Ayrılık çeşmesi kaldı yadigâr

İçine para ve altın gibi değerli eşyaların konulup ağzının sıkça bağlandığı keseye verilen isim olan “Surre” Osmanlı mâlî terimlerinde ellibin akçeye karşılık geldiğinden, maaş ve hesap özetlerinde de aynı isimle kullanılır, bir taraftan da “hediye” anlamı taşırdı. Dolayısıyla “surre” hem para kesesine, hem de para ve altının kendisine denirdi.



Her sene İstanbul’dan Anadolu ve Suriye üzerinden sıcak çöllere, Kutsal Topraklar’a, Mekke ve Medîne’ye doğru, başında özenle ve ihtişamla süslenmiş bir devenin bulunduğu “çok özel” bir kervan yola çıkardı. Bu kervan ilk kez Abbâsi Halifesi Mehdî zamanında uygulanan, sonraki yüzyıllardaki Abbâsi halifeleri ile sırasıyla Mısır’ın hâkimi olan Fâtımîler, Eyyûbiler ve Memluklular tarafından giderek artan sıklıkla yerine getirilen; Yavuz Sultan Selim’ den sonra Osmanlılar ile süreklilik kazanan; şimdi taşıdığı büyük anlamı ile birlikte tamamen unutulmuş bir geleneğin sembolü idi. Tâ ki İngiliz entrikalarının kutsal topraklar’a yerleştiği Birinci Dünya Savaşı’nın o meş’ûm 1915 yılına kadar.

Osmanlı pâdişahlarının, Mekke ve Medine’nin (Harameyn), ileri gelenlerinden en yoksullarına kadar dağıtılmak üzere özel bir törenle gönderdikleri para, altın ve armağanları taşıyan “Surre Alayı”, Hac mevsiminden önce, Receb Ayında yola çıkar, Şam’da Ramazan Ayı’nı geçirdikten sonra, Mekke’de gönderilen hediyeleri dağıtır. Hac’cı edâ eder ve dönerdi. Bu alay, gerek kervan ile birlikte hareket eden, gidiş ve dönüşteki törenlerine katılan çeşitli kesimlerden insanlar dolayısıyla, gerekse de taşıdığı “sevap kazanma” maksadı ile dağıtılan hediyeler vâsıtasıyla, büyük bir “sosyal olay” sayılmalıdır. Bugünün gözlükleri ile bakıldığında, birçoğuna sanki gereksiz bir törenler manzûmesi, şa’şâ imiş gibi gelen bu “alay”ın gönderilmesinin elbette siyasi önemi de bulunmaktaydı.
Sıkı hesaplar
İçine para ve altın gibi değerli eşyaların konulup ağzının sıkça bağlandığı keseye verilen isim olan “Surre” Osmanlı mâlî terimlerinde ellibin akçeye karşılık geldiğinden, maaş ve hesap özetlerinde de aynı isimle kullanılır, bir taraftan da “hediye” anlamı taşırdı. Dolayısıyla “surre” hem para kesesine, hem de para ve altının kendisine denirdi. Sıkı bir mâlî denetim altında ve çok güvenilir bir ekip ile gönderilen surre için, muhasebeye vâkıf görevliler tarafından, kimlere ne dağıtıldığını, nereden nereye neyin gönderildiğine dair ayrıntılı hesapları içeren “surre defteri” tutulmasıydı. Osmanlı’nın kutsal topraklara ve adaletli dağıtım ile sevap kazanmaya yönelik bu tutumu belgelenemeyecekti. Bu defterler, Kanunî tarafından 1559 yılından itibaren, düzenli olarak tutulmuşsa da, bazı yıllar, siyasî karışıklık sebebiyle surre gönderilmediği gibi, bazı yılların surre defterleri de kayıptır.
[color=red][b]Görkemli Surre Alayı [/b][/color]
Surre’nin gönderilmesi ve dağıtılması sırasında, hem İstanbul’ da, hem güzergâh üzerindeki bütün noktalarda, hem de Harameyn’ de yaşananlar, Osmanlı sosyal hayatı üzerine çok önemli gözlemlere imkân vermektedir. Her yıl vazgeçilmez bir ritüel halini alan Surre Alayı’nın, halkın günlük hayatına ne kadar nüfus ettiğini, gereğinden fazla süslenip püslenen kadınları kast etmek için bugün bile kullanılan “surre devesi” tâbiri açıklamaktadır.
