(Benî Kureyzâ yehûdîleri) -1- YEHÛDÎLERİN İHÂNETİ
(Benî Kureyzâ yehûdîleri) -1- YEHÛDÎLERİN İHÂNETİ
Hendek harbinden sonra, Server-i âlem yine,
"Hazreti Âişe"nin teşrîf etti evine,
Zırh ve silâhlarını, çıkardı üzerinden,
Vücûdu tozlanmıştı, bir banyo aldı hemen.
O sırada Cebrâil, "Dıhye"nin sûretinde,
Geliverdi zırhı ve silâhı üzerinde.
Dedi: (Yâ Resûlallah, siz, Benî Kureyzâ'nın,
Üstüne yürüyün ki, bu, emridir Allahın.)
Kâinâtın sultânı, "Bilâl-i Habeşî"ye,
Emretti: (Bu haberi, herkese söyle) diye.
Kendisi de giyinip, silâhıyle zırhını,
Miğferini geçirip, kuşandı kılıcını.
Geldi at üzerinde eshâbın arasına,
Teslîm etti sancağı, "Allahın arslanı"na.
Ve gönderdi ileri, öncü kuvvet olarak,
"İbni Ümmü Mektûm"u, şehirde bırakarak,
"Tekbîr" sedâlarıyla çıktılar Medîneden,
Gammaroğullarıyla karşılaştılar hemen.
Silâhlanmış, Resûlü beklerdi o kimseler,
(Size kim haber verdi?) diye suâl ettiler.
Dediler ki: (Dıhye-i Kelbî geldi az önce,
Biz de ondan öğrendik bu haberi böylece.)
Buyurdu ki: (O kişi, Cibrîl-i emîn idi,
Ve Benî Kureyzâ'ya emirle gönderildi.
Onların kalesini kuvvetlice sarsacak,
Böylece kalplerine, büyük korku salacak.)
Velhâsıl o kaleye varıncaya kadar tam,
Artıp, "Üçbin kişi"yi buldu eshâbı kirâm.
Gitti "hazreti Alî" sancak ile en önde.
Ve dikti sancağını, o kalenin önünde.
Resûlullah, oraya varınca en nihâyet,
Önce o kâfirleri "İslâm"a etti dâvet.
Yehûdîler, dâveti kabûl eylemediler,
İkinci teklîfini yaptı Resûl bu sefer.
Buyurdu: (Öyle ise, Allahın Resûlünün,
Emri ile, kaleden inin ve teslîm olun.)
Onlar, bu emri dahî reddedince, bu sefer,
Sahâbe-i kirâma nazar etti o Server.
"Sa'd" hazretlerini görüp verdi şu emri:
(Yâ Sa'd, oka tutun siz şu yehûdîleri.)
O ve diğer okçular, Resûlün emri ile
Fırlattılar okları, "Tekbîr" sedâlariyle.
Onlar da buna karşı, "Ok" ile "Taş" attılar,
Bu hareketleriyle savaşı başlattılar.
Lâkin korkularından, açıp da kapıları,
Hiç çıkamıyorlardı o kaleden dışarı.
Hâin olduklarından, korkuyorlardı böyle,
Zîra "Hâin" ve "Zâlim", korkak olur hâliyle.
Onlar, Resûlullaha îmân getirmediler,
Yalnız hasetlerinden, Onu inkâr ettiler.
Yine Hendek harbinde, hâince davranarak,
Yapılan andlaşmayı, tek taraflı bozarak,
Kureyş kâfirleriyle anlaştılar gizlice,
Resûlü, güç durumda bıraktılar böylece.
[url]www.huzurpinari.com[/url]
[/color][/size]
(Benî Kureyzâ yehûdîleri) -1- YEHÛDÎLERİN İHÂNETİ
PEYGAMBER EFENDİMİZ “SALLALLAHÜ ALEYHİ VE SELLEM”
(Benî Kureyzâ yehûdîleri) -4- RESÛLULLAH TAŞIDI
"Sa'd ibni Muâz"ın yehûdîler hakkında,
Karârı, makbul oldu Hak teâlâ katında.
Ve hemen çadırına götürüldü oradan
Yarası, birdenbire ağırlaştı sonradan.
Peygamber Efendimiz, geldi ziyâretine,
Kucaklayıp, duâda bulundu kendisine.
El açıp buyurdu ki: (Yâ Rabbî, kulun Sa'd,
Sırf senin rızân için düşmanla etti cihâd.
O, senin Resûlünü sevdi ve etti îmân,
Sen de, ona şu vakit kolaylık eyle ihsân.)
"Muâz", fısıltı ile dedi: (Yâ Resûlallah,
Malım, canım, herşeyim fedâdır sana Vallah.
Şehâdet ederim ki, sen Hakkın Resûlüsün,
Ve bir kimse yoktur ki, olsun o senden üstün.)
Peşinden hastalığı ağırlaştı o gece,
O gün, başka bir eve götürüldü hemence.
Bir iki sâat sonra, Cibrîl aleyhisselâm,
Resûlün huzûruna geldi ve verdi selâm.
Dedi ki: (Vefât eden, eshâbtan kim ki acep,
Melekler birbirine onu müjdeliyor hep.)
Resûlullah, Cibrîl'den duyunca bunu derhâl,
"Sa'd"ın hastalığını, eshâbtan etti suâl.
Onlar, Resûlullaha ettiler ki şöyle arz:
(Filân evde, çok ağır hastadır İbni Muâz.)
Resûlulullah, eshâbtan birkaçını aldı ve,
Gitti "İbni Muâz"ın bulunduğu o eve.
Hızlı gittiklerinden, yoruldu eshâb biraz,
Bunu, Resûlullaha eyleyince sonra arz,
Buyurdu: (Hanzala'nın namâzında, melekler,
Nasıl ki bizden önce bulundularsa eğer,
Sa'dın namâzında da, vâki olur öylece,
Yetişemiyeceğiz onlardan daha önce.)
Nihâyet Resûlullah, vardı "Sa'd"ın yanına,
Gördü ki, "İbni Muâz" kavuşmuş Allahına.
Başucunda oturup, buyurdu ki: (Yâ Sa'd,
Rabbimiz versin sana, en hayırlı mükâfât.
Sen, elbet reîslerin en iyileri idin,
Sen, Allaha söz verip, tam yerine getirdin.
Allahü teâlâ da, sana vaadlerini,
Verecektir elbette, o sonsuz ni'metini.)
Onun vefâtı ile, Resûlullah ve eshâb,
Göz yaşıyle ağlayıp, duydular çok ızdırâb.
Gelmişti cümle eshâb, onun cenâzesine,
Namâzını, o Server kıldırdı onun yine.
Hattâ cenâzsini, yine Fahr-i kâinât,
Eshâbiyle birlikte taşıdı kendi bizzât.
Eshâb arz ettiler ki: (Yâ Resûlallah, şu an,
Bir cenâze görmedik böyle kolay taşınan.)
Buyurdu: (Ey eshâbım, onu taşımak için,
Melekler indi gökten, sayıları yetmiş bin.)
Cenâzesi, kabrine indirilirken de hem,
Mezârının başında oturdu Fahr-i âlem.
Mübârek sakalını tutarak çok üzüldü,
Ağlayıp, gözlerinden gözyaşları süzüldü.
[color=olive][/color][b][/b]
06.03.2008 - dutkmd