Asıl İşimiz
[b][color=brown]Asıl İşimiz
“Ben bütün cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyat, 56) buyuran Yüce Rabbimiz, bizlere en temel iş olarak ilim ve ibadeti seçmiştir. Kulluk ilimle olacağı için, ibadetin önündedir. İlmin özü O'nu tanımak, ibadetin aslı O'nun için yaşamaktır. Buna kısaca güzel kulluk ve özel dostluk diyebiliriz. Bizler de bize layık görülen bu güzel işe razı olmalı, onu tanımalı, sevmeli ve gereğini yapmalıyız.
Yüce Allah'ı tanımaya marifet denir. Marifet, muhabbeti, muhabbet edebi kazandırır. Dinimiz her şeyi ile edeptir. Edep, Yüce Allah'ın razı olduğu halde olmak ve O'nun istediklerini yapmaktır. Edebin dışındaki her şey boştur, vebaldir, zarardır.
Yüce Allah'ı tanımak ve O'nun razı olduğu sıfatı bulmak, hayatın gayesidir. Bütün aşıklar ve akıllı insanlar buna can atmışlar, bu uğurda canlarını vermişlerdir.
O'nu bilmek sevinç ve huzurdur
Bu aşıklardan biri de Hz. Ali r.a.'dır. O demiştir ki: “Küçük çocukken ölüp cennetin en yüksek yerlerine ulaşmak beni fazla sevindirmez. Beni sevindiren, O'nu tanıyarak ölmemdir. Bunun için Yüce Allah'tan beni uzunca yaşatıp kendisini tanıtmasını isterim.”
Büyük veli Malik b. Dinar k.s. de, bu konuda insanlık adına üzüntüsünü şöyle dile getirmi ştir: “İnsanların çoğu şu dünyada bir ömür yaşadı, yedi içti, gezdi gördü, fakat asıl işten bir tat almadan, kokusunu koklamadan ölüp gitti.” Kendisine: “Nedir o hiç tadını almadıkları şey?” diye sorulunca: “Marifetullah/Yüce Allah'ı tanımak” dedi ve sonra şu manadaki şiiri okudu:
Yüce Rabbi tanımak bir şeref, bir sürurdur
O'nu sevenlerde gözüken, heybet ve nurdur.
İlâhî, seni tanıyanların gözü aydın olsun
Vallahi onlar bütün hayat boyu mesrurdur. (Mekkî, Kûtu'l-Kulûb)
“Allahu Tealâ, cahili kendisine dost yapmaz; dost yaptığını da cahil bırakmaz” diyen arif, tek cümle ile bu konuda söylenecek her şeyi özetlemi ştir.
İlk vahyi “Seni yaratan Rabbinin ismiyle oku!” (Alâk, 1) emriyle başlayan bir din, ilimsiz nasıl anlaşılır ve nasıl yaşanır? Dini yaşamadan Yüce Allah'a dostluk nasıl yapılır?
Huccetü'l-İslâm İmam Gazalî rh .a. der ki:
“İki şey var ki, bütün alim, muallim, yazar ve hikmet sahipleri onları tarif için eser vermiş, bütün semavî kitaplar onları öğretmek için indirilmiş, bütün peygamberler onları tebliğ ve tatbik için gönderilmiş, hatta bütün kâinat o iki şey için yaratılmı ştır. İşte bu iki cevher, ilim ve ibadettir. Dünya ve ahiretin yaratılmasından maksat bu ikisidir. Bir kula, her şartta onlarla meşgul olması, sadece onlar için yorulması ve ancak onlara bakması gerekir. Bil ki, onların dışındaki şeyler boştur; hiçbir hayır yoktur.” (Minhacu'l-Âbidîn)
Sırf ilim ve ibadetle meşgul olmak sözü yanlış anlaşılmasın. Bununla, hiçbir dünya işine bakmadan bir kenara çekilip devamlı ilim ve ibadetle meşgul olmak ve bu halde ömrü bitirmek kasdedilmiyor. Bundan maksat, Allah rızasını gaye edinip, uyku ve oyun dahil her işini ilmin öğrettiği edebe göre yaparak ibadete çevirmektir. Bunun için de, her mükellefin gerekli ilmi öğrendikten sonra ölene kadar amele devam etmesi gereklidir. Allah için okunan ve kullanılan her türlü ilim Hak katında övülür, sevilir, sahibine sevap getirir.
