Mektup

[size=18px][color=green]Mektup
Osmanlı’nın yıkılış sebeplerine dair çok şey söylenip yazılmıştır. Kimi, Yeniçeri ocağının bozulması demiştir, kimi, Sanayi Devriminden geri kalması. Belki de bu sebeplerin hepsinde birer hakikat payı vardır. Lakin yıkılışın önemli bir sebebi var ki, Osmanlı’nın hem de en zirvede olduğu zamanda dile getirilmişti:

Nemelazımcılık. (Bananecilik)

Bu sosyal kara delik tarih boyunca, nice fert, topluluk, cemaat, devlet ve imparatorluğu yutmuştu.

Kanuni Sultan Süleyman Han, devletini olabilecek en yüksek seviyelere çıkarır; ama, Günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı? diye de zaman zaman düşünür

Birçok meselede olduğu gibi, bu endişe edilecek düşüncesini süt kardeşi meşhur alim Yahya Efendiye açmaya karar verir. Keşfine, kerametine, ferasetine inandığı Yahya Efendiye el yazısıyla bir mektup gönderir:

Değerli süt kardeşim, sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de, bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğullarının akıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlale uğrar mı? diye özetler endişesini.

Devrin kudretli sultanı Muhteşem Süleymandan gelen bu mektubu okuyan Yahya Efendinin cevabı ise gayet kısadır:

Nemelâzım be Sultanım!

Topkapı Sarayında bu cevabı hayretle okuyan Sultan, bu söze bir mana veremez, endişesi daha da artar. Zira Yahya Efendi gibi bir zat, ciddi bir meseleye böylesine basit bir cevap vermezdi, vermemeliydi

Söylenmeye başlar:

Acaba bilmediğimiz bir mânâ mı vardır bu cevapta?

Kalkar, Yahya Efendinin Beşiktaştaki dergahına gider. Bu sefer sitem dolu bir şekilde:

Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al! diyerek, sorusunu tekrar sorar.

Yahya Efendi duraklar:

Sultanım, sizin sorunuzu ciddiye almamak mümkün mü? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz etmiştim.

İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece nemelazım be sultanım! demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi bir mana çıkarıyorum.

Yahya Efendi bunun üzerine, ibret dolu şu sözleri tarih gergefine nakşeder:

Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlıklar ayyuka çıksa... İşitenler de nemelazım, deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de, çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa, gizleseler, fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da, bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayiş ve emniyete vesile olan, itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir

Söyleneni dinlerken ağlamaya başlayan koca Sultan, başını sallayarak da bunları tasdik eder. Söz bitince ikazlarının devamı için tembihte bulunur süt kardeşine. Sonra da memleketinde kendisini ikaz eden böyle bir alim olduğu için Allaha şükrederek oradan ayrılır

Devletlerini yükseltenler, fetihler yapanlar "nemelazım demediler.

"Ne güzel kumandan..! iltifatına mazhar olan Fatih Sultan Mehmed Han, Trabzon dağlarını aşarken yanında Karamanoğlu’nun kızı olan halası bulunmakta idi

Sultanım dedi halası, bunca zahmete değer mi bir kâfir için?

O koca sultanın ayağında gut hastalığı vardı o zaman ve sarp dağlarda, karların üzerinde atıyla giderken büyük acılar ve zahmetler çekiyordu. İşte hala yüreği buna dayanamamıştı

Fatih, döndü ve halasına şöyle dedi:

Bibi (hala), bizim zahmetimiz din-ü devlet içindir, ila-yı kelimetullah içindir, şahsımız için değildir. Eğer bu zahmeti çekmezsek bize gazi demek yalan olur!

[url]www.ahmetarvas.com/[/url][/color][/size]