Eyvallah Demek
[b]Eyvallah kelimesini ne kadar kullanırsınız hayatınızda hiç düşündünüz mü? Eyvallah kelimesi sufi gelenek içinde önemli bir yere sahiptir. Bakın karşınızdaki kişiye Eyvallah dediğinizde asıl neler diyorsunuz...
Kültürlerin ortaya çıkışında dilin etkisi aksi iddia edilmeyecek bir gerçektir. Lisan ile sembolize edilen sözler, kelimeler, kavramlar; maddi ve manevi birikimin seviyesini, kalitesini ortaya çıkarır. Ve yine hiç şüphesiz sözcüklerin yüklendiği manayı kavramak, o lisanın mefkûresini ve ıstılahatını anlamaktan geçmektedir. Bu anlayıştan tecrit edilerek sarf edilen terimler ya kısır ifadelerde hapsolunup kalmış, yada maksadının dışına telakki edilir bir hale bürünmüştür. Halbuki tabiatı icabı dil, canlı ve dinamik bir yapıya sahiptir. Kendisini doğasına aykırı bambaşka bir kültürün içinde bulan lisan yavaş yavaş zenginliğini ve canlılığını kaybeder, sudan çıkmış bir balık misali her ne kadar kalıbı ortada olsa da. Bununla beraber detaylı olarak incelendiğinde dilin tarihi süreç içerisinde deformasyondan en az etkilenen kısmının mânevîyat alanı olduğu görülür. Zira bu alan kendi kültürel birikimini ortaya çıkarırken doğrularını aktarmadaki hata kabul etmeme anlayışını da geliştirmiştir, mâneviyat dünyası ilk bakışta lisanı net ve kesin sınırlarla çevirip disiplinize eder gibi gözükürse de dili farklı tesirlerin tahribatından nispeten korumakla kalmayıp, kelimeleri deyimleri mânâ kesâfetiyle sınırlarının ötesine taşımış latif bir halde aklın hudutlarını aşan bir hürriyetle buluşturmuştur. Herhangi bir kültüre vakıf olmanın sadece o kültürün dilini bilmekle olmadığı artık herkesçe malum olan bir gerçektir. Belki o dilin toplumun dimağında veya tahayyülünde çağrıştırdığı mefhum ve mefkûreyi kavramakla bu mümkün olabilir. Bunun yolu da o kültürün beslendiği kaynak unsurları (din gibi,tarih gibi) çok iyi bilmekten geçer. İşte tasavvuf hem inancın hem de bu itikâdi anlayışın ma`kes bulduğu cemiyetin renklerini devamlı irşad ekseninde taze tutmaya çalıştığından, en önemli anlaşma unsuru olan dile çok ehemmiyet vermiştir.
Tabiri caizse bir söz saltanatı kurmuş ve bunu herkesçe güzelliği teslim edilen eserleriyle de ortaya koymuştur. İnsanı beka âleminin iklimine sevk eden bu eserler inancın ve ilahi aşkın tohumlarından kökleşerek insan mefkûresinin ufkunu saran bir bereketli ağaç gibi her dalında her meyvesinde kendi özüne işaret eden bir haldedir adeta. Muhabbet tohumlarını barındırabilecek bereketli kalp toprağına sahip talipleriyle ta günümüze kadar dinamizmini hayatiyetini ve güzelliğini devam ettire gelen bu lisanî anlayış, zamanları mekanları hatta kalpleri ve ruhları aynı sevgi etrafında birleştirerek latif bir hale bürünmüştür. İnşallah biz bu yazı dizisinde tasavvufî kültürün tabirlerini kavram ve sembollerini siz okurlarımızla paylaşacağız. İlk sayımızda sıkça duyduğumuz bir sözle başlamak daha isabetli olur düşüncesiyle "Eyvallah" tabirine dikkat çekmek istedik. Eyvallah; çoğu kimseler tarafından yerli yersiz, gelişi güzel kullanılmasına rağmen yine de işitildiğinde veya söylendiğinde ruhlara serinlik ve rahatlama bahşeden tılsımlı bir söz.
Söz ola kestire başı.
Söz ola kese savaşı
diye koca Âşık Yunus`un ifade buyurduğu kabilden asık çehreleri mütebessim kılabilecek hatta yerinde sarf edildiğinde fitneyi fesadı bir anda kesebilecek bir söz Eyvallah. Günlük hayatımız da ve tasavvufî hayatın pratiğinde sıkça söylenilmekte olan eyvallah`a öyle eyvallah deyiverip geçmemelidir. Mânevî terbiyeyi insani hayatta nakış nakış işleyen ve inceleyen tasavvuf, bu hassasiyeti konuşma üslûbunda da göstermiştir.
Bu sözün mânevî derinliklerine dalmadan evvel, şöyle bir lügat ve gramer yapısına göz atalım. Eyvallah, üç ayrı kelimeden oluşan Arapça bir cümle. "Ey-iy", "vallahî"...hemen ifade edelim ki Osmanlıca günümüzdeki körü körüne taklitçilik gibi başka kültürün materyallerini aynen alıp yamamamıştır.
