Herkese hayır duâ

[b]Geçen hafta çarşamba gecesi komşumuz Yılmaz bey geldi. Daha kapıdan girerken, "Allah kahretsin... Allah belâsını versin" diye söyleniyordu. İçeri girip oturdu, fakat hâlâ devam ediyordu: "Böyle insanlar insanı katil yapar. İlk karşılaştığımızda ben ona yapacağımı biliyorum; anasından doğduğuna pişman edeceğim... Bu kadar iyiliğime karşı bunu bana nasıl yapar?!.."

Deşarj olması, rahatlaması için müdahale etmedim. İş ortağı, anlattığına göre gerçekten yapmaması gereken şeyler yapmış. "Nasıl yapar bunları, sen haklısın" desem, hemen gidip gereğini yapacak. Bir iki bardak çay içince biraz rahatladı. Kendine geldi. "Ben söyleyeceğimi söyledim, sen birşey demeyecek misin" dercesine yüzüme baktı. Anladım ki birşeyler söylememi istiyor. Sordum kendisine:

- Sen Peygamber efendimizin Uhud savaşını biliyor musun?

- Duydum ama detayını bilmiyorum.

- Anlatayım... Tabii ki tamamını değil, seninle ilgili kısmını.

- Ondört asır önce olmuş savaşın benimle ne ilgisi olacak?

- Ben anlatayım, kararı sen ver! Uhud savaşında, müşrikler Peygamber efendimizi öldürmeye yemin etmişlerdi. Bu savaşta Peygamberimizin mübarek dişini kırdılar, başından ve omuzundan yaraladılar. Mübarek yüzü ve sakalı kana bulandı. Sonunda öldüğünü zannedip uzaklaştılar. Daha sonra eshâb-ı kiramdan bazıları geldi. Resûlullahı o hâlde görünce çok üzüldüler. Bu üzüntü ile dediler ki:

"- Ya ResûlAllah, bu kendini bilmezlere bedduâ etseniz de, Allahü teâlâ bunları helâk etse."

Mübarek eli ve yüzü kan içindeyken ve çok sevdiği amcası Hz. Hamza da içlerinde olmak üzere 70 sahabi şehit olmuş iken, merhamet deryası olan Resûlullah efendimiz şöyle buyurdu:

"- Ben lânet etmek için gönderilmedim. Hayır duâ etmek, her mahlûka merhamet etmek için gönderildim. Ben, insanların azap çekmesi için değil, herkese iyilik etmek ve insanların huzura kavuşması için gönderildim."

Sonra şöyle duâ buyurdu: "Ya Rabbi! Bunlara hidayet et! Tanımıyorlar, bilmiyorlar, bilselerdi böyle yapmazlardı." Sonra da kendisini öldürmeye yemin etmiş düşmanlarını affetti, lânet etmedi.

Bir Müslüman bir sıkıntıya düştüğü zaman, çıkış yolunu, Peygamberimizin ve onun yolunda olan Allah dostlarının hayatlarına, yaşayışlarına bakarak bulmalıdır. Gerçek insan onlardı... İstersen Resûlullah efendimizin vârisleri ve gönül bahçesinin erleri olan Allah dostlarından da bir olay anlatayım:

Bağdat'ta Ma'rûf-i Kerhî isminde kerametleri, güzel sözleri ve nasihatleri ile meşhur bir zat vardı. Bu zat, birgün talebeleriyle hurmalıkta oturuyordu. Bu esnada Dicle nehrinden bir kayık geliyordu. Kayıktaki birkaç genç, içip içip naralar atıyorlardı. Bu hoş olmayan manzara karşısında talebeleri dediler ki:

"- Efendim, bedduâ edin de Allahü teâlâ bu kendini bilmezleri nehrinde boğsun, insanlar da böylece onların zararlarından kurtulsunlar."

Bunun üzerine kayıktakiler için şöyle duâ etti:

"- Ya Rabbi! Sen bu kullarını dünyada neşelendirdiğin gibi âhirette de neşelendir."

Talebeler bu duâya bir mana veremediler. Kendisine sordular:

"- Efendim, böyle duâ etmenizin hikmetini anlayamadık. İzah eder misiniz?"

"- Bekleyiniz, söylediklerimin sırrı şimdi ortaya çıkar."

Talebeler dikkatle kayıktakileri takip etmeye başladılar. Kayıktakiler, kıyıya çıkınca, Ma'rûf-i Kerhî hazretlerini gördüler. Bunun Allah dostu, evliya bir zat olduğunu biliyorlardı. Birden ne yapacaklarını şaşırdılar. Utandılar. Daha o, kendilerine birşey söylemeden, ellerindeki çalgıyı kırdılar, içkileri attılar. Huzuruna gelip tevbe ettiler.

Bunun üzerine Ma'rûf-i Kerhî hazretleri talebelerine dönüp buyurdu ki:

"- Gördüğünüz gibi, herkesin istediği oldu. Ne onlar boğuldu, ne de kimse onlardan rahatsız oldu."

Bunları anlattıktan sonra Yılmaz beye dönüp sordum:

- Bu olayları, senin başına gelenlerle ilgili olarak ayrıca yorumlamaya ihtiyaç var mı?

- Yok söylemek istediğini çok iyi anladım. Allah razı olsun. Sözlerimi geri alıyorum.

Yılmaz bey gittikten sonra düşündüm: Bir kimsenin kalbinde Peygamber sevgisi ve Allah adamları sevgisi varsa gerisi kolay... Allah korusun ya bu sevgi de olmasa, ne olurdu o zaman hâlimiz.

[/b]

Mehmet Oruç