"Peygamberimiz" Âlemlerin rahmet ve uyarıcısı

[color=green]Âlemlerin rahmet ve uyarıcısı





Sayfa: 1/8




Muhammed aleyhisselam, Allahü teâlânın Resulüdür. Habibidir. Peygamberlerin en üstünü ve sonuncusudur. Babası Abdullahdır. Miladın 571. senesi Nisan ayının yirmisine rastlayan, Rebiül-evvel ayının onikinci pazartesi gecesi, sabaha karşı, Mekke’de tevellüd etti. Babası, daha önce vefat etmiş idi. Altı yaşında iken annesi, sekiz yaşında iken dedesi vefat etti. Sonra, amcası Ebu Talibin yanında büyüdü. Yirmibeş yaşında iken, Hatice-tül-kübra ile evlendi. Bundan dört kızı, iki oğlu oldu. İlk oğlunun adı Kasım idi. Bundan dolayı, kendisine Ebül-Kasım da denir. Kırk yaşında iken, bütün insanlara ve cinne Peygamber olduğu bildirildi. Üç sene sonra, herkesi imana çağırmaya başladı.

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine verdiği iyilikleri, ihsanları sayarak, Onun mübarek kalbini okşarken, kendine güzel huylar verdiğini, (Sen güzel huylu olarak yaratıldın) mealindeki âyet-i kerime ile bildirmektedir. İkrime buyuruyor ki, Abdullah ibni Abbastan işittim: Bu âyet-i kerimedeki (Huluk-ı azim), yani güzel huylar, Kur’an-ı kerimin bildirdiği ahlaktır. Hadaik-ul-hakayık kitabında diyor ki, (Âyet-i kerimede, (Sen huluk-ı azim üzeresin) buyuruldu. Huluk-ı azim demek, Allahü teâlâ ile sır, gizli şeyleri bulunmak, insanlar ile de güzel huylu olmak demektir. Çok kimselerin İslam dinine girmesine, Resulullahın güzel ahlakı sebep oldu.)

Kur’an-ı kerim baştan sona kadar Muhammed aleyhisselamı övmekte ve ona uymayı emretmektedir. Bu konudaki âyet-i kerimelerden bazıları şöyledir:
(Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]
(De ki, ey insanlar, ben, Allah’ın hepiniz için gönderdiği Resulüyüm.) [Araf 158]
(Âlemlere [Cin ve insanlara ilahi azap ile] korkutucu [uyarıcı] olarak Furkanı [Kur’anı] kuluna [Muhammed aleyhisselama] indiren [Allah’ın şanı] ne yücedir.) [Furkan 1]
(Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmez.) [Sebe 28]
(Rabbinin sana verdiği nimetlerle mecnun değilsin. Senin için bitmeyen, sonsuz mükâfat vardır. Elbette sen en büyük ahlak üzeresin) [Kalem 2-4]
(Rabbin sana [çok nimet] verecek, sen de razı olacaksın!) [Duha 5]

(Allah ve melekleri, Resule salevat getiriyor, iman edenler, siz de salevat getirin.) [Ahzab 56]
(Resulüm de ki; “Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!”) [A. İmran 31]
(Ona uyun ki, doğru yolu bulasınız!) [Araf 158]
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(Peygamberin verdiğini alın, yasak ettiğinden sakının!) [Haşr 7]
(O, kendisine vahyedilenden başkasını söylemez.) [Necm 4]

(De ki, “Allah’a ve Peygambere itaat edin! Eğer [uymayıp] yüz çevirirlerse, [kâfir olurlar] Elbette Allah kâfirleri sevmez.) [A. İmran 32]
(Allah’ın yolu ile, peygamberlerin yolunu birbirinden ayırmak isteyenler kâfirdir.) [Nisa 150,151]
(Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158]
(Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için de çılgın bir ateş hazırladık.) [Feth 13]
(Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.) [Ahzab 71]
(Kimi, ona [Resulüme] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi. Bunlara çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr ederek kâfir olanları elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55-56]
(Hayır, Rabbine andolsun ki ihtilaflarda seni hakem edip verdiğin hükmü tereddütsüz kabullenmeyen iman etmiş olmaz.) [Nisa 65]
Fetih suresinin, (Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Resulünü hidayet ve hak din ile gönderen Odur) mealindeki 28. âyeti de Resulünün en üstün olduğunu göstermektedir. Resulullah, her peygamberden üstün olduğu gibi, eshabı da diğer eshabdan, ümmeti de diğer ümmetlerden üstündür.


