Sevgi Merkezli Eğitime Hazır mısınız?

[color=olive]Sevgi Merkezli Eğitime Hazır mısınız?


Gönülleri sevgi merkezli eğitime hazırlamanın vaktidir. Anneler, babalar öğretmenler, kafalarından önce kalplerini açmaya hazır olmalılar. Çünkü yeni nesilleri daha çok insan yapmanın başka yolu ve imkânı kalmamıştır. Sevgi merkezli eğitimin ilkokulu, evdir. Evde başöğretmen, şefkat kahramanı anne, öğretmen de babadır. Ne var ki, babaların annelere gerektiği kadar destek vermediğini çoğu şikâyetlerden anlamaktayız
Birçok baba, hala işin vahametini tam olarak anlamış görünmüyor.
İşte o babalardan biri.

“Keşke Ben de Köpek Olsaydım”

Okul öncesi yaşındaki bir delikanlı, köpek olmak istiyor. Köpekleri çok seviyor. Hep köpek resmi çiziyor. Köpek taklidi yapıyor. Yemeğini köpekler gibi yemeye çalışıyor. Köpeklerle çok ilgileniyor. Sürekli köpeklerle ilgili sorular soruyor. Adı sorulduğunda kendi adını değil, kendine yakıştırdığı bir köpek adını söylüyor.
Eğitim danışmanı olarak çalıştığım okulda, rehberlik uzmanı, durumu bana da aktardı. Bu ilginç delikanlıyla bir süre ilgilendim. Bu sürenin sonunda, delikanlının köpek olma merakının babasından kaynaklandığını anladık.
Babası, köpek meraklısıydı. Birkaç köpek besliyor ve onlarla çok yakından ve büyük bir sevgiyle ilgileniyordu.
Bu masum delikanlı da, babasının dikkatini ve sevgisini çekmek için köpek olmaya özeniyor, her halini o hayvanlara benzetmeye uğraşıyordu…
Arkadaşlarına, sürekli,“Keşke ben de köpek olsaydım” diyordu…

Kolsuz Baba Resmi

Ana sınıfının sempatik delikanlılarından biriydi… Öğretmenleri, onlara anne ve babalarının resimlerini çizdiriyordu. Bu delikanlının resim kabiliyeti çok iyi idi. Annesini ve babasını oldukça başarılı bir biçimde çiziyordu…
Ancak, yaptığı bütün baba resimleri kolsuzdu... Acaba çocuğun babası gerçekten kolsuz biri miydi? Öğretmeni bu durumun sebebini merak edip, delikanlı ile biraz konuşuyor. Samimi bir görüşmede, bu masum çocuk, babasını niçin kolsuz çizdiğini şöyle açıklıyor:
“Babam, annemi çok dövüyor. Bu yüzden onun kollarını, ellerini sevmiyorum.”
Böylece, baba resminin niçin kolsuz çizildiği anlaşılıyor.

“İğrenç!”

Ana sınıfı öğrencisi o kadar çok, “İğrenç!” diyordu ki… Dikkatimi çekti. Yerli yersiz, olur olmaz, her şeye, herkese “İğrenç!” diyordu…
Daha sonra annesiyle tanışınca, bu kelimenin onun da dilinde çok yer aldığını hemen öğrenivermiştim. Çelişkiye bakınız ki, bu anne, çocuğunun sevgisizliğinden ve hırçınlığından şikâyet ediyordu. Farkına varamıyordu ki, çocuğunda görüp de şikâyet ettiği sevgisizliğin öğretmeni bizzat kendisiydi.
Sahi bizler, günde kaç kere nefretimizi, kaç kere sevgimizi söyleriz. Her gün ne kadar şikâyet, ne kadar şükür duyulur dilimizden… Yani çocuklarımız, nefreti mi öğrenirler bizden, sevgiyi mi?
Çünkü onlar bizden duyduklarını ve gördüklerini öğrenirler. Bütünüyle bizi taklit ederler. Özellikle de okula başlayınca kadar, anne babalar olarak örnekleri biziz…
Küçükler, önce evet demeyi mi, yoksa hayır demeyi mi öğreniyorlar.
Çocuğunuzun ilk söylediği kelimeler arasında, “Seviyorum” da var mı?
Eğer bu kelime dünyalarına geç giriyorsa, sorumlusu anne baba olarak, siz değil misiniz?

