendi ayıplarını görmelidir. İnsanların ayıplarını, kusurlarını, araştırmamalı, görmemelidir. Zira insanların kusurlarını araştıran, ayıplarını gören bir kimse, insanların hedefi olur. İdris aleyhisselamın buyurduğu gibi:
    “Akıllı kimse başkalarının aybına bakmaz ve kişinin ayıbını yüzüne vurmaz. Malı çoğaldıkça, mağrur olup ahlakını bozmaz.”

    Osman Ünlü

  • Image Description
    yolcu
    20.04.2009

    Gıybet, bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek, başka bir deyimle, kendimize söylendiği zaman hoşlanmayacağımız bir şeyi, din kardeşimiz hakkında arkasından konuşmamız anlamına gelir. Halk arasında dedikodu, gıybet ile aynı anlamda kullanılır.
    Başkalarına kardeşinin ayıplarını anlatmak onun hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek demek olduğundan, ancak dil ile söylemek haram olmuştur. Kaş-göz işareti yapmak, imâ, işaret ve yazı gibi gıybet anlamı ifade eden her hareket de gıybettendir. Meselâ elle birisinin uzun veya kısa boyluluğuna işaret etmek, bir şahsın ayıpları hakkında yazı yazmak gıybettir. Gıybeti tasdik etmek de gıybettir. Gıybet yapılan yerde susan kişi gıybete ortak olmuş olur. Diliyle gıybetçiye karşı duramayanın kalbiyle inkâr etmesi gerekir. (İmam Gazzâli, Zübdetü'l-İhya,
    Allah Resulu şöyle buyurur: "Bir kimse yanında hakarete maruz kalan bir mümine gücü yettiği halde yardım etmezse, Allah o kimseyi kıyâmet gününde insanların önünde rezil eder" (Tebarâni).

    Hz. Ebu Hüreyre radıyAllahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
    Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?"
    Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. Bunun üzerine:
    Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!" açıklamasını yaptı. Orada bulunan bir adam:
    Ya benim söylediğim onda varsa, (Bu da mı gıybettir?)" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
    Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftirada) bulundun demektir."
    Ebu Davud, Edeb 40, (4874)
    Hz. Aişe radıyAllahu anha anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, sana Safiyye'deki şu şu hal yeter!" demiştim. (Bundan memnun kalmadı ve:)
    "Öyle bir kelime sarfettin ki, eğer o denize karıştırılsaydı (denizin suyuna galebe çalıp) ifsad edecekti" buyurdu. Hz. Aişe ilaveten der ki: "Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a bir insanın (tahkir maksadıyla) taklidini yapmıştım. Bana hemen şunu söyledi:
    "Ben bir başkasını (kusuru sebebiyle söz veya fiille) taklid etmem. Hatta (buna mukabil) bana, şu şu kadar (pek çok dünyalık) verilse bile!"
    Ebu Davud, Edeb 40, (4875)
    Hz. Enes radıyAllahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
    "Mirac gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yüzlerini (ve göğüslerini) tırmalıyorlardı.
    "Ey Cebrail! Bunlar da kim?" diye sordum.
    Bunlar, dedi, insanların etlerini yiyenler ve ırzlarını (şereflerini) payimal edenlerdir."
    Ebu Davud, Edeb 40, (4878, 4879)
    Müstevrid radıyAllahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
    Kim bir müslüman(ı gıybet ve şerefini payimal etmek) sebebiyle tek lokma dahi yese, Allah ona mutlaka onun mislini cehennemden tattıracaktır. Kime de müslüman bir kimse(ye yaptığı iftira, gıybet gibi bir) sebeple (mükafaat olarak) bir elbise giydirilirse, Allah Teâla Hazretleri mutlaka, onun bir mislini cehennemden ona giydirecektir. Kim de (malı, makamı olan büyüklerden) bir adam sebebiyle bir makam elde eder (orada salâh ve takva sahibi bilinerek para ve makama konmak için riyakarlıklara girer)se Allah Teâla Hazretleri Kıyamet günü onu mürâiler makamına oturtarak (rezil eder ve mürailere münasib azabla azablandırır.)"
    Ebu Davud, Edeb 40, (4881).
    Sa'id İbnu Zeyd radıyAllahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
    "Ribânın en kötüsü, haksız yere müslümanın ırzını (manevi şahsiyetini) rencide etmektir."
    Ebu Davud, Edeb 40, (4876).
    Muaz İbnu Esed el-Cüheni radıyAllahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
    "Kim bir mü'mini bir münafığa (gıybetçiye) karşı himaye ederse, Allah da onun için, Kıyamet günü, etini cehennem ateşinden koruyacak bir melek gönderir. Kim de müslümana kötülenmesini dileyerek bir iftira atarsa, Allah onu, Kıyamet günü, cehennem köprülerinden birinin üstünde, söylediğinin (günahından paklanıp) çıkıncaya kadar hapseder."
    Ebu Davud, Edeb 41, (4883).
    Hz. Huzeyfe raadıyAllahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kattat (söz taşıyan) cennete girmeyecektir."
    Müslim'in rivayetinde "nemmâm cennete girmeyecektir" şeklinde gelmiştir.
    İbnu Mes'ud radıyAllahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Bana kimse, ashabımın birinden (canımı sıkacak bir) şey getirmesin. Zira ben, sizin karşınıza, içimde hiç bir şey olmadığı halde çıkmak istiyorum."
    Ebu Davud, Edeb 33, (4860).