Sayfa: 2/8

Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın peygamberidir, Onunla birlikte bulunanlar [Eshab], kâfirlere karşı şiddetli ve birbirlerine karşı merhametlidir.) [Feth 29]
(Mekke’nin fethinden önce Allah için mal veren ve savaşanlara, fetihten sonra verenlerden ve savaşanlardan daha yüksek derece vardır. Bunların dereceleri eşit değildir. Hepsi için Hüsnayı [Cenneti] söz veriyorum.) [Hadid 10]
(Allah, hepsine hüsnayı [Cenneti] vâdetmiştir!) [Nisa 95]
(Muhacir ve Ensar ile iyilikte onların [Eshabın] izinden gidenlerden Allah razıdır, onlara Cenneti hazırlamıştır.) [Tevbe 100]
(Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.) [A. İmran 110]
Muhammed aleyhisselamın bin mucizesi göründü, dost düşman herkes de bunu söyledi. Bu kadar mucizelerin en kıymetlisi, edepli olması ve güzel huyları idi.

Kimya-i Saadet kitabında diyor ki:
(Ebu Sa’id-i Hudri buyurdu ki, Resulullah, hayvana ot verirdi. Deveyi bağlardı. Evini süpürürdü. Koyunun sütünü sağardı. Ayakkabısının söküğünü dikerdi. Çamaşırını yamardı. Hizmetçisi ile birlikte yerdi. Hizmetçisi el değirmeni çekerken yorulunca, ona yardım ederdi. Pazardan öte beri alıp torba içinde eve getirirdi. Fakirle, zenginle, büyükle, küçükle karşılaşınca, önce selam verirdi. Bunlarla müsafeha etmek için, mübarek elini önce uzatırdı. Köleyi, efendiyi, beyi, siyahı ve beyazı bir tutardı. Her kim olursa olsun, çağırılan yere giderdi. Önüne konulan şeyi, az olsa da, hafif, aşağı görmezdi. Akşamdan sabaha ve sabahtan akşama yemek bırakmazdı. Güzel huylu idi. İyilik etmesini sever idi. Herkesle iyi geçinirdi. Güler yüzlü, tatlı sözlü idi. Söylerken gülmezdi. Üzüntülü görünürdü. Fakat, çatık kaşlı değildi. Aşağı gönüllü idi. Fakat, alçak tabiatlı değildi. Heybetli idi. Yani saygı ve korku hâsıl ederdi. Fakat, kaba değildi. Nazik idi. Cömert idi. Fakat, israf etmez, faydasız yere bir şey vermezdi. Herkese acır idi. Mübarek başı hep önüne eğik idi. Kimseden bir şey beklemezdi. Saadet, huzur isteyen, Onun gibi olmalıdır.)

Mesabih kitabında, Enes bin Malik buyuruyor ki:
(Resulullaha on sene hizmet ettim. Bana bir kere üf demedi. Şunu niçin böyle yaptın, bunu niçin yapmadın buyurmadı.) Yine (Mesabih)de, Enes bin Malik diyor ki, (Resulullah insanların en güzel huylusu idi. Beni bir gün, bir yere gönderdi. Vallahi gitmem dedim. Fakat, gidecektim. Emrini yapmak için dışarı çıktım. Çocuklar sokakta oynuyordu. Onların yanından geçerken arkama baktım. Resulullah arkamdan geliyordu. Mübarek yüzü gülüyordu. (Ya Enes, dediğim yere gittin mi?) buyurdu. Evet gidiyorum ya Resulallah dedim.)

Ebu Hüreyre diyor ki:
Bir gazada, kâfirlerin yok olması için dua buyurmasını söyledik. (Ben, lanet etmek için, insanların azap çekmesi için gönderilmedim. Ben, herkese iyilik etmek için, insanların huzura kavuşması için gönderildim) buyurdu.
Ebu Said-i Hudri (Resulullahın hayası, bakire islam kızlarının hayalarından daha çoktu) buyurdu.

Sayfa: 3/8

Enes bin Malik diyor ki:
(Resulullah bir kimse ile müsafeha edince, o kimse elini çekmedikçe, mübarek elini ondan ayırmazdı. O kimse, yüzünü çevirmedikçe, mübarek yüzünü ondan çevirmezdi. Bir kimsenin yanında otururken iki diz üzerinde oturur, ona saygı olmak için mübarek bacağını dikip oturmazdı.)

