BOSTAN VE GÜLİSTAN
Osmanlı padişahlarından Dördüncü Murat, bir gün vezirine şöyle sorar:
- Farsça biliyor musun?
Hükümdarın bu sorusu veziri ümitlendirir ve kendi kendine konuşmaya başlar:
- Efendimiz, beni İran elçisi olarak görevlendirmek istiyordu. Ne yazık ki bu lisanı bilmeyişim işi bozdu.
Vezir, o günden itibaren kesin kararını verdi. Aylarca çalıştıktan sonra Farsçayı mükemmel bir şekilde öğrendi. Durumu münasip bir lisanla Dördüncü Murat’a arzetti. Padişah ise şu cevabı verdi:
- O halde sana tavsiye ediyorum: Sadi’nin Bostanı’nı ve Gülistanını sık sık oku!
Paşa hazretleri, bu cevaptan sonra herhalde büyük bir hayâl kırıklığına uğramıştır. Halbuki Şark’ın dehâsı Şirazlı Sadi’nin bu iki şaheserini aslından okuyabilmek, öyle manevî haz verir ki, - vezirlik de dahil- hiçbir dünyevî saltanat onun yerini tutamaz. Maddî ve dünyevî makamların sunduğu mutluluk tabloları –hiç şüphesiz- geçicidir. Maneviyat pınarlarının suyu ise, hiçbir zaman kesilmez. İşte Bostan ve Gülistan böyle bir çeşmenin gürül gürül akan iki musluğudur. Ve yüzyıllardan beri nice teşnegânın harâretini gidermektedir.
Biz de bugün Bostan’ı ve Gülistan’ı, aslından değilse bile, tercümelerinden okuyor, kabiliyetimiz nisbetinde istifade etmeye çalışıyoruz. Merhum Muallim Kilisli Rıfat Bilge ile Hikmet İlaydın Bey tarafından yapılan tercümelerin, emsaline göre daha mükemmel olduğunu söyleyebiliriz. Sadi ve eserleri hakkında merhum Tahirü’l – Mevlevi’nin dikkate değer çalışmaları olduğunu biliyoruz. Fakat bunlar müteferrik halde bulundukları ve kısmen unutuldukları için –ne yazık ki- gereği kadar yararlanamıyoruz.
İran edebiyatının üç büyük temsilcisinden Firdevsî destanda, Hâfız lirizmde, Sâdî ise insan ruhunu en derin noktalarına varıncaya kadar kuşatmakta zirveye çıkmıştır. Bir Arap atasözünde deniliyor ki: “Söz ruhtan çıkarsa ruha girer. Ağızdan çıkarsa kulağın sınırını aşamaz!” Sadi’nin sözleri ruhtan çıktığı için asırlardır insanların iç dünyalarını aydınlatmaya devam ediyor. Büyük şairimiz Mehmet Akif Ersoy da konuya bu açıdan bakıyor. Sadi hakkında kaleme aldığı bir makalede şöyle bir cümle kullanıyor: “Avrupalılarca dünyaya gelen şairlerin, Homeros’tan sonra en büyüğü kabul edilen Firdevsî’yi ne yapayım? Altmış bin beyitlik “Şehname”si, “Bostan”ın yedi sekiz beyitlik iki hikayesi kadar insanlığa hizmet edebilmiş midir?
Ziya Paşa, şu iki mısra ile meselenin özünü ortaya koyuyor:
“Bir kimse okursa Bostan’ı
Anlar o zaman nedir cihanı”
[b]Ahmak Hayâl Edebilir mi?[/b]
Bir gün bir kitapçıda oturuyordum. Derken içeriye orta yaşlı bir adam girdi. Şaşkın ördek gibi sağa sola bakındıktan sonra, elindeki listeye şöyle bir göz attı. Garip bir tavırla sordu:
- Sizde Baston ve Ahmakı Hayâl var mı?
Sürat-i intikal sahibi olmadığı veya mesleği olmasına rağmen kitapları iyi tanımadığı anlaşılan dükkan sahibi, cevap vermek için bir süre tereddüt etti. İster istemez araya girdim; “Beyefendi, Sadi’nin Bostan’ıyla, Şehbendezâde Filibeli Ahmet Hilmi’nin A’mak-ı Hayâl’ini soruyor” dedim. Bostan korkuluğu gibi dikilen adam, başını sallayarak, “Evet onları istiyorum” dedi. Bostan’ın ve Gülistan’ın adını bile doğru dürüst söyleyemeyen insanların çoğunlukta bulunması, kitap cahillerinin, sözüm ona kitapçıların arasında zuhur etmesi, Bostan’da ve Gülistanda artık bülbüllerin değil, baykuşların öttüğünü, gül mevsiminin hazin bir şekilde bittiğini gösteriyor.
Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi Bey’in şaheseri “A’mak-ı Hayâl”den de “Ahmak-ı Hayal” diye söz edilmesi –ne yazık ki- ahmak sayısında büyük bir patlama ve hortlama olduğunu gözler önüne seriyor. Halbuki muhterem müellifinin bu eseri, “Humaka” için değil, üdebâ, şuara, zürefâ ve mutasavvife için yazdığı erbabınca çok iyi biliniyor. Adı geçen eser, hamakat sahibi adamları değil, hayalin derinliklerine dalmasını bilen engin ve zengin ruhlu insanları Raci ile birlikte manevi bir yolculuğa çıkarıyor. Kısacası okuyucuyu tasavvuf deryasında, arîz ve amîk bir tarzda dolaştırıyor ve Aynalı Baba ile vuslata erdiriyor. Humk-i Amik derin ahmaklık, “a’mak-ı hayal” ise hayal dünyasının derinliği demektir.
Derin devleti isteyene verin, bana derin hayal gerek.!..
(Dursun Gürlek)
- Farsça biliyor musun?
Hükümdarın bu sorusu veziri ümitlendirir ve kendi kendine konuşmaya başlar:
- Efendimiz, beni İran elçisi olarak görevlendirmek istiyordu. Ne yazık ki bu lisanı bilmeyişim işi bozdu.
Vezir, o günden itibaren kesin kararını verdi. Aylarca çalıştıktan sonra Farsçayı mükemmel bir şekilde öğrendi. Durumu münasip bir lisanla Dördüncü Murat’a arzetti. Padişah ise şu cevabı verdi:
- O halde sana tavsiye ediyorum: Sadi’nin Bostanı’nı ve Gülistanını sık sık oku!
Paşa hazretleri, bu cevaptan sonra herhalde büyük bir hayâl kırıklığına uğramıştır. Halbuki Şark’ın dehâsı Şirazlı Sadi’nin bu iki şaheserini aslından okuyabilmek, öyle manevî haz verir ki, - vezirlik de dahil- hiçbir dünyevî saltanat onun yerini tutamaz. Maddî ve dünyevî makamların sunduğu mutluluk tabloları –hiç şüphesiz- geçicidir. Maneviyat pınarlarının suyu ise, hiçbir zaman kesilmez. İşte Bostan ve Gülistan böyle bir çeşmenin gürül gürül akan iki musluğudur. Ve yüzyıllardan beri nice teşnegânın harâretini gidermektedir.
Biz de bugün Bostan’ı ve Gülistan’ı, aslından değilse bile, tercümelerinden okuyor, kabiliyetimiz nisbetinde istifade etmeye çalışıyoruz. Merhum Muallim Kilisli Rıfat Bilge ile Hikmet İlaydın Bey tarafından yapılan tercümelerin, emsaline göre daha mükemmel olduğunu söyleyebiliriz. Sadi ve eserleri hakkında merhum Tahirü’l – Mevlevi’nin dikkate değer çalışmaları olduğunu biliyoruz. Fakat bunlar müteferrik halde bulundukları ve kısmen unutuldukları için –ne yazık ki- gereği kadar yararlanamıyoruz.
İran edebiyatının üç büyük temsilcisinden Firdevsî destanda, Hâfız lirizmde, Sâdî ise insan ruhunu en derin noktalarına varıncaya kadar kuşatmakta zirveye çıkmıştır. Bir Arap atasözünde deniliyor ki: “Söz ruhtan çıkarsa ruha girer. Ağızdan çıkarsa kulağın sınırını aşamaz!” Sadi’nin sözleri ruhtan çıktığı için asırlardır insanların iç dünyalarını aydınlatmaya devam ediyor. Büyük şairimiz Mehmet Akif Ersoy da konuya bu açıdan bakıyor. Sadi hakkında kaleme aldığı bir makalede şöyle bir cümle kullanıyor: “Avrupalılarca dünyaya gelen şairlerin, Homeros’tan sonra en büyüğü kabul edilen Firdevsî’yi ne yapayım? Altmış bin beyitlik “Şehname”si, “Bostan”ın yedi sekiz beyitlik iki hikayesi kadar insanlığa hizmet edebilmiş midir?
