Şöhret olmak istiyom

Veysel Karanî'nin aile fertleri Veysel Karanî'nin deli olduğunu sanıyorlardı. Çünkü o nefsini pek fazla tazyik ediyordu. Kapılarının yanında ona bir ev inşa ettiler. Bir sene, iki sene, üç sene geçtiği halde onun yüzünü görmüyorlardı. O, evinden sabah ezanının ilk vaktinde çıkıyor, en son yatsı namazında dönüyordu. Onun geçimi, hurma çekirdeklerini toplayıp bedeliyle geçinmekti. Atılmış bir hurmayı yerde görürse, akşam onunla iftar etmek için alırdı. Eğer iftar için birşey bulamazsa, topladığı çekirdekleri satar, onun parası ile gıdasını temin ederdi. Veysel Karanî'nin elbisesi mezbeleliklere atılan paçavralardı. Onları Fırat nehrinde yıkar, yamalar ve giyerdi. İşte onun elbisesi bu idi. Bazen mahalle çocuklarının yanından geçerken kendisini deli sanan çocuklar onu taşlarlardı. Çocuklar onu deli sanarlardı. Onlara şöyle derdi: 'Kardeşlerim! Eğer beni taşlayacaksınız, bari bana küçük taşları atın, çünkü topuklarımın kanayıp namaz vaktinin geçmesinden korkuyorum'. İşte onun sîreti böyleydi. Oysa Hz. Peygamber (s.a) onun şanını yücelterek şöyle buyurmuştur:

59) İmam Ahraed, Buharî, Tirmizî ve İbn Mâce

60) Ebu Nuaym, Beyhâkî

Ben Yemen tarafından Rahman'in nefesini hissediyorum.

Bu hadîs, Veysel Karânî'ye işarettir.

Hz. Ömer, halife seçildiği zaman şöyle bir hutbe îrad etti: 'Ey insanlar! Sizden Iraklı olanlar ayağa kalksın!' Bu söz üzerine Iraklılar ayağa kalktı. Hz. Ömer 'Siz oturunuz! Sadece Kûfeliler ayakta kalsın!' dedi. Iraklılar î'oturdular. Kûfelilere 'Siz de oturun! Sadece Murad kabilesinden olanlar ayakta kalsın!' dedi. Onlar da oturunca, Murad kabilesine şöyle hitap etti: 'Siz de oturunuz! Sadece Karan kabilesinden olan ayakta kalsın!' Hepsi oturdu. Bir tek kişi ayakta kaldı. Hz. Ömer ona hitaben şöyle dedi:

- Beni görüyor musun?

- Evet! Seni görüyorum.

- Karan'lı Amr'ın oğlu Üveys'i tanıyor musun?

Sonra Üveys'in, Hz. Peygamber'den dinlediği vasıflarını saymaya başladı.

- Evet! Tanıyorum. Sen niçin onu soruyorsun? Allah'a yemin ederim, bizim içimizde, ondan daha ahmak, ondan daha vahşi, ondan daha hakir bir kişi bulunamaz!

Bu durum karşısında Hz. Ömer ağladı ve sonra şöyle dedi:

- Ben dediklerimi, Hz. Peygamber'in şöyle dediğini işittiğimden dolayı söyledim: 'Onun şefaatıyla Rabia ve Mudar kabileleri adedince insan cennete dahil olacaktır'.61

Herem b. Heyyan62 şöyle dedi: 'Ben Hz. Ömer'in bu sözünü dinledikten sonra Kûfe'de hiçbir işim olmadığı halde Üveys-i Karanî'yi arayıp bulmak ve onun durumunu sormak için kaldım. Araya araya onu Fırat nehrinin kıyısında, gündüzün ortasında, abdest alırken gördüm. Onu, bana söylenen vasıflarından tanıdım. Baktım ki etine dolgun, teni bembeyaz, başı traşlı, sakalı gür, rengi bozulmuş, yüzü buruşmuş, manzarası heybet verici bir kişi... Ona selâm verdim. Selâmımı aldıktan sonra beni dikkatle süzdü. Ben ona 'Allah senin gibi bir kahramana uzun ömür versin' dedim ve elimi musafaha etmek için onun eline uzattım. Benimle musafaha etmekten kaçındı. Ben 'Ey Uveys! Allah sana rahmet edip seni affetsin! Nasılsın, ey Allah'ın rahmetine mazhar olan kişi?' dedikten sonra, onu sevdiğimden ve ona karşı şefkatimden gözlerimden yaşlar boşanıp konuşamaz hale geldim. Zira onun durumundan gördüklerim bunu gerektirmişti. O da bana dedi ki: 'Allah sana da uzun ömür versin ey Heyyan'ın oğlu Herem' Nasılsın? Beni sana kim gösterdi?' Cevap olarak 'Allah!' dedim. Buna karşılık şunları söyledi: 'Allah'tan başka ilah yoktur. Allah ortaktan münezzeMir. Muhakkak rabbimizin va'di yerine gelecektir'.