İlimsiz amelin sonu
İmam Gazâlî rh .a., Yüce Allah'a dost olmak isteyenleri şöyle uyarır:
“Ey Hak yolcusu! Sana, emredilen şeyleri yapman ve yasaklanan şeylerden sakınman için ilim gereklidir. Yoksa, ne olduğunu, ne için ve ne şekilde yapıldığını bilmediğin ibadetleri nasıl yerine getireceksin? Yahut, günah olduğunu bilmediğin şeylerden nasıl sakınacaksın? Eğer gereken ilmi elde etmezsen, çoğu kez, senelerce taharetini ve namazlarını ifsat eden bir durumda ibadet edersin de haberin bile olmaz. Yahut, iman ve ibadet konularında bir sorun ile karşılaşırsın, fakat onu sorup halledecek bir kimse aramazsın, şek ve şüphe içinde yaşarsın.
Ayrıca işin temeli ve ibadetlerin hedefi olan güzel ahlâkı bilmek gerekir. Yüce Allah'a güvenme, O'nun hükümlerine rıza, başa gelen sıkıntılara sabır, işlenen kusurlara tövbe, her işte Allah rızasına niyet etmek, yani ihlâs gibi kalbe ait amel ve ahlâkı bilmek gerekir. Ayrıca bu ahlâkın zıddı olan kötü ahlâkı da tanımalıyız. Onlar ilâhi takdire kızma, insanlara gösteriş yapma, kendini beğenme, kibir, uzun emel gibi kötü ahlâktır. Bunlardan sakınmak için ne olduklarını bilmek gerekir. Çünkü Allahu Tealâ, Yüce Kitabında namazı ve orucu farz kıldığı gibi; güzel ahlâka ulaşmayı ve kötü ahlâkdan kaçınmayı da farz kılmıştır. Bu durumda senin sadece namaz ve oruca yönelip bu farzları terk etmen doğru değildir.
Hiç şüphesiz, kulluğun esası ve Allahu Tealâ'ya ibadetin temeli ilim üzere kuruludur. İlimsiz taat olmaz. Bunun için ilme öncelik verilmesi gerekir.” (Minhâcu'l-Âbidîn)
İlaç hazır, sıra içmede
İkinci bin yılın müceddidi İmam Rabbanî k.s. her mümine gereken asıl işi şöyle özetler:
“Dinimiz, dünya ve ahiretin bütün saadetini garanti etmiştir. Ancak, bunun gerçekleşmesi için sahih bir imandan sonra herkese şu üç temel vazife düşmektedir:
1- İlim,
2- Amel,
3- İhlâs.
Bu üç şey tam olarak elde edilmeden dinin hakikati anlaşılamaz ve kul müjdelenen ilâhi lütuflara ulaşamaz. Sufilerin özel olarak üzerinde durduğu tasavvuf ve hakikat ilimleri dinin hizmetçisidir ve bütün seyr u sülûk ameliyeleri dinin üçüncü mertebesi olan ihlâsın elde edilmesi için yapılmaktadır. İhlâs da rıza makamı için gereklidir. Bunların dışındaki bütün manevi haller, cezbe ve benzeri şeyler asıl maksat olmayıp, ihlâs ve rıza makamının tahakkuku için bir başlangıç ve hazırlıktır.” (Mektubat, 36. Mektup)
Büyük veli Ebu Abdurrahmun es- Sülemî k.s., cahil sufi olamaz diyor ve ekliyor:
“Zahirî hükümleri iyi bilmeyen kimse, batınî hallerini güzelleştiremez. Halleri ilme ters düşen birine sufi ismi verilemez.” (Menâhicü'l-Ârifîn)
Ariflerin kutbu Cüneyd el-Bağdadî k.s. anlatır:
“Bir gün şeyhim Seriy es-Sakatî rh .a.:
- Yanımdan ayrılınca kiminle oturup kalkıyorsun? diye sordu. Ben de:
- Hâris el-Muhâsibî ile, dedim. Bana:
- Evet, onun ilminden ve edebinden al; kelâmla ilgili sözlerine takılma, onları kelâmcılara havale et, dedi.