Cabir bin Sümre diyor ki:
(Resulullah az konuşurdu. Lüzumlu olduğu zaman veya bir şey sorulunca söylerdi.) Bundan anlaşılıyor ki, her müslümanın (Malayani), faydasız şey söylememesi, susması lazımdır. Mübarek sözlerinde tertil ve tersil vardı. Yani, gayet açık ve metodlu konuşur ve kolay anlaşılırdı.

Enes bin Malik buyuruyor ki:
(Resulullah hastayı ziyarete gider, cenaze arkasında yürür, çağrılan yere giderdi. Eşeğe de binerdi. Resul aleyhisselamı Hayber gazasında gördüm. Yuları bir ip olan eşek üzerinde idi. Resulullah sabah namazından çıkınca, Medine çocukları ve işçileri su dolu kaplarını önüne getirirler. Mübarek parmağını içine sokmasını dilerlerdi. Kış ve soğuk su olsa da, herbirine mübarek parmağını sokar, gönüllerini yapardı.) Yine Enes diyor ki, (Bir küçük kız, Resul aleyhisselamın elini tutup bir iş için götürseydi, birlikte gider, müşkilini hâl ederdi.)
Cabir diyor ki, (Resul aleyhisselamdan bir şey istenip de yok dediği işitilmedi.)

Enes bin Malik buyuruyor ki:
(Resulullah ile birlikte gidiyordum. Üzerinde bürd-i Necrani vardı. Yani Yemen kumaşından bir palto vardı. Arkadan bir köylü gelip, yakasından öyle çekti ki, paltonun yakası mübarek boynunu çizdi, yeri kaldı. Resulullah geriye döndü. Köylü zekat malından bir şey istedi. Resulullah, onun bu hâline güldü. Ona bir şey verilmesi için emir buyurdu.)

Zad-ül Mukvin kitabında diyor ki:
(Resul aleyhisselamın komşusu bir ihtiyar kadın vardı. Kızını Resul aleyhisselama gönderdi. Namaz kılmak için örtünecek bir elbisem yok. Bana, namazda örtünecek bir elbise gönder diye yalvardı. Resul aleyhisselamın o anda başka elbisesi yoktu. Mübarek arkasındaki entariyi çıkarıp, o kadına gönderdi. Namaz vakti gelince, elbisesiz mescide gidemedi. Eshab-ı kiram, bu hâli işitince, Resulullah o kadar cömertlik yapıyor ki, gömleksiz kalıp, mescide cemaate gelemiyor. Biz de her şeyimizi fakirlere dağıtalım dediler. Allahü teâlâ, hemen İsra suresinin 29. âyetini gönderdi. Önce habibine, hasislik etme, bir şey vermezlik yapma buyurup, sonra da, sıkıntıya düşecek ve namazı kaçırarak, üzülecek kadar da dağıtma! Sadakada ortalama davran buyurdu.

O gün, namazdan sonra, Hz. Ali, Resulullahın yanına gelip, (Ya Resulallah, bugün çoluk çocuğuma nafaka yapmak için sekiz dirhem gümüş ödünç almıştım. Bunun yarısını size vereyim. Kendinize entari alınız) dedi. Resulullah çarşıya çıkıp, iki dirhem ile bir entari satın aldı. Geri kalan iki dirhem ile yiyecek almaya giderken gördü ki, bir a’ma oturmuş, Allah rızası için ve Cennet elbiselerine kavuşmak için, bana kim bir gömlek verir diyordu. Almış olduğu entariyi bu a’maya verdi. A’ma, entariyi eline alınca, misk gibi güzel koku duydu. Bunun, Resul aleyhisselamın mübarek elinden geldiğini anladı. Çünkü, Resul aleyhisselamın bir kere giydiği herşey, eskiyip dağılsa bile, parçaları da misk gibi güzel kokardı. A’ma dua ederek, (Ya Rabbi, bu gömlek hürmetine, benim gözlerimi aç) dedi. İki gözü hemen açıldı. Resulullahın ayaklarına kapandı.