Herem der ki: 'Beni tanıdığı zaman hayrete düştüm. Allah'a yemin ederim, ondan önce ne ben onu görmüştüm, ne de o beni görmüştü.

61) İbn Semmak, (Ebu Umame'den)

62) Abdî soyundan olan bu zat, ashabın küçüklerindendi. İbn Ebî Hatim ise onu tabiinin meşhur sekiz zahidinden saymıştır.

Kendisine şöyle sordum: 'Benim ve babamın ismini nereden duydun? Oysa bundan önce seni görmüş değilim?' Cevap olarak 'Alîm ve habîr olan Allah bunu bana haber verdi. Nefsim senin nefsinle konuşurken ruhum senin ruhunu tanıdı. Ruhların da bedenlerin nefisleri gibi nefisleri vardır. Mü'minlerin bazıları bazılarını tanırlar. Allah'ın vermiş olduğu ruh vasıtasıyla sevişirler. Her ne kadar daha önce karşılaşmamış olsalar da... tanışırlar, konuşurlar her ne kadar memleketleri birbirlerinden uzak, konakları ayrı ayrı olsa da.'

'Allah senden razı olsun! Hz. Peygamber'den bir hadîs bana naklet ki ben onu senin ağzından dinleyeyim' dedim. Cevap olarak şöyle dedi: 'Ben Hz. Peygamber'e yetişemedim. Onunla sohbetim yok. Annem ve babam ona feda olsun. Fakat Hz. Peygamber ile karşılaşan kişileri gördüm. Senin kulağına geldiği gibi benim de kulağıma hadîsler gelmiştir. Ben, nefsim için bu kapıyı açıp da muhaddis, müftî veya kadı diye bilinmek istemiyorum! Ey Heyyan'ın oğlu Herem! Benim nefsimde bir meşguliyet vardır, beni insanlardan alıkoydu'.

Ben ona 'Kardeşim! Bana Kur'an'dan bir ayet oku ki onu senin ağzından duyayım. Bana bir tavsiyede bulun! Çünkü ben seni Allah için pek fazla seviyorum!' dedim.

Herem der ki: 'Benim bu ısrarıma karşı ayağa kalktı, Fırat nehrinin kıyısına kadar elimden tuttu ve sonra şöyle dedi: 'Bilen ve dinleyen Allah'ın rahmetinden kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığınıyorum'. Sonra ağladı ve dedi ki: 'Rabbim demiştir. Hak da rabbimin sözüdür. Rabbimin sözü, sözlerin en doğrusudur'. Sonra şu ayeti okudu:

Biz gökleri, yeri ve aralarındakileri eğlence olarak yaratmadık.

Onları sadece hak bir sebeple yarattık. Fakat onların çoğu bilmezler.

O fasıl günü, hepsinin varacağı gündür. O gün dost dosttan hiç-

birşey engelleyemez ve kendilerine yardım da olunmaz. Ancak

Allah'ın merhamet ettiği kimseler böyle değildir. Çünkü O azizdir,

rahîmdir! (Duhan/38-42)

Bu ayeti okuduktan sonra bayıldığını sandığım şekilde bir ses çıkardı, sonra şöyle dedi: 'Ey Heyyan'ın oğlu! Senin baban Heyyan öldü! Senin de ölümün yaklaştı. Ya cennete veya cehenneme... Baban Adem (a.s) öldü, annen Havva öldü, Nûh (a.s) öldü, Rahmanın dostu İbrahim (a.s) öldü! Rahmân'ın kurtardığı Musa (a.s) öldü. Rahmân'ın halifesi Dâvud (a.s) öldü! Muhammed, (ona ve diğerlerine, salât ve selâm olsun) öldü. Oysa Hz. Peygamber (s.a) âlemlerin rabbi olan Allah'ın Rasûlü'dür. Müslümanların halifesi olan Ebubekir öldü. Dostum ve kardeşim Hattab'ın oğlu Ömer öldü!' Bunu söyledikten sonra: 'Ey Ömeeerü! Ey Ömeeer!!!' diye bağırdı.