“Babam Toplantı Yapar”

“Daha İlköğretim birinci sınıfta” deyip geçmeyin, onların neler bildiğini, neler düşündüğünü bilmek sizi çok şaşırtacaktır. Onlardan birine soruyorum:
“-Baban ne iş yapıyor?”
“-Babam toplantı yapar…”
Gerçekten de bu sevgili kardeşim, bir üst düzey bürokrattı ve hep toplantıdan toplantıya koşuyordu. Çocuk, “Toplantıya gidiyorum”, “Toplantıdan geliyorum”, “Toplantı yapacağım” laflarını o kadar çok duymuştu ki… Babasının asıl işinin toplantı yapmak olduğunu sanması gayet normal bir sonuçtu.
Acaba, “Babam toplantı yapar!” diyen bu sevimli hanım kızımız, babasının yapmadığı bir şeyi de ifade etmiş olmuyor mu bu ifadesiyle?
Toplantı hep evin dışında ve başkalarıyla yapılan bir eylem… İçinde ev ahalisi yok. Ama çok önemli. Tehir edilemez, gecikilemez, atlatılamaz… Küçük kız, bu toplantılar yüzünden hasret kalır babasına… Babasıyla arasına giren zararlı ve zalim bir engeldir toplantılar…
Siz o masum yavrunun yerinde olsanız, sever misiniz bu toplantı denen şeyi?
Dolayısıyla, küçük kız, “Babam toplantı yapar!” derken, aynı zamanda bir özlemini de örtülü biçimde dile getirmiş olmuyor mu?
Babalar, asıl ve en önemli toplantının, aile meclisini kurarak yapılacağını mutlaka anlamak zorundadırlar. Çünkü baba sevgisinden yoksunluk, masum yürekleri derinden yaralar.
Ve bu yürek yaralarının tam tedavisi mümkün değildir…
Anne, sonu gelmeyen toplantıları tenkit eder… Babayı uyarmak ister. Çünkü çocuklar, babalarını ona sormakta ve durumunu anlamaya çalışmaktadırlar.
Anne der ki:
“Sen geldiğinde çocuklar uyumuş oluyorlar. Sabah giderken de uyanmamış bulunuyorlar. Bu gidişle seni unutacaklar… Daha da kötüsü, bu bitmek bilmeyen toplantıları, onlara tercih ettiğini sanıp, seni yüreklerinden atacaklar… Ne olur, çocuklara da biraz zaman ayır…”
Baba, duygulanır ve söze girmek ister. Ancak, daha ilk kelimesiyle gülünç olur. Zira, der ki, “Tamam başkanım, çok haklısınız!”
Baba gövdesiyle evde, anneyledir ama kafasıyla ve gönlüyle hala toplantıdadır.
Hiçbir iş toplantısı, ailede sevgi iletişimini kuracak birliktelikler kadar önemli değildir.
Bu sebeple anne babalar, ama özellikle de babalar, önceliklerini mutlaka çok iyi ayarlamalıdırlar.
Yoğun çalışan bütün babaların bir manevi dikiz aynası olmalıdır. Bu dikiz aynasıyla, arkayı sürekli gözlemelidirler. Arka, evdir, çoluk çocuktur, eştir… Ne kadar hızlı, ne kadar meşgul, ne kadar dolu olursanız olunuz, bir gözünüz, bir kulağınız hep orada olmalıdır. Fakat, gönlünüzün önceliği ev olmalı, oraya ayırdığınız zamanı hiç kimseye vermemelisiniz…
Zira çocuklarınızın, sizin paranızdan çok yüreğinize ihtiyaçları vardır.
Bazı babalar, sevgi ve şefkat meselesini annelere ihale ediyorlar. Anneler tabii ki şefkat kahramanlarıdır… Ama kesin olarak bilelim ki, hiçbir anne, hiçbir babanın bıraktığı boşluğu dolduramaz. Bu bakımdan babalar da çocuklarına gönüllerini açmalı, kendilerini bir para makinesi durumuna düşürmemelidirler.
Bazı anne babalar da, iyi bir okul seçerek, eğitim işinden kendilerini kurtardıklarını sanıyorlar. Onlara da kırk yıllık tecrübemin sonunda şunu söylerim:
“Dünyanın en kaliteli okulu ve en candan öğretmenleri bile, ailenin bıraktığı açığı kapatamaz. Evinden mutlu çıkmayan çocuğu, okul mutlu edemez. Çocuğun okuldaki başarısı da, sevgiye ve şefkate doymuş bir gönülle evinden gelmesine bağlıdır.
Eğitimci anne babaların ikinci adresleri, çocuklarının okulu olmalıdır. Anne babanın içinde aktif olarak bulunmadığı eğitim eksiktir.
Evi biraz okul, okulu da biraz ev yapmalı; anne babaları biraz eğitimci, öğretmenleri de biraz anne babalaştırmalıyız. Ancak bu dayanışma ile çocuklarımızı geleceğe hazırlayabiliriz.”