Yanından ayrılıp giderken benim için şöyle dua ediyordu: “Allah seni, hadis ehli bir sufi yapsın; önce sufi sonra hadis ehli yapmasın!”
Alimler bu sözü şöyle açıklar:
“Kim önce hadis ve ilim tahsil eder sonra tasavvuf terbiyesi alırsa kurtuluşa erer. Kim de hiç ilim öğrenmeden tasavvuf yoluna girerse işi zor, tehlikesi çok olur. Kendisine lazım olan ilmi öğrenmeden amele ve ibadete başlayan ve bu halde kalan kimseler, usül ve edepleri bilmedikleri için dengesiz ve ölçüsüz sözler sarf ederler, doğru ile yanlışı birbirine karıştırırlar, zarar ederler, zarar verirler.” (El-Mekki, Kûtu'l-Kulûb; Gazalî, İhyâ; Zebîdî, İthâfu's-Sâde)
Büyük arif Abdurrahman-ı Tâhî k.s. Hazretleri, bu gerçeğe şöyle dikkat çekmiştir:
“Tasavvuf terbiyesi ve muhabbeti, insanların arasında dolaşır; dine bağlı olanın da olmayanın da kalbine girer. Fakat bir süre sonra dine ve ilme bağlı olanda kalırken, ilâhi hükümlere bağlı olmayandan çıkıverir. Gavsu'l-Azam Seyyid Sıbğatullah el-Arvasî k.s zamanında din ilmini bilen ve ona göre hareket eden bir sufi hanım vardı. Diğer kadınlar onun halini beğenmeyip, onda aşk ve muhabbet yoktur derlerdi. Gavs k.s. vefat ettikten sonra işleri sırf muhabbete dayalı kadınlar söndü gitti, ama bu kadın eski halini koruduğu gibi çevresine de faydalı oldu.
Ayrıca o bölgede bulunan halifeler, büyük sâdât-ı kiramdan olmadıkları halde, dinin hükümlerine bağlılıkları sayesinde, tasavvuf terbiyesini ve edebini devam ettirmişlerdir.” (Abdurrahmân-ı Tahî, İşaretler)
Ariflerden Ebu Hafs Haddâd k.s. bu işi söyle özetlemi ştir:
“Biz, işlerini, sözlerini ve hallerini Kitap ve Sünnet terazisinde ölçmeyeni Allah adamı saymayız!” (Camî, Nefahatü'l-Üns)
Hangi ilim öncedir? sorusuna İmam Rabbanî k.s. şu cevabı verir:
“Kulu Allahu Tealâ'ya yaklaştıran ameller iki çeşittir: Farzlar, nafileler.
Esasen, farz ibadetlerin yanında nafilelerin pek önemi yoktur. Öyle ki, herhangi bir zamanda, ihlâsla bir farzı eda etmek, bin senelik nafile ibadetten daha faziletlidir. Manevi haller amellerin neticesidir. Bu ilimler, amellerin sağlam itikat ve ölçüler içinde yapılmasıyla hasıl olur. Bu da, yapacağı ameli hakkıyla bilmeyi gerektirir. Bunlar dinin temel ilimleridir. Her mükellefin bunları bilmesi gerekir.” (Mektubât, 29. Mektup)
“Bilmiş ol ki, zikrin faydası ve tesiri, dinin hükümlerini yerine getirmeye bağlıdır. Şu hususlara çok dikkat etmek gerekir:
1- Farzları ve sünnetleri güzelce yerine getirmeye.