  • Image Description
    yolcu
    20.04.2009

    Gıybet Efendimiz'in ifadeleriyle mümin kardeşinin hoşuna gitmediği bir şeyi onun gıyabında söylemektir.Kur'an-Kerim gıybeti bir müminin diğer bir mümin kardeşinin ölü etini yemeye benzetmiş ve bu çirkin fiili haram kılmıştır.(Hucurat,49/12) Bununla birlikte gıybet bazı durumlarda caiz görülmüştür:
    *Zulümden şikayet etmek:Zulme uğrayan bir insanın uğradığı haksızlığı bir üst makama iletmesi gıybet değildir.
    *Islah maksadıyla söylenen sözler:Islah maksadıyla bir kişinin yaptığı kötülükleri anlatmak ve bu kötülükleri gidermek için konuşmak gıybet dairesine girmemektedir.
    *Fetva istemek:Eşinden rahatsız olan bir kişinin bir müftiye giderek "Eşim çok cimridir,bana geçim için yetecek kadar para vermiyor.İzinsiz olarak cebinden para alabilir miyim?" şeklinde ondan fetva istemesi gıybet değildir.
    *Bir mü'mini kötülükten korumak:Bir iş kuracak olan adam oratağının güvenilir birisi olup olmadığını araştırırken bu mevzuda etrafındaki insanların o kişinin güvensiz bir insan olduğunu ifade etmek için "Bu adam üç kağıtçı,dolandırıcı,çarpabilir." gibi ifadeler kullanmaları gıybet değildir.
    *Lakabı söylemek:Kişinin üzerinde bulunan ve o özelliğiyle tanınan birisinin bir özründen dolayı "Kel,aksak...." gibi ifadelerle isimlendirilmesi gıybet değildir.
    *Bir günahı açıkca işleyen ve bununla övünen kişi:Bir günahı açıkça işleyen ve bunu bir övünç vesilesi yapan kişi hakkında da örneğin "İçkici,kumarcı,zinacı..." demek gıybet değildir

