Ravza-i Murad'da açan gül

Ravza-i Murad’da açan gül

İstanbul’un fethi 857 yıllık kutlu bir rüyaydı. Efendimiz’in işaretiyle daha sahabe zamanında başlayan fetih gayretleri, ismi Efendimiz’in ismine uygun bir sultana nasip olmuştu.

Osman Gazi’nin, oğlu Orhan Gazi’ye, «İslâmbol’u al gülzâr yap» diye vasiyet ettiği rivayet edilir (gülzar: gül bahçesi). Uzun yıllar sonra, torunlarından II. Murad, bir gün sabah namazını kılmış, seccadesinde Kur’ân okuyordu. Sûre-i Muhammed’i bitirmek, Sûre-i Feth’e başlamak üzereydi ki bir oğlunun daha dünyaya geldiğini müjdelediler. Murad Han Gazi: “Ravza-i Murad’da bir gül-i Muhammedî açtı” dedi ve sevinç gözyaşları döktü. Hicret’in 835. yılıydı. Ve 12 Recep 835 Cuma günü, vezirlerin, emirlerin ve âlimlerin hazır bulunduğu bir toplantıda, iki rekât şükür namazı kıldıktan sonra, kucağına verilen kundaklı bebeğin kulaklarına tekbir ve ezanlarla üçer defa “Mehmed” diye seslendi: “Şu Şehzâde Mehmed’imin kudûmü şânına âleme gülab-ı meserret saçılsın!” dedi. (Onun doğumunun şânı için gülsuları saçılsın!)

Mehmed, iki cihan Peygamberi’nin adıydı ve «gül» Peygamber aleyhissalatü vesselamın remziydi. Şehzâde Mehmed’in ebesinin adı Gülbahar’dı. Eşlerinden birinin adı Gülşah, birinin adı da yine Gülbahar’dı. Ve dünyanın en güzel gülü onun ellerinde açıldı: İstanbul! Osman Gazi’nin vasiyeti yerine gelmiş. İslâmbol «gülzâr» yapılmıştı.

Bir gün bir ressam büyük Fatih’in bir portresini yaptı; bir gül kokluyordu Ebü’l Feth Sultan Mehemmed Han, iri bir gül.

Bu gül öyle büyük mânâlar taşıyordu ki...

Fatihler nasıl yetişir?

Şehzade Mehmed, devrinin birçok ilmini öğrenmiş ve birçoğunda âlim olmuştur, hatta deha eseri göstermiştir. Bütün şehzadelere öğretilen Çağatay lehçesi ile Farsça, Arapçanın dışında Yunanca, Latince, Sırpça, İtalyanca, İbranice tahsil etmiştir. Yani o devrin en geçerli dillerini ve ilimlerini öğrenmiştir. Fatih derecesinde; çeşitli âlim ve sanatkârlardan ders gören bir prens göstermek de mümkün değildir. Hatta padişah olduktan sonra bile ciddi şekilde tahsiline devam etmiştir.

Onun baş hocası Molla Gürani’dir. Padişah olmasına rağmen hocası Molla Gürani’nin elini öper, Fatih’in tabiri ile; bu zamanın İmam-ı Azam’ı dediği Miratül Usul’ün müellefi Molla Hüsrev (Hazretleri)’e velev ki camide rast gelsin, ayağa kalkar ve hürmet ederdi.

İlim ve fikir adamları ile adeta hayatını paylaşır çok defa onlarla yer, içer oturur, eğlenir, hatta kıyafetinde bile onların giyimlerini hükümdar hilafetine tercih ederdi. Adil, vakur, cesur, ve gayretli olup, ecdadı kıyafetini terk ile ulema kisvesini tercih etmek kendisinde vaki olmuştur.

Fatih Sultan Muhammed Han’ın hocalarına gösterdiği hürmet, itaat ve inkıyad; tarihin, hoca-hükümdar münasebetlerinde rastlanan misallerin en şahane örneklerini dahi gölgede bırakacak kadar muhteşemdir. İslam an’anesinde hocaya hürmet, adeta bir ibadet saygısı ile at başı giden geleneklerdendir.

***

Fatih Ayasofya’da

Fatih, Ayasofya’ya ilerliyor. O sırada Ayasofya kadın-erkek, çoluk-çocuk, genç-ihtiyar, her yaştan Rum’u Ermeni’si tarafından dolu, Fatih’i görünce korkuyla gözyaşı ile yerlere kapandılar. Fatih de, şükür secdesine kapandı. Herkes yerlerde amma, biri izzetle, biri ise zilletle yerlerde... Fatih Sultan Mehmet Han, o muazzam kalabalığı sükunete davet ederek, korkudan gözleri fal taşı gibi açılmış olan bu insanlara tarihe geçen şu sözleri söylemiştir. “Kalkınız! Hepinize söylüyorum ki; bu andan itibaren artık ne hayatınız ne de hürriyetiniz hususunda gazabımdan kokmayınız.”

O devir insanının bilmediği duymadığı, hatta hayal bile edemediği bu sözler karşısında çok etkilenmişler ve “Osmanlı’nın sarığını görmek, Latin serpuşunu görmekten evlâdır” demişlerdir.

MUSTAFA AYDIN