2- Haram ve şüpheli şeylerden kaçınmaya.
3- Az veya çok, bütün işlerde alimlere müracaat edip, onların verdiği fetvaya uygun amel etmeye.” (190. Mektup)
Çare: İrade ve gayret
İki önemli derdimiz var: Gaflet ve cehalet. Çaremiz ilimdir. İlim, kadın/erkek her müslümana farz kılınmıştır. Farz demek, hava-su, yemek-içmek gibi lazım demektir. İlmin lazım kısmını herkesin tek tek öğrenmesi gerekir. Farz amellerin ilmini öğrenmek de farzdır. Farz, yerine başkasını kabul etmez. Yani, bu farzı terk edeyim de yerine şu işi yapayım demek olmaz. Farzın kendisi bilinmeli ve yapılmalıdır.
Farz, binanın temeli ve onu taşıyan direkleri gibidir. Temelsiz ve direksiz bina durmaz ya da bir rüzgarda dağılır, başa yıkılır. Farz ilimler ve ameller dini ayakta tutar; farzı öğrenmeyen ve yerine getirmeyen kimse dinini ayakta tutamaz, Yüce Allah'a kulluğun tadını tadamaz.
Kendimizi seviyor, dinimizi düşünüyor ve cenneti özlüyor isek, kitabı, dersi, hocayı, okulu, okumayı sevmeliyiz. Bu yoldaki bütün çabaların bir ibadet olduğunu bilmeliyiz. Dini bilenler öğretmek için, bilmeyenler öğrenmek için yeni bir gayrete gelmeliyiz. Hepimiz canlar verilerek bize kadar getirilen bu güzel Peygamber emanetini taşımak için biraz vaktimizi vermeli, azıcık zihnimizi yormalıyız. Bunun için çok zamana gerek yok. İş için ayırdığımız süreden kısmak da gerekmez. Boş vakitlerimizde oyalandığımız boş işleri terk edelim yeter.
Rehberimiz önümüzde, bu yolda bir adım atma sırası artık bizde. Hz. Peygamber s.a.v.'in vârisi olan Allah'a aşık alimlerin asıl işi müminleri gaflet ve cehaletten kurtarmaktır. Onlarla bu yola baş koyanlara Hz. Rasulullah s.a.v. Efendimiz cenneti müjdeliyor.
Dahası var: Rahmet Peygamberimiz, yuvasındaki karıncaya varana kadar yerdeki ve gökteki bütün varlıkların ilim talebelerine dua ve istiğfar ettiğini haber veriyor. Birazcık aklı ve aşkı olana bu müjde yeter.
Tasavvufi Sohbetler
Kaynak Belirtmeden Yayınlamak Yasaktır.
Kaynak Nedir ?: Her hakkı saklıdır © [url]www.kasriarifan.com[/url] [/color][/b]
“Ben bütün cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyat, 56) buyuran Yüce Rabbimiz, bizlere en temel iş olarak ilim ve ibadeti seçmiştir. Kulluk ilimle olacağı için, ibadetin önündedir. İlmin özü O'nu tanımak, ibadetin aslı O'nun için yaşamaktır. Buna kısaca güzel kulluk ve özel dostluk diyebiliriz. Bizler de bize layık görülen bu güzel işe razı olmalı, onu tanımalı, sevmeli ve gereğini yapmalıyız.
Yüce Allah'ı tanımaya marifet denir. Marifet, muhabbeti, muhabbet edebi kazandırır. Dinimiz her şeyi ile edeptir. Edep, Yüce Allah'ın razı olduğu halde olmak ve O'nun istediklerini yapmaktır. Edebin dışındaki her şey boştur, vebaldir, zarardır.