Surre alayı için yapılan hazırlıklar, gerçekten teferruatlıydı. Bir kere, alayın hazırlanmasından iki ay önce, Kaftan Ağası Mekke’ye gider, Mekke Emiri; Mekke, Medine ve Kudüs Şeyh’ül Haremleri ile Mekke ve Medine kadılarına, padişahın 500 altınlık “ihsan”ını dağıtırdı. Ayrıca bu yüksek görevlilere gönderilen padişah mektubu ile onların görevlerinde herhangi bir değişiklik düşünülmediği bildirilirdi.
İstanbul’daki törenler, Topkapı Sarayı’nda, bugün Arkeoloji Müzesi’nin olduğu yerde bulunan 3. Mehmed Köşkü’nde yapılır, padişah, alayı bu köşkten uğurlardı. Harameyn vakıflarını Dârü’s Saâde Ağaları’nın yönetmesi dolayısıyla, bu törenler de, Dârü’s Saâde Ağası’nın yönetiminde gerçekleşirdi.
Surrei Hümâyûn’un Receb ayının onikinci günü, gönderilmesi, âdet olmuştu. Törende, Reis’ülküttâb, Defterdar, Nişancı, Harameyn Müfettişi, Harameyn Muhasebecisi, Başkapıkulu (Maliye Baş Müfettişi), Maliye Tezkirecisi, Tefrişatçı Harameyn Mukataacısı, Harameyn Muhasebeci ve Mukataacısı Başhalifeleri ve Kîsedârları bulunur, etekler öpülür, sonra da tatlılar yenir, kahveler içilirdi. Bu sırada surre defterleri imzalanıp, tuğralanırdı. Şerbet ve buhur verilir, herkesin koynuna birer “boyama” ve “yemeni” konulurdu. Darü’s Saâde Ağası’nın Nâmei Hümâyûn’u alarak Enderûn’a gitmesinden sonra, büyük bir yemek ziyafeti verilirdi. Yemekten sonra Kubbealtı’nın karşısına kurulan çadırda, bütün bu zevât, padişahın teşrifini beklerdi. Padişah atı ile Dârü’s Saâde Kapısı’ndan çıktığında, alkış tutulurdu. Padişah, Kubbei Hümâyûn’a yerleştikten sonra, çadıra “Surre Keseleri” getirilir ve sayılırdı. Surre Defterleri ve Surre Keseleri, padişah mührü ile mühürlendikten sonra, Dârü’sSaâde Ağası, Mekke Şerif’ine gönderilen mektup, (Nâmei Hümâyûn) ile birlikte, bunları Surre Emini’ne teslim ederdi. Harameyn’e gidecek ekip (Surre Emini ve Sakabaşılar), Dârü’sSaâde Ağası ile birlikte padişahın önüne dizilir, bu sırada Selâtin Şeyhleri ve İmamlar Kur’ an’dan sûreleri, Müezzinler mevlidden Hz. Muhammed’in (s.a.v) yüceliğini anlatan kısmı (Nâtı Nebevî) okurlar, son dualardan sonra yazıcı efendi surreleri verir, artık “Mahmili Şerif” adını alan emanetler, Surre Devesi’nin sırtında, Kubbei Hümâyûn önünde dolaştırılırdı. Önce Mirahur Ağa’sının dolaştırdığı devenin yuları, biraz sonra Dârü’sSaâde Ağası’na verilir, bu esnada ağanın görevine devam edip etmeyeceği belli olurdu. Ağanın görevden uzaklaştırılması isteniyorsa, devenin yuları elinde bırakılır ve Surre Emini ile birlikte Hicaz’a yollanırdı. Görevinde kalacaksa deveyi bir süre dolaştırdıktan sonra emir üzerine gümüş zincirini Surre Emin’ine, ipek yularını Sakabaşı’ na verirdi.
Böylece tertip edilen alay, kılavuz çavuş, divan çavuşları, kapıcıbaşı ağalar, Harameyn hademeleri ve müfettiş efendi rütbelerine göre dizildikten sonra, Saray Kethüdası, Saray Ağası, Hazinedarbaşı Ağa, Bâbü’sSaâde Ağası ve Darü’sSaâde Ağası tarafından Topkapı Sarayı’nın Hastalar Kapısı’na kadar uğurlanırdı. Surre Alayı, saraydan çıktıktan sonra Alay Köşkü altından Hocapaşa ve Bahçekapısı üzerinden Kireç İskelesi’ne (Sirkeci) gider, orada dualarla hazır bekleyen “çekdiri’ye” (Osmanlı donanması’nda kullanılan kürekli ve yalnızca yardımcı amaçla kullanılan bir tür savaş gemisi) konurdu.