Sayfa: 4/8

Resulullah oradan ayrıldı. Bir dirhem ile bir entari satın aldı. Bir dirhem ile de yiyecek satın almaya giderken, bir hizmetçi kızın ağladığını gördü. (Kızım, niçin böyle ağlıyorsun?) buyurdu. Bir yahudinin hizmetçisiyim. Bana bir dirhem verdi. Yarım dirhem ile bir şişe ve yarım dirhem ile de yağ satın al dedi. Bunları alıp gidiyordum. Elimden düştü. Hem şişe, hem de yağ gitti. Şimdi ne yapacağımı şaşırdım dedi. Resulullah, son dirhemini kıza verdi. (Bununla şişe ve yağ al. Evine götür) buyurdu. Kızcağız, eve geç kaldığım için, yahudinin beni döveceğinden korkuyorum dedi. Resulullah, (Korkma! Seninle birlikte gelir, sana bir şey yapmamasını söylerim) buyurdu. Eve gelip, kapıyı çaldılar. Yahudi kapıyı açıp, Resulullahı görünce şaşırıp kaldı. Yahudiye, olanı biteni anlatıp, kıza bir şey yapmaması için şefaat buyurdu. Yahudi, Resulullahın ayaklarına kapanıp, (Binlerce insanın baş tacı olan, binlerce aslanın, emrini yapmak için beklediği ey koca Peygamber! Bir hizmetçi kız için, benim gibi bir miskinin kapısını şereflendirdin. Ya Resulallah, bu kızı senin şerefine azat ettim. Bana imanı, islamı öğret. Huzurunda müslüman olayım) dedi. Resulullah, ona müslümanlığı öğretti. Müslüman oldu. Evine girdi. Çoluğuna çocuğuna anlattı. Hepsi müslüman oldu. Bunlar, hep Resulullahın güzel huylarının bereketi ile oldu.

O halde, ey müslüman! Sen de Resulullahın güzel huyları gibi ahlaklanmalısın! Hatta, Allahü teâlânın ahlakı ile ahlaklanmak, her müslümana lazımdır. Çünkü, Resulullah; (Allahü teâlânın ahlakı ile huylanınız!) buyurdu. Mesela, Allahü teâlânın sıfatlarından biri Settardır. Yani günahları örtücüdür. Müslümanın da din kardeşinin aybını, kusurunu örtmesi lazımdır. Allahü teâlâ, kullarının günahlarını af edicidir. Müslümanlar da, birbirlerinin kusurlarını, kabahatlerini af etmelidir. Allahü teâlâ kerimdir, rahimdir. Yani lutfü, ihsanı boldur ve merhameti çoktur. Müslümanın cömert ve merhametli olması lazımdır. Bütün güzel ahlak da böyledir.

Resul aleyhisselamın güzel huyları pek çoktur. Her müslümanın bunları öğrenmesi ve bunlar gibi ahlaklanması lazımdır. Böylece, dünyada ve ahirette felaketlerden, sıkıntılardan kurtulmak ve O iki cihan efendisinin şefaatine kavuşmak nasip olur.

“Bunları öğünmek için söylemiyorum, hakikati bildiriyorum”
Allahü teâlânın yarattığı varlıkların en şereflisi Muhammed aleyhisselamdır. Her şey Onun hürmetine yaratıldı. O, Allahü teâlânın resulü ve son peygamberidir. Bütün peygamberlerin en üstünüdür.

Allahü teâlâ bütün peygamberlerine ismiyle hitap ettiği halde, Ona “Habibim” (sevgilim) diyerek hitap etmiştir. Nitekim Allahü teâlâ bir hadis-i kudside: “Sen olmasaydın, sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım!” buyurdu. Bütün mahlukatı Onun şerefine yaratmıştır. [/color]

1 yorum

"Peygamberimiz" Âlemlerin rahmet ve uyarıcısı

[color=green]Sayfa: 5/8

Allahü teâlâ kullarına razı olduğu ve beğendiği yolu göstermek için çeşitli kavimlere zaman zaman peygamberler göndermiştir. Muhammed aleyhisselamı ise son Peygamber olarak bütün insanlara ve cinlere gönderdi. Bunun için Peygamberimize Hatem-ün-nebiyyin ve Hatem-ül-Enbiya denilmiştir.

Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki:
(Her Peygamber, kendi zamanında, kendi mekanında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan üstündür. Muhammed aleyhisselam ise, her zamanda, her memlekette, yani dünya yaratıldığı günden, kıyamet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek, bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiç kimse, hiçbir bakımdan Onun üstünde değildir. Bu güç bir şey değildir. Dilediğini yapan, her istediğini yaratan, Onu böyle yaratmıştır. Hiçbir insanın Onu methedecek gücü yoktur. Hiçbir insanın, Onu tenkit edecek iktidarı yoktur.)
Allahü teâlâ her şeyden önce Muhammed aleyhisselamın nurunu yarattı. Eshab-ı kiramdan Abdullah bin Cabir radıyallahü anh; “Ya Resulallah, Allahü teâlâ her şeyden evvel neyi yaratmıştır, bana söyler misin?” deyince, Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdu: (Her şeyden evvel senin peygamberinin yani benim nurumu kendi nurundan yarattı. O zaman ne Levh, ne Kâlem, ne Cennet, ne Cehennem, ne melek, ne sema’ (gökyüzü), ne arz (yeryüzü), ne güneş, ne ay, ne insan, ne de cin vardı.)

Âdem aleyhisselam yaratılınca Arş-ı a’lada nur ile yazılmış “Ahmed” ismini gördü. “Ya Rabbi! Bu nur nedir?” diye sorunca Allahü teâlâ; “Bu, ismi göklerde Ahmed ve yerlerde Muhammed olan senin zürriyetinden bir peygamberin nurudur. Eğer O olmasaydı, seni yaratmazdım” buyurdu. Âdem aleyhisselam yaratılınca alnına Muhammed aleyhisselamın nuru kondu ve o nur onun alnında parlamaya başladı.

Muhammed aleyhisselamın nuru, Âdem aleyhisselamdan itibaren temiz babalardan ve temiz analardan geçerek gelmiştir. Kur’an-ı kerimde Şu’ara suresi 219. âyetinde mealen; “Sen, yani senin nurun, hep secde edenlerden dolaştırılıp, sana ulaşmıştır” buyurulmaktadır. Nitekim Peygamber efendimiz hadis-i şerifte; “Allahü teâlâ insanları yarattı. Beni insanların en iyi kısmından vücuda getirdi. Sonra, bu kısımlarından en iyisini (Arabistan’da) seçti. Beni bunlardan vücuda getirdi. Sonra evlerden, ailelerden en iyisini seçip, beni bunlardan meydana getirdi. O halde, benim ruhum ve cesedim mahlukların en iyisidir. Benim silsilem, ecdadım en iyi insanlardır” buyurmuştur.

Yaratılan ilk insan olan Âdem aleyhisselam, Muhammed aleyhisselamın zerresini taşıdığı için alnında Onun nuru parlıyordu. Bu zerre Hz. Havva’ya, ondan Şit aleyhisselama ve böylece, temiz erkeklerden temiz kadınlara ve temiz kadınlardan temiz erkeklere geçti. Muhammed aleyhisselamın nuru da, zerre ile birlikte alınlardan alınlara geçti. Melekler ne zaman Âdem aleyhisselamın yüzüne baksalar, alnında Muhammed aleyhisselamın nurunu görürler ve ona salevat okurlardı. Yani; Allahümme salli ala seyyidina Muhammed derlerdi. Âdem aleyhisselam vefat edeceği zaman oğlu Şit aleyhisselama dedi ki: “Yavrum! Bu alnında parlayan nur, son peygamber Muhammed aleyhisselamın nurudur. Bu nuru, mümin, temiz ve afif hanımlara teslim et ve oğluna da böyle vasiyet et!”

Sayfa: 6/8

Muhammed aleyhisselama gelinceye kadar, bütün babalar, oğullarına böyle vasiyet etti. Hepsi bu vasiyeti yerine getirip, en asil, en kibar kız ile evlendi. Nur, temiz alınlardan, temiz kadınlardan geçerek sahibine ulaştı. Resulullahın dedelerinden birinin iki oğlu olsa, yahut bir kabile iki kola ayrılsa Muhammed aleyhisselamın soyu, en şerefli ve hayırlı olan tarafta bulunurdu. Her asırda onun dedesi olan zat, yüzündeki nurdan belli olurdu. Onun nurunu taşıyan seçilmiş bir soy vardı ki, her asırda bu soydan olan zatin yüzü pek güzel ve nurlu olurdu. Bu nur ile kardeşleri arasında belli olur, içinde bulunduğu kabile başka kabilelerden daha üstün, daha şerefli olurdu. Âdem aleyhisselamdan beri evlattan evlada geçerek gelen bu nur İbrahim aleyhisselama ondan da oğlu İsmail aleyhisselama geçmiştir. Onun da alnında sabah yıldızı gibi parlayan nur, evlatlarından Adnan’a, ondan Mead ondan Nizar’a intikal etmiştir. Nizar doğunca babası Mead, oğlunun alnındaki nuru görüp sevinmiş, büyük ziyafet vermiştir. “Böyle oğul için, bu kadar ziyafet az bir şey” dediği için de oğlunun adı Nizar (az bir şey) kalmıştır. Bundan sonra da nur sıra ile intikal ederek asıl sahibi olan sevgili Peygamberimize ulaşmıştır.