Yüce Allah'ı tanımak ve O'nun razı olduğu sıfatı bulmak, hayatın gayesidir. Bütün aşıklar ve akıllı insanlar buna can atmışlar, bu uğurda canlarını vermişlerdir.
O'nu bilmek sevinç ve huzurdur
Bu aşıklardan biri de Hz. Ali r.a.'dır. O demiştir ki: “Küçük çocukken ölüp cennetin en yüksek yerlerine ulaşmak beni fazla sevindirmez. Beni sevindiren, O'nu tanıyarak ölmemdir. Bunun için Yüce Allah'tan beni uzunca yaşatıp kendisini tanıtmasını isterim.”
Büyük veli Malik b. Dinar k.s. de, bu konuda insanlık adına üzüntüsünü şöyle dile getirmi ştir: “İnsanların çoğu şu dünyada bir ömür yaşadı, yedi içti, gezdi gördü, fakat asıl işten bir tat almadan, kokusunu koklamadan ölüp gitti.” Kendisine: “Nedir o hiç tadını almadıkları şey?” diye sorulunca: “Marifetullah/Yüce Allah'ı tanımak” dedi ve sonra şu manadaki şiiri okudu:
Yüce Rabbi tanımak bir şeref, bir sürurdur
O'nu sevenlerde gözüken, heybet ve nurdur.
İlâhî, seni tanıyanların gözü aydın olsun
Vallahi onlar bütün hayat boyu mesrurdur. (Mekkî, Kûtu'l-Kulûb)
“Allahu Tealâ, cahili kendisine dost yapmaz; dost yaptığını da cahil bırakmaz” diyen arif, tek cümle ile bu konuda söylenecek her şeyi özetlemi ştir.
İlk vahyi “Seni yaratan Rabbinin ismiyle oku!” (Alâk, 1) emriyle başlayan bir din, ilimsiz nasıl anlaşılır ve nasıl yaşanır? Dini yaşamadan Yüce Allah'a dostluk nasıl yapılır?
Huccetü'l-İslâm İmam Gazalî rh .a. der ki:
“İki şey var ki, bütün alim, muallim, yazar ve hikmet sahipleri onları tarif için eser vermiş, bütün semavî kitaplar onları öğretmek için indirilmiş, bütün peygamberler onları tebliğ ve tatbik için gönderilmiş, hatta bütün kâinat o iki şey için yaratılmı ştır. İşte bu iki cevher, ilim ve ibadettir. Dünya ve ahiretin yaratılmasından maksat bu ikisidir. Bir kula, her şartta onlarla meşgul olması, sadece onlar için yorulması ve ancak onlara bakması gerekir. Bil ki, onların dışındaki şeyler boştur; hiçbir hayır yoktur.” (Minhacu'l-Âbidîn)
Sırf ilim ve ibadetle meşgul olmak sözü yanlış anlaşılmasın. Bununla, hiçbir dünya işine bakmadan bir kenara çekilip devamlı ilim ve ibadetle meşgul olmak ve bu halde ömrü bitirmek kasdedilmiyor. Bundan maksat, Allah rızasını gaye edinip, uyku ve oyun dahil her işini ilmin öğrettiği edebe göre yaparak ibadete çevirmektir. Bunun için de, her mükellefin gerekli ilmi öğrendikten sonra ölene kadar amele devam etmesi gereklidir. Allah için okunan ve kullanılan her türlü ilim Hak katında övülür, sevilir, sahibine sevap getirir.
İlimsiz amelin sonu
İmam Gazâlî rh .a., Yüce Allah'a dost olmak isteyenleri şöyle uyarır:
“Ey Hak yolcusu! Sana, emredilen şeyleri yapman ve yasaklanan şeylerden sakınman için ilim gereklidir. Yoksa, ne olduğunu, ne için ve ne şekilde yapıldığını bilmediğin ibadetleri nasıl yerine getireceksin? Yahut, günah olduğunu bilmediğin şeylerden nasıl sakınacaksın? Eğer gereken ilmi elde etmezsen, çoğu kez, senelerce taharetini ve namazlarını ifsat eden bir durumda ibadet edersin de haberin bile olmaz. Yahut, iman ve ibadet konularında bir sorun ile karşılaşırsın, fakat onu sorup halledecek bir kimse aramazsın, şek ve şüphe içinde yaşarsın.