Ziya Paşa, şu iki mısra ile meselenin özünü ortaya koyuyor:
“Bir kimse okursa Bostan’ı
Anlar o zaman nedir cihanı”
[b]Ahmak Hayâl Edebilir mi?[/b]
Bir gün bir kitapçıda oturuyordum. Derken içeriye orta yaşlı bir adam girdi. Şaşkın ördek gibi sağa sola bakındıktan sonra, elindeki listeye şöyle bir göz attı. Garip bir tavırla sordu:
- Sizde Baston ve Ahmakı Hayâl var mı?
Sürat-i intikal sahibi olmadığı veya mesleği olmasına rağmen kitapları iyi tanımadığı anlaşılan dükkan sahibi, cevap vermek için bir süre tereddüt etti. İster istemez araya girdim; “Beyefendi, Sadi’nin Bostan’ıyla, Şehbendezâde Filibeli Ahmet Hilmi’nin A’mak-ı Hayâl’ini soruyor” dedim. Bostan korkuluğu gibi dikilen adam, başını sallayarak, “Evet onları istiyorum” dedi. Bostan’ın ve Gülistan’ın adını bile doğru dürüst söyleyemeyen insanların çoğunlukta bulunması, kitap cahillerinin, sözüm ona kitapçıların arasında zuhur etmesi, Bostan’da ve Gülistanda artık bülbüllerin değil, baykuşların öttüğünü, gül mevsiminin hazin bir şekilde bittiğini gösteriyor.
Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi Bey’in şaheseri “A’mak-ı Hayâl”den de “Ahmak-ı Hayal” diye söz edilmesi –ne yazık ki- ahmak sayısında büyük bir patlama ve hortlama olduğunu gözler önüne seriyor. Halbuki muhterem müellifinin bu eseri, “Humaka” için değil, üdebâ, şuara, zürefâ ve mutasavvife için yazdığı erbabınca çok iyi biliniyor. Adı geçen eser, hamakat sahibi adamları değil, hayalin derinliklerine dalmasını bilen engin ve zengin ruhlu insanları Raci ile birlikte manevi bir yolculuğa çıkarıyor. Kısacası okuyucuyu tasavvuf deryasında, arîz ve amîk bir tarzda dolaştırıyor ve Aynalı Baba ile vuslata erdiriyor. Humk-i Amik derin ahmaklık, “a’mak-ı hayal” ise hayal dünyasının derinliği demektir.
Derin devleti isteyene verin, bana derin hayal gerek.!..
(Dursun Gürlek)
Konular
- Yaptıklarımızın Hesabını Vermeye Hazırlıklı Mısınız.
- Kur'an Nasıl Bir Devlet Yönetimini Öneriyor.
- Kendimize Rab lar Edindiğimizin Farkında Bile Değiliz.
- Sesli düşler
- Ömürden Kaybolan Bir Senemiz
- Yardıma ihtiyacım var
- Hakan Kenan Hoca
- Türkiye'nin Gururu Lingerium
- Zorunlu Trafik Sigortası
- Kur'an ın Bizlere İndirilme Amacını Doğru Anlamalıyız.
- Rivayetleri Aklamak Adına, Kur'an a Saygısızlık Yapmayalım.
- Allah ın Affetmesi, Şefaati Konusunu Nasıl Anlamalıyız.
- Hac Suresi 47, Zümer Suresi 42. Ayetlerin. Ölüm Ve Rüya İlişkisi.
- Allah ın Sınırlarını Aşarak, Kafirlerden Olmak İstemiyorsak.
- Kur'an neden arapça indirilmiştir. Zuhruf 2-3. Fussilet 44. Ayet.
- Elbette tek vatan bö-lü-ne-me----yiz
- Bizleri dinden saptıran en büyük yanlışımız.
- Çalışanlarınızın network trafiğini DeskGate ile inceleyin
- DeskGate en iyi sirket guvenlik programi
- Pekala ölmüyormuyuz
- Siber saldırı ve afetlere karşı veri yedekleme yazılımı DeskGate
- Işsizlik sel gibi
- Ad adres telefon
- Nuhilik (noahidizm)
- Isa beklenen yahudi mesih midir?
- Cümle kapısı..
- Karagöz İle Hacivat Konuşmaları 3
- Nasreddin Hoca Fıkraları
- Allah ın resulünün bizlere örnek oluşunu, hangi kaynaktan öğrenmeliyiz?
- Ayşecik İle Yasemin Sultan