'Ben akıllı bir kimseyim' enayimiyim

İşte bu, dünya ehlinin geçici lezzetlerle meşgul olup varacakları yeri unutup işlerinin akibetinden gaflet etmelerinin misâlidir. 'Ben akıllı bir kimseyim' deyip yerin taşları olan altın ve gümüşe aldanan, dünyanın süsü olan bitkilere kanan bir kimsenin hareketi ne çirkindir. Oysa bunlardan hiçbirşey ölüm çağında kendisine arkadaşlık etmeyecektir. Aksine yorgun ve vebal altında gidecektir. Oysa bunlar kendisini hali hazırda da üzmekte elinden kaçacak diye meşgul etmektedirler. Bütün dünya ehlinin hali budur. Ancak Allah'ın koruduğu müstesna.
Halkın dünya ile mağrur olması ve imanlarının zafiyeti için başka bir misâl: Hasan Basrî (r.a) şöyle demiştir: "İşittiğime göre Hz. Peygamber ashabına şöyle demiştir: 'Benim, sizin ve dünyanın misâli, bir kavmin misâli gibidir ki bu kavim tozlu topraklı bir sahraya yolcu olarak çıkıyorlar. Yürüdükleri yolun mu daha fazla, yoksa kalan kısmın mı daha fazla olduğunu bilmedikleri bir durumda azıkları bitiyor. Hayvanları helak oluyor. Çölün ortasında kalıyorlar. Ne azık var, ne binek... Kesinlikle öleceklerine kanaat getiriyorlar. Onlar bu durumda iken süslü bir elbiseye bürünmüş, başı yağlanmış birisi ansızın çıkıp yanlarına geliyor. Kendi aralarında diliyorlar ki: 'Bu adam sulu, meskûn bir yerden pek yakın bir zamanda ayrılmış ve yakın bir yerden geliyor olsun'. O adam onlara vardığı zaman şöyle dedi:
-Ey cemaat! ¦¦
- Buyur! Ne diyorsun?
- Siz ne durumdasınız?
- Senin gördüğün durum üzerindeyiz!
- Acaba susuzluğunuzu kana kana gideren bir suya, yemyeşil bir bah-: çeye sizi iletirsem ne yaparsınız?
- Hiçbir hususta sana muhalefet etmeyiz.
- Haydi, Allah ile sözlerinizi ve va'dlerinizi teyid ediniz! Onlar hiçbir hususta kendisine karşı gelmemek üzere ona Allah ile söz verdiler.
Kişi onları, susuzluklarını kana kana gideren suya, yemyeşil bir bahçeye götürdü. Orada Allah'ın dilediği zamana kadar kaldı, sonra şöyle dedi:
- Ey millet!
- Buyur!
- Göç vardır!
- Nereye?
- Sizin suyunuza benzemeyen daha güzel olan bir suya, bahçenize benzemeyen daha üstün bir bahçeye...
- Allah'a yemin olsun, biz bunu artık hiç elde edemeyeceğimiz zannma kapıldığımız bir anda elde ettik. Bundan daha hayırlı olan bir hayatı biz ne yapalım!
Onlardan bir grup da -ki az bir gruptu- şöyle dediler:
- Siz bu kişiye, hiçbirşeyde kendisine isyan etmeyeceğinize dair sözler ve Allah ile yeminler vermediniz mi? Bu kişi ilk konuşmasında sizinle doğru konuştu. Allah'a yemin ederim, sonunda da sizinle doğru konuşuyor.
Adam bu konuşmadan sonra kendisine tâbi olanlarla beraber gitti. Diğerleri geri kaldılar. Onlara bir düşman baskın yaptı. Sabahleyin kimi esir, kimi ölü olarak sabahladı."
Halkın dünya ile nimetlenişine, sonra dünyanın ayrılışına üzüldüklerine başka bir misâl: İnsanların kendilerine verilen dünya hakkındaki durumları, bir evi hazırlayıp süsleten ve insanları tertip üzere evine davet eden bir kimsenin durumu gibidir. Biri onun evine girer ve girene, üzerinde buhur ve reyhanlar bulunan bir altın tabak ikram eder ki onu koklasın ve geriden gelenlere bıraksın. Onu alıp mülk edinsin ve götürsün diye takdim etmez. O kişi de bunu bilmediği için, ev sahibinin onu kendisine hediye ettiğini zanneder. Evden çıkınca bundan dolayı sıkılır, acı çeker. Fakat ev sahibinin âdetini bilen bir kimse ise, o tabaktan faydalanır ve sahibine teşekkür eder, onu kalp rahatlığıyla, göğsünün inşirahıyla sahibine geri verir. İşte dünya hakkındaki Allah'ın kanununu bilen bir kimse bilir ki dünya ziyafet evidir. İkamet sahiplerine değil, yolculara sebil edilmiştir ki yolcular ondan azıklansınlar. Nasıl ki misafirler yol kenarındaki vakıflardan yararlanıyorlarsa, onun içindekinden de yararlansınlar. Ona kalplerini bağlamazlar ki ondan ayrıldıkları zaman üzülmesinler.