İnşirah suresinin (Biz senin zikrini yükseltmedik mi) mealindeki 4. âyet-i kerimesi için İbni Ata hazretleri, (Senin zikrini kendi zikrim kıldım, seni zikreden beni zikretmiş olur. İmanın sahih olması için benim zikrimin seninkiyle beraber olmasını sağladım) manasına geldiğini bildiriyor. Katade hazretleri de bu âyet-i kerimeyi açıklarken buyuruyor ki: (Hak teâlâ, Fahr-i âlemin zikrini dünya ve ahirette yükseltmiştir. Namaz kılan herkes, “Eşhedü” diyerek Allah’a ve Resulullaha şehadet getirmektedir.)
Kur’an-ı kerimde ve namazda olduğu gibi, ezan okunurken de Allah’ın ismi, Habibinin ismiyle birlikte okunmaktadır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Göklerden geçerken, “Muhammed Resulullah” olarak ismimi gördüm.) [Bezzar]
(Cennette her ağacın yaprakları üzerinde “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah” yazılıdır.) [Ebu Nuaym]
(Arş üzerinde, Cennetteki her şeyin üzerinde benim ismim vardır.) [İbni Asakir]

Hadis-i kudsilerde buyuruldu ki:
Âdem aleyhisselam Cennetten çıkarılınca, (Muhammed aleyhisselam hakkı için, Onun hürmetine beni affet!) diye dua etti. Allahü teâlâ ise, (Onu henüz yaratmadım. Nereden bildin?) buyurdu. Hz. Âdem de, (Arş’ta “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah” yazılı olduğunu gördüm. Anladım ki, şerefli isminin yanına ancak en çok sevdiğinin ismini layık görürsün) dedi. Allahü teâlâ da buyurdu ki: (Ya Âdem doğru söyledin. O bana insanların en sevgilisidir. Onun hürmetine dua ettiğin için seni affettim. Eğer Muhammed aleyhisselam olmasaydı, seni yaratmazdım.) [Taberani]

Hz. Ali, (Allahü teâlâ, Resulullaha iman etmeleri için peygamberlerin hepsinden ahd [söz] almıştır) buyuruyor. Nitekim Resulullah sallallahü aleyhi ve sellemin nuru, diğer peygamberlerin nurlarını kaplayınca, bu nurun kimin olduğunu suâl ettiler. Hak teâlâ da, (Bu Habibimin nurudur. Ona iman ederseniz, sizi peygamber olarak gönderirim) buyurdu. Onlar da (Senin Habibine iman ettik) dediler. Cenabı Hak da, (Ben şahid olayım mı) buyurdu. Onlar da (Evet) dediler. (Mevahib)


Sayfa: 7/8

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Âdem, cesedle ruh arasında iken, benden misak alındığı zaman, ben peygamber idim.) [İ. Şabi]
(Allah, yer ve gökleri yaratmadan elli bin yıl önce, Ümmil kitaba şunu yazmıştır: Muhammed peygamberlerin sonuncusudur.) [Müslim]
(Ben âlemlerin efendisiyim.) [Beyheki]
(Kıyamette insanların efendisi benim.) [Buhari]
(Soyca da insanların en şereflisiyim.) [Deylemi]
(Beni insanların en hayırlısı bilmeyen kâfirdir.) [Hatib]
(Arş-ı alaya benden başka kimse oturmaz.) [Tirmizi]

(Allahü teâlâ, beni insanların en iyisinden yarattı. İnsanların en iyisiyim, en iyi ailedenim. Kıyamette herkes sustuğu zaman ben söylerim, onlara şefaat ederim. Kimsenin ümidi kalmadığı bir zamanda onlara müjde veririm. O gün her iyilik, her türlü yardım, her kapının anahtarı bendedir. Liva-i hamd benim elimdedir. Peygamberlerin imamı, hatibi ve hepsinin şefaatçisiyim. Bunları öğünmek için söylemiyorum, hakikati bildiriyorum.) [Hakikati bildirmek vazifemdir. Bunları söylemezsem vazifemi yapmamış olurum. Müjdeci Mek. 44]
[Kime ve neye hizmet ettiği malum olmayan sapık bir yazar: (Peygamberin dedelerinden kâfir olanlar var idi. Mesela Hz. İbrahimin babası kâfir idi) diyor.