  • Image Description
    yolcu
    20.04.2009

    Kur'ân-ı Kerîm gıybeti, ölmüş kardeşinin etini yemeye benzetiyor.
    Yüce Yaratıcı'nın bu ikazına rağmen, Müslümanlar bu büyük günaha ara
    vermeden devam ediyorlar.
    Gıybet, hakkında konuştuğumuz kişinin duyduğunda hoşlanmayacağı sözlerdir.
    Başkalarını, yanımızda bulunmayanları, gıyaplarında çekiştirmektir.
    Çoğu kişi söylenenler doğru olursa, gıybet sayılmayacağını sanıyor. Oysa
    söylenen doğruysa, gıybettir.
    Eğer söylenen doğru değilse, o zaman çifte günah imleniyor demektir. Çünkü
    birine yapmadığı bir kötülük isnat edilirse, bu işin adı iftiradır.
    Benim başıma sıkça gelmektedir. Gıybete başlayan birini ikaz ettiğim zaman,
    çoğu defa feveran ediyor ve diyor ki:
    -Yemin ederim anlattıklarım tamamen doğrudur. Gözlerimle gördüm!
    İşte budur gıybet...
    Doğru da olsa, anlattığın yerde bulunmayan kişinin duyunca hoşlanmayacağı
    şeylerdir...
    Beni bir dernek lokalinde sohbet için davet etmişlerdi. Sohbetin konusunu
    gıybet olarak tespit etmiştik. Bir saatlik konuşmanın sonunda,
    dinleyicilerimden nüktedan bir zat dedi ki:
    -İyi de efendi, biz şimdi burada sabah akşam ne konuşacağız?
    Bu arif kişi çok doğru söylüyordu.
    Birçok sohbet mekânında, gerçekten gıybet yapılmasa, söz öylesine azalır
    ki...
    Bakıyorsunuz, kahvede, lokalde, çayhanede, ev toplantılarında hep gıybet
    var.
    Ya bir siyasînin, ya bir komşunun, ya bir sanatçının, ya bir akrabanın
    gıybeti yapılıyor.
    Yani Kur'ân'ın deyimiyle, ölmüşünün eti yeniliyor.
    Oysa bu türlü konuşmaların hiçbir faydası yoktur.
    Üstelik insanın içini karartır, ümitsizleştirir ve toplumdaki güven
    duygularını yok eder.
    Hem zaman israf edilmiş, hem de durduk yere günaha girilmiş olur...
    Gıybet, yapanın içini karartır, kendine olan saygısını kaybettirir.
    Hep başkalarıyla uğraşan, kendisinin değersizliğini kabul ediyor demektir.
    Bahsedeceği şeyi bilmeyen, kültürsüz, fikirsiz insan hep konuşur. En kolay
    sohbet mevzuu olan gıybete kayar.
    Çünkü kendi değerleriyle kendini kabul ettiremeyenler, başkalarının
    eksikliklerini söyleyerek bir varlık göstermek isterler. Ötekini batırarak
    kendini yüceltmeyse şerefli insanlara yakışmayan kötü bir haslettir.
    Gıybet, yapısını, fıtratını bozduğu insanların meydana getirdiği toplumları
    da zehirler. Kimse kimseden emin olamaz.