Vehbi VAKKASOĞLU

[url]www.yenidunyadergisi.com[/url][/color]

2 yorum

Sevgi Merkezli Eğitime Hazır mısınız?

[b][color=blue]cevabı yazınızdan dolayı size teşekkür ederim.
sağlıcakla kalınız.

şunu da belirteyim ki, bu yazının sizin dediğiniz gibi " ingilizceden " tercüme edilip edilmediği konusunda bir bilgin yok. Ancak Vehbi Valkasoğlu " hoca " yazar ve eğitimcidir. bundan dolayı öyle bir ihtimalin olduğunu düşünmüyürum.
başarı dileklerimle.[/color][/b]

18.02.2008 - dutkmd

varlığı dert yokluğu yara para para para!!

Öncelikle sanırım bu yazı ingilizceden çevirilmiş o yüzden anaokulundaki delikanlı gibi garip anlatımlar yer alıyor.delikanlı diye çevrilen kelime-boy- ise anlamı erkek çocuğu demektir cinsiyeti ifade eder yaş sınırı yoktur.
Yazıda aile okulu denmiş ama genelde babaların hatalarından bahsedilmiş ve okudukça nerdeyse iyiki erkek deyilim bu sorumluluğu kaldıramazdım diyeceğim..ama bu hataların tek sorumlusunu erkek olarak görmüyorum..erkek ailesini geçindirmek için çalışmak zorunda, doğal olarak iyi bir çalışan olmak zorunda ,ailesinin dışındaki hayatıda iyi takip etmek zorunda ,bütün gününü iş alınca eve hem yorgun gelip hem de ailesine de gereken ilgiyi göstermek zorunda ,gerçekten zor..
ama bütün bunların hep yanlış anlamalardan kaynaklandığını düşünüyorum..
Kadın sürekli daha iyi bir hayat yaşamak istediğinden bahsedince erkek de hep daha fazla kazanmaya kendini mecbur hissediyor, karısını çok az görebilse de sonunda karısının istediklerini sağladığı için takdir edileceğini, çok mutlu olacaklarını sanıyor ama tam tersine karısının onun ilgisizliğinden yakınıp hiçbirşeyi istemeyişi ile karşılaşıyor,sonuç tam bir hüsran, bazen birbirlerinden uzak geçen bu boşluklar daha da kötü durumlara sebep oluyor..Allah kimseyi şaşırtmasın!!
Bu sıkıntılar hayatını dinimize göre yaşamaya çalışan için sorun olam sanıyorum, elindekine-az olana kanat etmek, ihtiyacı olandan fazlasını istememek, gösterişten-mal-mülk düşkünlüğünden sakınmak, aile saadetini herşeyin üstünde tutmak, iki günlük dünya hayatını sırf bu dünyayı kazanmak için harcamamak -bir güleryüz de sadakadır, oturup bir insanın derdini dinlemek belki zaman kaybı para kaybı olarak hesaplanabilir ama ahiretde hepsinden çok kazancı vardır-, makam-mevki hırsına kapılmamak- ki Allah çalışanın doğru yolda olanın emeğini zayi etmez-, bu dünyaya iyi yetiştirilmiş bir evlattan daha değerli hiçbirşey bırakamayız, oda bizim hem dünya hem ahiret mutluluğumuz olur..
Bunları yazınca kimse çalışmasın demek istemedim,iş hayatı aile mutluluğu için gerekli ama aileden önemli hale gelirse hiçbir değeri kalmaz..
Ayrıca rızkı veren Allah'tır, rahmet kapılarının kapanmasına sebep verince ölene kadar çalış istersen, rahmet kapılarını açınca bir kişilik yemeğin kırk kişiyi doyurur.. bedenin zekatı orucu tutup ,kazancının zekatını vermeyi ihmal eden hiçbirşey kazanamaz.
İnsanlar derece derece yaratılmıştır, bir işçi ile evlenip bir müdürün karısı gibi yaşatmasını isteyemezsiniz.Atalarımız ne güzel söylemiş "azıcık aşım kaygısız başım", kendini mutlu edemeyeni kimse mutlu edmez diye düşünüyorum..Zenginin imtihanının fakirin imtihanından daha zor olduğunu görüyorum.Allah yolundan ayırmasın, gözü kör kulağı sağırlara katmasın..amin

16.02.2008 - yelizz

Konular