Ayrıca işin temeli ve ibadetlerin hedefi olan güzel ahlâkı bilmek gerekir. Yüce Allah'a güvenme, O'nun hükümlerine rıza, başa gelen sıkıntılara sabır, işlenen kusurlara tövbe, her işte Allah rızasına niyet etmek, yani ihlâs gibi kalbe ait amel ve ahlâkı bilmek gerekir. Ayrıca bu ahlâkın zıddı olan kötü ahlâkı da tanımalıyız. Onlar ilâhi takdire kızma, insanlara gösteriş yapma, kendini beğenme, kibir, uzun emel gibi kötü ahlâktır. Bunlardan sakınmak için ne olduklarını bilmek gerekir. Çünkü Allahu Tealâ, Yüce Kitabında namazı ve orucu farz kıldığı gibi; güzel ahlâka ulaşmayı ve kötü ahlâkdan kaçınmayı da farz kılmıştır. Bu durumda senin sadece namaz ve oruca yönelip bu farzları terk etmen doğru değildir.
Hiç şüphesiz, kulluğun esası ve Allahu Tealâ'ya ibadetin temeli ilim üzere kuruludur. İlimsiz taat olmaz. Bunun için ilme öncelik verilmesi gerekir.” (Minhâcu'l-Âbidîn)
İlaç hazır, sıra içmede
İkinci bin yılın müceddidi İmam Rabbanî k.s. her mümine gereken asıl işi şöyle özetler:
“Dinimiz, dünya ve ahiretin bütün saadetini garanti etmiştir. Ancak, bunun gerçekleşmesi için sahih bir imandan sonra herkese şu üç temel vazife düşmektedir:
1- İlim,
2- Amel,
3- İhlâs.
Bu üç şey tam olarak elde edilmeden dinin hakikati anlaşılamaz ve kul müjdelenen ilâhi lütuflara ulaşamaz. Sufilerin özel olarak üzerinde durduğu tasavvuf ve hakikat ilimleri dinin hizmetçisidir ve bütün seyr u sülûk ameliyeleri dinin üçüncü mertebesi olan ihlâsın elde edilmesi için yapılmaktadır. İhlâs da rıza makamı için gereklidir. Bunların dışındaki bütün manevi haller, cezbe ve benzeri şeyler asıl maksat olmayıp, ihlâs ve rıza makamının tahakkuku için bir başlangıç ve hazırlıktır.” (Mektubat, 36. Mektup)
Büyük veli Ebu Abdurrahmun es- Sülemî k.s., cahil sufi olamaz diyor ve ekliyor:
“Zahirî hükümleri iyi bilmeyen kimse, batınî hallerini güzelleştiremez. Halleri ilme ters düşen birine sufi ismi verilemez.” (Menâhicü'l-Ârifîn)
Ariflerin kutbu Cüneyd el-Bağdadî k.s. anlatır:
“Bir gün şeyhim Seriy es-Sakatî rh .a.:
- Yanımdan ayrılınca kiminle oturup kalkıyorsun? diye sordu. Ben de:
- Hâris el-Muhâsibî ile, dedim. Bana:
- Evet, onun ilminden ve edebinden al; kelâmla ilgili sözlerine takılma, onları kelâmcılara havale et, dedi.
Yanından ayrılıp giderken benim için şöyle dua ediyordu: “Allah seni, hadis ehli bir sufi yapsın; önce sufi sonra hadis ehli yapmasın!”