Halbuki, Peygamber efendimizin bütün dedelerinin temiz bir mümin olduğu âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle sabittir. Bunun aksini söylemek bu husustaki nassları inkâr olur.
Tevbe suresinin 28. âyet-i kerimesinde müşriklerin necis, yani kâfirlerin pis olduğu bildiriliyor. Peygamber efendimiz de bütün dedelerinin temiz olduğunu bildiriyor. Şuara suresinin 219. âyetinde (Vetekallübeke fissacidin) buyuruluyor. Yani mealen, (Sen, yani senin nurun, hep secde edenlerden dolaştırılıp, sana inkılab etmiş, ulaşmıştır) demektir. Ehl-i sünnet âlimleri bu âyet-i kerimeyi tefsir ederken, bütün ana-babalarının mümin olduğunu bildirmişlerdir.

Mevahib-i ledünniyye kitabının başında bütün dedelerinin temiz birer mümin olduğunu bildiren hadis-i şerifler nakledildikten sonra, Şuara suresinin 28. âyet-i kerimesinin tefsirinde buyuruluyor ki:
(İbni Abbas hazretleri buyuruyor ki: "Seni bir peygamberin neslinden diğer bir peygamberin nesline naklettim. Yani senin soyun peygamberler silsilesidir. Bir babanın iki oğlu olsa, peygamberlik hangisinde ise, Resulullah ondan gelmiş demektir.")
Bu âyet-i kerimenin tefsiri mahiyetinde olan hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(Her asırdaki insanların en iyilerinden, seçilmişlerinden dünyaya getirildim.) [Buhari]
(Allah, İsmail aleyhisselam evladından, Kinane ismindeki zatı ve onun sülalesinden Kureyş ismindeki zatı beğendi, seçti, Kureyş evladından da, Haşimoğullarını sevdi. Onlardan da, beni süzüp seçti.) [Müslim]

(Allah, beni insanların en iyilerinden vücuda getirdi. Silsilem, en iyi insanlardır.) [Tirmizi]
(Allahü teâlâ, Arabistandaki seçilmişler arasından beni seçti. Beni her zamandaki insanların seçilmişlerinde, en iyilerinde bulundurdu.) [Taberani]
(Dedelerimin hiçbiri zina yapmadı. Allahü teâlâ beni, iyi babalardan, temiz analardan getirdi. Dedelerimden birinin iki oğlu olsaydı, ben bunların, en iyisinde bulunurdum.) [Mevahib]
(Bana cahiliyet devrinin kötülüğü isabet etmedi. Âdem aleyhisselamdan babama kadar hep nikahlı ana-babadan geldim. Ben ecdat olarak sizin en hayırlınızım.) [Deylemi]
(Öğünmek için söylemiyorum. Soy bakımından da insanların en şereflisiyim.) [Deylemi]
Bu hadis-i şerifler ve Şuara suresindeki âyet-i kerime, Peygamber efendimizin bütün dedelerinin temiz bir mümin olduğunu göstermektedir. Kâfirler pis olduğuna göre, İbrahim aleyhisselamın babasının kâfir olması mümkün değildir.


Sayfa: 8/8

Molla Cami hazretleri buyuruyor ki:
(Muhammed aleyhisselamın zerresini taşıdığı için, Hz. Âdemin alnında nur parlıyordu. Bu zerre, Hz. Havvaya ve ondan Şit aleyhisselama ve böylece temiz erkeklerden temiz kadınlara ve temiz kadınlardan temiz erkeklere geçti. O nur da, zerre ile birlikte, alınlardan alınlara geçti.) [Şevahid-ün-Nübüvve]
Bu nur, kâfire geçmediği gibi, zina gibi bir günah işleyen mümine bile geçmiyordu. Bu bakımdan da Azer, Hz. İbrahimin babası değildi.