Herem der ki, ben kendisine 'Allah senden razı olsun! Ömer öl-memiştir' dedim. O cevap olarak 'Rabbim bana Ömer'in ölüm haberini

verdi, nefsim de ölümünü hissetti' dedi ve şöyle devam etti: 'Ben de sen de ölüler zümresindeniz. Sanki bu olmuştur'. Sonra Hz. Peygambere salât ve selâm getirdi. Birtakım gizli dualar okudu, sonra şöyle dedi: 'Ey Heyyan'ın oğlu! Şu benim sana tavsiyemdir: Allah'ın Kitabı'ndan ve salih mü'minlerin yolundan ayrılma! Benim ölüm haberim bana ulaştırıldı. Senin ölüm haberin de bana ulaştırıldı. Bu bakımdan Allah'ın zikrinden ayrılma! Hayatta kaldıkça, göz açıp kapatıncaya kadar kalbin senden ayrılmasın! Döndüğün zaman kavmini Allah'ın azabıyla korkut. Bütün ümmete nasihatçı ol! Bir karış dahi cemaattan ayrılma yoksa bilmeden dinin senden ayrılır dolayısıyla kıyamet günü ateşe girersin!' dedikten sonra şöyle dua etti: 'Ey Allahım! Şu kişi (Herem) senin yolunda beni sevdiğini ve rızan için beni ziyarete geldiğini söylüyor. Yârab! Cennette bana yüzünü tanıt. Dar'us-selâm'da onu benim yanıma koy! Nerede olursa olsun, dünyada kaldıkça onu koru! Onun kaybolmuş şeylerini ona ihsan et! Onu dünyanın azıyla razı et! Dünyadan ona vermiş olduğunu onun için kolaylaştır. Ona vermiş olduğun nimetlerinden dolayı onu şükreden kullarından kıl! Benden taraf ona en hayırlı mükafatı ihsan eyle!' Bunu dedikten sonra şöyle devam etti: 'Ey Heyyan'ın oğlu Herem! Seni Allah'a emanet ediyorum. Selâm, Allah'ın rahmet ve bereketi senin üzerine olsun! Allah senden razı olsun! Bugünden sonra seni, beni ararken görmeyeyim. Çünkü ben şöhretten nefret eden ve tenhayı seven bir kimseyim. Meşguliyetim çoktur. Hayatta kaldıkça bu insanlarla beraber üzüntüm pek şiddetlidir. Ne sen beni sor, ne de ben seni arayayım. Bil ki sen daima benim hatırımdasın. Sen beni görmesen dahi seni anarım. Bana dua et. Eğer Allah dilerse ben de seni anar ve sana dua ederim, sen şu tarafa git, ben de öbür tarafa gideyim!' Bunun üzerine kendisiyle bir saat yürümeyi arzuladım. Fakat bu imkânı bana vermedi. Kendisinden ayrıldım. Hem kendisi ağladı, hem de beni ağlattı. Ben gidip bazı sokaklara girinceye kadar arkasından baktım. Ondan sonra onu sordumsa da ondan haber veren bir kimseye tesadüf etmedim. Allah ondan razı olsun, makamı cennet olsun!

İşte dünyadan yüzçevirip ahirete yönelenlerin sîreti ve ahlâkı böyle idi. Dünya bahsinde geçen hakikatlerden, peygamberler ve velî kulların sîretinden anlaşıldı ki dünyanın tarifi şudur: Yemyeşil kubbenin gölgelendirdiği herşeye, külümsü toprağın üzerinde bulunan herşeye dünya denilir. Ancak bu şeylerden Allah rızası için olanlar müstesnadır ve dünyalıktan sayılmazlar. Dünyanın zıddı ve kuması ahirettir. Kendisiyle Allah talep edilen herşey âhirettendir. Allah'a ibadet etmek için, dünyadan zaruret miktarı alınan şeyler dünyadan değil âhirettendir. Bu bir misâl ile açığa kavuşur. Şöyle ki: Kabe'yi kasteden bir kimse, hac yolunda olduğu halde, hacdan başka şeylerle meşgul olmayacağına, kendisini tamamen hacca vereceğine dair yemin etse, sonra bu kimse yolda azığını korumak, devesinin yemini vermek, yemek torbasını dikmek ve hac için lâzım olan şeyleri yapmakla meşgul olsa, kendisine yeminini bozdu diye

kefaret düşmez. Çünkü hacdan başka şeyle meşgul olmuş sayılmaz. İşte beden de böylece nefsin bineğidir. Onunla ömür mesafesi katolunur. Bu bakımdan bedenin yola tahammülünü ve gücünü sağlayan ilim ve amelle meşgul olmak dünyadan değil, âhirettendir. Evet! Bu sebeplerin herhangi birisiyle bedenin lezzetlenmesi kastedildiği zaman, kasteden, ahiretten inhiraf etmiş olur ve kalbinin katılaşmasından korkulur.

Konular