Alimler bu sözü şöyle açıklar:
“Kim önce hadis ve ilim tahsil eder sonra tasavvuf terbiyesi alırsa kurtuluşa erer. Kim de hiç ilim öğrenmeden tasavvuf yoluna girerse işi zor, tehlikesi çok olur. Kendisine lazım olan ilmi öğrenmeden amele ve ibadete başlayan ve bu halde kalan kimseler, usül ve edepleri bilmedikleri için dengesiz ve ölçüsüz sözler sarf ederler, doğru ile yanlışı birbirine karıştırırlar, zarar ederler, zarar verirler.” (El-Mekki, Kûtu'l-Kulûb; Gazalî, İhyâ; Zebîdî, İthâfu's-Sâde)
Büyük arif Abdurrahman-ı Tâhî k.s. Hazretleri, bu gerçeğe şöyle dikkat çekmiştir:
“Tasavvuf terbiyesi ve muhabbeti, insanların arasında dolaşır; dine bağlı olanın da olmayanın da kalbine girer. Fakat bir süre sonra dine ve ilme bağlı olanda kalırken, ilâhi hükümlere bağlı olmayandan çıkıverir. Gavsu'l-Azam Seyyid Sıbğatullah el-Arvasî k.s zamanında din ilmini bilen ve ona göre hareket eden bir sufi hanım vardı. Diğer kadınlar onun halini beğenmeyip, onda aşk ve muhabbet yoktur derlerdi. Gavs k.s. vefat ettikten sonra işleri sırf muhabbete dayalı kadınlar söndü gitti, ama bu kadın eski halini koruduğu gibi çevresine de faydalı oldu.
Ayrıca o bölgede bulunan halifeler, büyük sâdât-ı kiramdan olmadıkları halde, dinin hükümlerine bağlılıkları sayesinde, tasavvuf terbiyesini ve edebini devam ettirmişlerdir.” (Abdurrahmân-ı Tahî, İşaretler)
Ariflerden Ebu Hafs Haddâd k.s. bu işi söyle özetlemi ştir:
“Biz, işlerini, sözlerini ve hallerini Kitap ve Sünnet terazisinde ölçmeyeni Allah adamı saymayız!” (Camî, Nefahatü'l-Üns)
Hangi ilim öncedir? sorusuna İmam Rabbanî k.s. şu cevabı verir:
“Kulu Allahu Tealâ'ya yaklaştıran ameller iki çeşittir: Farzlar, nafileler.
Esasen, farz ibadetlerin yanında nafilelerin pek önemi yoktur. Öyle ki, herhangi bir zamanda, ihlâsla bir farzı eda etmek, bin senelik nafile ibadetten daha faziletlidir. Manevi haller amellerin neticesidir. Bu ilimler, amellerin sağlam itikat ve ölçüler içinde yapılmasıyla hasıl olur. Bu da, yapacağı ameli hakkıyla bilmeyi gerektirir. Bunlar dinin temel ilimleridir. Her mükellefin bunları bilmesi gerekir.” (Mektubât, 29. Mektup)
“Bilmiş ol ki, zikrin faydası ve tesiri, dinin hükümlerini yerine getirmeye bağlıdır. Şu hususlara çok dikkat etmek gerekir:
1- Farzları ve sünnetleri güzelce yerine getirmeye.
2- Haram ve şüpheli şeylerden kaçınmaya.
3- Az veya çok, bütün işlerde alimlere müracaat edip, onların verdiği fetvaya uygun amel etmeye.” (190. Mektup)
Çare: İrade ve gayret
İki önemli derdimiz var: Gaflet ve cehalet. Çaremiz ilimdir. İlim, kadın/erkek her müslümana farz kılınmıştır. Farz demek, hava-su, yemek-içmek gibi lazım demektir. İlmin lazım kısmını herkesin tek tek öğrenmesi gerekir. Farz amellerin ilmini öğrenmek de farzdır. Farz, yerine başkasını kabul etmez. Yani, bu farzı terk edeyim de yerine şu işi yapayım demek olmaz. Farzın kendisi bilinmeli ve yapılmalıdır.