Azer üvey babadır
Enam suresinin 74. âyet-i kerimesinde, (İbrahim, babası Azere dediği zaman...) buyuruluyor. Burada Azer kelimesi baba kelimesinin atf-ı beyanı olduğu Beydavi tefsirinde yazılıdır. Bir kimsenin iki ismi olup, birlikte söylenince, birinin meşhur olmadığı, ikincinin meşhur olduğu anlaşılır. Meşhur olmayan birincisindeki kapalılığı açıklamak için ikincisi söylenir. Bu ikincisine atf-ı beyan denir.

Hz. İbrahim iki kimseye baba demektedir. Birisi kendi babası, diğeri de üvey babası ve amcası olan kimsedir. İcaz, belagat ve fesahat kaidelerine göre, âyet-i kerimenin manası, (İbrahim, ismi Azer olan babasına dediği zaman) demektir. Böyle olmasaydı, sadece (Azere dediği zaman) veya (Babasına dediği zaman) demek yetişirdi. Eğer Azer kendi öz babası olsaydı (Babası) kelimesi fazla olurdu. Türkçede bile (Babam Ali geliyor) denmez, sadece (Babam geliyor) denir.

Kur'an-ı kerimde amcaya baba denilmektedir. Hz. İsmail, Hz. Yakubun amcasıdır. Fakat Kur'an-ı kerimde (Amcan İsmail) denmiyor, (Baban İsmail) deniyor. Bekara suresinin 133. âyet-i kerimesinde çocukları, Hz. Yakuba (Babaların İbrahim ve İsmail ve İshak...) diyor. Yani, (Baban İbrahim, baban İsmail ve baban İshak) deniyor. Halbuki Hz. İsmail, Hz. Yakubun babası değil, amcasıdır. Tefsir kitaplarında Kur'an-ı kerimde amcaya baba denildiği bildirilmektedir. Peygamber efendimizin yaşlı köylüye, amcaları olan Ebu Talibe, Ebu Lehebe ve Hz. Abbasa baba dediği, çeşitli muteber kitaplarda yazılıdır. Yalnız Arablar değil, çeşitli milletlerde, amcaya, üvey babaya, kayınpedere ve yardımsever zatlara baba demek âdettir. Bu bakımdan Hz. Yakubun öz babası Hz. İshak iken, Kur'an-ı kerimde, Hz. Yakuba hitaben (Baban İsmail) buyurulmuştur. [İmam-ı Süyuti hazretleri, (Kitabüd-derc-il-münife) kitabında Azerin Hz. İbrahimin amcası olduğunu vesikalarla ispat etmektedir.]

[Ehl-i sünnetin büyükleri buyuruyor ki:
Peygamber efendimizin Babası Abdullah ile anası Âmine, İbrahim “aleyhisselam” dininde idi. Yani, mümin idi. Allahü teâlânın, bu ikisini diriltip Peygamberimizden kelime-i şehadet işitmeleri ve söylemeleri, imana gelmek için değil, bu ümmetten olmakla şereflenmeleri içindi. (Akrabana dua etme!) âyet-i kerimesi, Ebu Talib için idi. Ana ve babası için değildi. İmam-ı a’zamın (Fıkh-ı ekber) kitabının, elimizde bulunan tercümelerinde, bu ikisinin, imansız öldüğü yazılı ise de, İmam-ı a’zamın kendi eli ile yazdığı kitapta, imanla öldükleri yazılıdır. Sonradan, düşmanların bir (ma) silerek, bu yanlışlığın kasten yapıldığı anlaşılmıştır.

İslam dinine inanmayanlar, vaktiyle Allahü teâlânın Tevrat ve İncil kitaplarını değiştirdikleri gibi, zaman zaman, din büyüklerinin kitaplarına da el uzattı. Mesela, Muhyiddin-i Arabinin (Füsus) ve (Fütuhat) kitaplarına bazı şeyler karıştırdılar ise de, az zamanda meydana çıkarıldı. Büyük âlim Abdülvehhab-i Şaranı (Kibrit-i ahmer) ve (Elyevakit) kitaplarında bunu izah etmektedir.
Celaleddin-i Rumi hazretleri, bu sebepten dolayı (Mesnevi)sini nazm şeklinde yazarak, düşmanların değiştirmesine imkan bırakmamıştır.][/color]

Copyright © Huzura Dogru Dini Kitablar

03.12.2007 - dutkmd

Konular