    Gıybet, içinde taşıdığı sû-i zan, zarar verme, kıskançlık gibi birçok kötü
    duygular sebebiyle toplum hayatını çürütüyor.
    İnsan kendi nefsiyle kendi hata ve günahlarıyla uğraşacağı yerde hep
    başlarınınkiyle meşgul olmayı iş ediniyor. Başkalarının hatalarıyla
    uğraşansa, kendine dönüp bakma fırsatını bulamıyor.
    Gıybet ağızdan ağza dolanırken şekil ve muhteva değiştiriyor.
    İşin içine yalanlar karışıyor. Yani günah adedi artıyor.
    Bazı gıybet konuları da ağızdan ağza eğrilerek dolaşıyor ve hakikatinden
    ayrılıyor.
    Bu türlü gıybetlerin ne dinleyicisi, ne de taşıyıcısı olalım.
    Çünkü hem insanlığa, hem de Müslümanlığa ters bir durumdur.
    İmam-ı Şafii hâzretleri buyuruyor ki:
    "Süt dolu bir tasın etrafında dolaşan ağzı süt bulaşığı bir kedi görseniz,
    kedinin o tastan süt içtiğine şahitlik etmeyin."
    Çünkü kedinin o tastan süt içtiğini söyleyebilmeniz için, kediyi süt içerken
    bizzat görmeniz gerekir.
    Hasan Basrî Hazretleri, gıybetini yapan kişilere değerli hediyeler
    gönderirmiş... Sebebini soranlara da dermiş ki:
    - Onlar benim gıybetimi yapmak suretiyle, iyiliklerinin ve ibadetlerinin
    sevabını bana hediye ediyorlar. Onların bana verdiklerinin yanında, benim
    onlara verdiğimin hiçbir kıymeti yoktur...
    Gıybet iki kişiyle yapılır:
    1) Söyleyen,
    2) Dinleyen.
    Dolayısıyla gıybet edenle, gıybete kulak veren, suç ortağıdır.
    Çünkü dinlemek söyleneni paylaşmaktır.
    Hele bu gıybet çirkinliğini basın yoluyla yapanlar, bir anda bir gıybeti
    binlerce, milyonlarca kişiyle paylaşmış ve çoğaltmış oluyorlar.
    İnsanların özel hallerine, mahrem mekanlarına, şahsi sırlarına ulaşmak ve
    bunları söze, sohbete konu yapmak, hangi yolla, kim tarafından ve kim için
    yapılırsa yapılsın gıybettir.
    Bir toplantıda, hepsi de benden küçük yaşta bulunan insanlar gıybete
    başlayınca kalkmış ve demiştim ki:
    -Beyler, ben dışarıya çıkıyorum. Gıybetiniz bitince haber verin, hemen
    dönerim...
    Beni özür dileyerek oturttular. Sonra da toplantıya başkanlık eden genç
    işadamı dedi ki:
    -Arkadaşlar, hocam doğru düşünüyor... Gıybet etmeyelim, arkadaşlarımızı
    çekiştirmeyelim. Çünkü biz de onları çekiştirirsek, onarın durumuna düşmüş
    oluruz.
    Toplumumuz Öylesine bir gıybet bataklığına dönüşmüş ki, "gıybet etmeyelim"
    derken de gıybet ettiriyor. Böyle bozulmuş bir ortamda bile bana güzel
    gönüllü insanlar rastlar.
    Derler ki:
    -Hakkınızı helâl ediniz ve bizi bağışlayınız... Biz sizi böyle bilmiyorduk,
    çok gıybetinizi yaptık geçmişte. Acaba bildikleri gibi olsam, gıybet yapmaya
    hakları olacak mıydı? Ama hiç olmazsa helallik alıp bir kul hakkından
    kurtulmuş oluyorlar.
    Bu şekilde helallik isteyenlere yumuşak ve dostça davranalım ki, sayıları
    çoğalsın...
    Biz de gıybetini ettiklerimize korkusuzca başvurup af isteyelim.
    -Sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? diyerek gıybeti,
    hem aklen, hem kalben, hem insaniyetten, hem vicdanen, hem fıtraten ve hem
    de milliyeten kötüleyen ve yasaklayan Kur'ân-ı Kerîm'dir.
    Bu sebeple, Müslümanlar gıybeti de artık büyük günahlar arasına almalı,
    uygulamalıdırlar.
    Gıybet düşmanlığı iş edinenlerin, kıskançların ve inatçıların en çok
    kullandıkları alçakça bir silahtır. "İzzet-i nefis sahibi, bu pis silaha
    tenezzül edip kullanmaz. Nasıl meşhur bir zat demiş:
    -Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül
    etmiyorum. Çünkü gıybet, zayıf, zelil ve aşağıların silahıdır."
    Büyüklerden öğrendiğimize göre, gıybet ancak bazı özel hallerde yapılabilir:
    1) Hakkını yiyen bir adamın, ilgili makama şikayet suretinde yapılan gıybeti
    gıybet değildir.
    2) Bir kötülüğü, bir yolsuzluğu, bir günahı önlemek amacıyla, belli yerlere
    be makamlara anlatmak.
    3) Kendisiyle meşveret eden birine, başka biri hakkında fikir söylemek de
    gıybet değildir. Mesela kendisiyle ortaklık yapılacak olan biri soruluyorsa,
    gerektiğinde, "Onunla ortaklık etme zarar görürsün!" denilebilir.
    4) Tahkir ve teşhir amacı taşımadan, sırf tanıtmak için biri hakkında
    konuşulabilir. İcabında tuhaf ve saçma da olsa lâkabı söylenebilir.
    5) Günahı açıktan işleyen, fenalıktan sıkılmayan, hatta onunla da yetinmeyip
    işlediği günahla iftihar edeni zulmünden lezzetlenen kişiler için de gıybet
    söz konusu değildir. Çünkü bunlar zaten kötülüğü açıktan yapan, mütecahir
    fasıktırlar. Başka bir art niyet taşımaksızın, sırf Hak rızası ve iyilik
    olsun diye, bu konularda konuşulanlar gıybet sayılmamıştır.
    Aksi halde, işin içine başka niyetler karışırsa, Efendimiz'in (SAV) diliyle,
    "Ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi, gıybet de Salih amelleri yer bitirir."