Farz, binanın temeli ve onu taşıyan direkleri gibidir. Temelsiz ve direksiz bina durmaz ya da bir rüzgarda dağılır, başa yıkılır. Farz ilimler ve ameller dini ayakta tutar; farzı öğrenmeyen ve yerine getirmeyen kimse dinini ayakta tutamaz, Yüce Allah'a kulluğun tadını tadamaz.
Kendimizi seviyor, dinimizi düşünüyor ve cenneti özlüyor isek, kitabı, dersi, hocayı, okulu, okumayı sevmeliyiz. Bu yoldaki bütün çabaların bir ibadet olduğunu bilmeliyiz. Dini bilenler öğretmek için, bilmeyenler öğrenmek için yeni bir gayrete gelmeliyiz. Hepimiz canlar verilerek bize kadar getirilen bu güzel Peygamber emanetini taşımak için biraz vaktimizi vermeli, azıcık zihnimizi yormalıyız. Bunun için çok zamana gerek yok. İş için ayırdığımız süreden kısmak da gerekmez. Boş vakitlerimizde oyalandığımız boş işleri terk edelim yeter.
Rehberimiz önümüzde, bu yolda bir adım atma sırası artık bizde. Hz. Peygamber s.a.v.'in vârisi olan Allah'a aşık alimlerin asıl işi müminleri gaflet ve cehaletten kurtarmaktır. Onlarla bu yola baş koyanlara Hz. Rasulullah s.a.v. Efendimiz cenneti müjdeliyor.
Dahası var: Rahmet Peygamberimiz, yuvasındaki karıncaya varana kadar yerdeki ve gökteki bütün varlıkların ilim talebelerine dua ve istiğfar ettiğini haber veriyor. Birazcık aklı ve aşkı olana bu müjde yeter.
Tasavvufi Sohbetler
Kaynak Belirtmeden Yayınlamak Yasaktır.
Kaynak Nedir ?: Her hakkı saklıdır © [url]www.kasriarifan.com[/url] [/color][/b]
Konular
- Yaptıklarımızın Hesabını Vermeye Hazırlıklı Mısınız.
- Kur'an Nasıl Bir Devlet Yönetimini Öneriyor.
- Kendimize Rab lar Edindiğimizin Farkında Bile Değiliz.
- Sesli düşler
- Ömürden Kaybolan Bir Senemiz
- Yardıma ihtiyacım var
- Hakan Kenan Hoca
- Türkiye'nin Gururu Lingerium
- Zorunlu Trafik Sigortası
- Kur'an ın Bizlere İndirilme Amacını Doğru Anlamalıyız.
- Rivayetleri Aklamak Adına, Kur'an a Saygısızlık Yapmayalım.
- Allah ın Affetmesi, Şefaati Konusunu Nasıl Anlamalıyız.
- Hac Suresi 47, Zümer Suresi 42. Ayetlerin. Ölüm Ve Rüya İlişkisi.
- Allah ın Sınırlarını Aşarak, Kafirlerden Olmak İstemiyorsak.
- Kur'an neden arapça indirilmiştir. Zuhruf 2-3. Fussilet 44. Ayet.
- Elbette tek vatan bö-lü-ne-me----yiz
- Bizleri dinden saptıran en büyük yanlışımız.
- Çalışanlarınızın network trafiğini DeskGate ile inceleyin
- DeskGate en iyi sirket guvenlik programi
- Pekala ölmüyormuyuz
- Siber saldırı ve afetlere karşı veri yedekleme yazılımı DeskGate
- Işsizlik sel gibi
- Ad adres telefon
- Nuhilik (noahidizm)
- Isa beklenen yahudi mesih midir?
- Cümle kapısı..
- Karagöz İle Hacivat Konuşmaları 3
- Nasreddin Hoca Fıkraları
- Allah ın resulünün bizlere örnek oluşunu, hangi kaynaktan öğrenmeliyiz?
- Ayşecik İle Yasemin Sultan