[b][color=red]Ayrılık çeşmesi
kaldı yadigâr... [/color][/b]
Surre Alayları hakkında 18. yüzyıl sonunda ayrıntılı bilgiler veren İsveç Büyükelçisi ve gezgin D’Ohsson, alayın asıl eğlenceli tarafının, saraydan çıktıktan sonra başladığını, İstanbul sokaklarında harikulade ve etkileyici tarzda devam ettiğini anlatır. D’Ohsson, ağırbaşlı ve ciddi Surre Alayı’nın peşinde, halk dilinde “hekkam” denilen ve Araplar’dan oluşan çalgıcı ve eğlendirici 5060 kişilik bir ikinci kafilenen dolaştığını, alayın hareketinden bir gün önce İstanbul’un her semtini mahalle mahalle dolaşıp çeşitli oyunlar oynayarak sadaka topladıklarını, alayın peşinde iken denge sırığı ve maharetler gösteren birer cambazı omuzlarında taşıdıklarını da not eder.
Surre Alayı çekdiri ile Üsküdar’a geçerdi. Burada yolculuğa hazırlanır ve Harameyn’e doğru yola çıkardı. Alayın buradaki hareket noktası, ÜsküdarKadıköy arasındaki İbrahim Ağa Çayırı idi. Surre Alayı buradan dualarla uğurlanır, kervandakiler akrabalarına burada veda ederlerdi. Bu sebepten bu mahalde bulunan çeşmeye “Ayrılık Çeşmesi” adı verilmiştir. Çeşme bugün dahi Kızıltoprak Yolu üzerinde, yol kenarında, eski yerinden farklı bir yerde bulunmakta ve aynı isimle anılmaktadır. Kervan, İbrahim Ağa Çayırı’ndan Ayrılık Çeşmesi’ne ve oradan da Haydarpaşa Namazgâhı’na ulaşırdı. Haydarpaşa İskelesi’nden gelen ve kavşak noktası olan bu yer, zaten kervanların ve sefere çıkan ordunun selametlendiği yerdi. Araştırmacı Mustafa Özdamar, Vakıflar Dergisi’nde (1985 yılı, sayı 20) Namazgahlar başlıklı makalesinde, Ayrılık Çeşmesi’nin Surre Alayı’nın yola çıkmasındaki önemine işaret eder.
[color=red][b]Süslü deve artık
geçmiyor burdan...[/b][/color]
Surre’nin gönderildiği gün, sarayda ilgili görevlilere çeşitli giysiler giydirilirken, Harameyn’de ki görevlilere de benzer giysiler yollanırdı. Buna “hil’at giydirme ve gönderme” denilirdi. Ayrıca o gün özellikle Mekke ve Medine’deki kutsal emanetlere dair çeşitli ihtiyaçların giderilmesi için bağışlar yapılırdı. Şam’da ve Mekke’de özel törenlerle karşılanan Surre Alayı ile birlikte, kutsal makamlara, Mekke Emiri’ne, Mekke ve Medine ileri gelenlerine ve Çöl Arapları’na (urban) da hediyeler gönderilirdi. Surre Alayları hakkında hazırladığımız bu yazıda geniş ölçüde “Osmanlı Devleti’nde Surrei Hümâyûn ve Surre Alayları” isimli araştırma ve derlemesinden faydalandığımız Doç. Dr. Münir Atalar, Osmanlı Padişahları’nın, bütün yüksek masraflarına rağmen, Surre Alayları vasıtasıyla Harameyn vakıfları ve kutsal toprakları altına boğduğunu yazar. Ayrıca Harameyn’deki îmar ve tâmir faaliyetleri de cabasıdır. Surre Alayı ile birlikte gönderilen Kâbe Örtüsü’nün (pûşide, kisve, sitare) ise önemi apayrıdır. Her sene alay ile ve her padişah tahta geçtiğinde gönderilen bu örtü, genellikle siyah renkli ibrişim ve ipekten dokunurdu. Eski örtü her sene İstanbul’a yollanır, kara yoluyla Üsküdar’a gelen ve ve oradan Eyyüb’e nakledilen örtü, Eyyüb Sultan Türbesi’ nde halkın ziyaretine bırakılır, sonra da ulema, meşâyıh, Sâdât ve devlet ricali tarafından tekbirlerle saraya getirilip, “Hırkaı Saâdet” Dairesi’nde saklanırdı.
1864’e kadar karadan katır ve develerle gönderilen Surre Alayı, bu tarihten sonra deniz yoluyla, Hicaz Demiryolu’nun yapılmasıyla, 1908’den sonra da trenle gönderilmiştir. Surre Alayı’nın kat ettiği yol, aynı zamanda “Hac Yolu” idi.