Kültürler arası tabii etkileşim sürecini kendi bünyesinde hazmetmiş, Osmanlı kimliğiyle onları Türkçeleştirmiştir. Sözgelimi birçok Arapça kökenli kelimeyi Osmanlı öyle kullanmıştır ki, Arapça konuşan birisi o kelimeyi bizim anladığımız mana ile asla anlayamaz. Ancak Osmanlı Türkçesi`ni bilmesi icap eder. Yani lafız aynı olsa da anlaşılan manalar farklıdır. [/b]
Kültürlerin ortaya çıkışında dilin etkisi aksi iddia edilmeyecek bir gerçektir. Lisan ile sembolize edilen sözler, kelimeler, kavramlar; maddi ve manevi birikimin seviyesini, kalitesini ortaya çıkarır. Ve yine hiç şüphesiz sözcüklerin yüklendiği manayı kavramak, o lisanın mefkûresini ve ıstılahatını anlamaktan geçmektedir. Bu anlayıştan tecrit edilerek sarf edilen terimler ya kısır ifadelerde hapsolunup kalmış, yada maksadının dışına telakki edilir bir hale bürünmüştür. Halbuki tabiatı icabı dil, canlı ve dinamik bir yapıya sahiptir. Kendisini doğasına aykırı bambaşka bir kültürün içinde bulan lisan yavaş yavaş zenginliğini ve canlılığını kaybeder, sudan çıkmış bir balık misali her ne kadar kalıbı ortada olsa da. Bununla beraber detaylı olarak incelendiğinde dilin tarihi süreç içerisinde deformasyondan en az etkilenen kısmının mânevîyat alanı olduğu görülür. Zira bu alan kendi kültürel birikimini ortaya çıkarırken doğrularını aktarmadaki hata kabul etmeme anlayışını da geliştirmiştir, mâneviyat dünyası ilk bakışta lisanı net ve kesin sınırlarla çevirip disiplinize eder gibi gözükürse de dili farklı tesirlerin tahribatından nispeten korumakla kalmayıp, kelimeleri deyimleri mânâ kesâfetiyle sınırlarının ötesine taşımış latif bir halde aklın hudutlarını aşan bir hürriyetle buluşturmuştur. Herhangi bir kültüre vakıf olmanın sadece o kültürün dilini bilmekle olmadığı artık herkesçe malum olan bir gerçektir. Belki o dilin toplumun dimağında veya tahayyülünde çağrıştırdığı mefhum ve mefkûreyi kavramakla bu mümkün olabilir. Bunun yolu da o kültürün beslendiği kaynak unsurları (din gibi,tarih gibi) çok iyi bilmekten geçer. İşte tasavvuf hem inancın hem de bu itikâdi anlayışın ma`kes bulduğu cemiyetin renklerini devamlı irşad ekseninde taze tutmaya çalıştığından, en önemli anlaşma unsuru olan dile çok ehemmiyet vermiştir.
Tabiri caizse bir söz saltanatı kurmuş ve bunu herkesçe güzelliği teslim edilen eserleriyle de ortaya koymuştur. İnsanı beka âleminin iklimine sevk eden bu eserler inancın ve ilahi aşkın tohumlarından kökleşerek insan mefkûresinin ufkunu saran bir bereketli ağaç gibi her dalında her meyvesinde kendi özüne işaret eden bir haldedir adeta. Muhabbet tohumlarını barındırabilecek bereketli kalp toprağına sahip talipleriyle ta günümüze kadar dinamizmini hayatiyetini ve güzelliğini devam ettire gelen bu lisanî anlayış, zamanları mekanları hatta kalpleri ve ruhları aynı sevgi etrafında birleştirerek latif bir hale bürünmüştür. İnşallah biz bu yazı dizisinde tasavvufî kültürün tabirlerini kavram ve sembollerini siz okurlarımızla paylaşacağız. İlk sayımızda sıkça duyduğumuz bir sözle başlamak daha isabetli olur düşüncesiyle "Eyvallah" tabirine dikkat çekmek istedik. Eyvallah; çoğu kimseler tarafından yerli yersiz, gelişi güzel kullanılmasına rağmen yine de işitildiğinde veya söylendiğinde ruhlara serinlik ve rahatlama bahşeden tılsımlı bir söz.
Söz ola kestire başı.
Söz ola kese savaşı
diye koca Âşık Yunus`un ifade buyurduğu kabilden asık çehreleri mütebessim kılabilecek hatta yerinde sarf edildiğinde fitneyi fesadı bir anda kesebilecek bir söz Eyvallah. Günlük hayatımız da ve tasavvufî hayatın pratiğinde sıkça söylenilmekte olan eyvallah`a öyle eyvallah deyiverip geçmemelidir. Mânevî terbiyeyi insani hayatta nakış nakış işleyen ve inceleyen tasavvuf, bu hassasiyeti konuşma üslûbunda da göstermiştir.
Bu sözün mânevî derinliklerine dalmadan evvel, şöyle bir lügat ve gramer yapısına göz atalım. Eyvallah, üç ayrı kelimeden oluşan Arapça bir cümle. "Ey-iy", "vallahî"...hemen ifade edelim ki Osmanlıca günümüzdeki körü körüne taklitçilik gibi başka kültürün materyallerini aynen alıp yamamamıştır.
Kültürler arası tabii etkileşim sürecini kendi bünyesinde hazmetmiş, Osmanlı kimliğiyle onları Türkçeleştirmiştir. Sözgelimi birçok Arapça kökenli kelimeyi Osmanlı öyle kullanmıştır ki, Arapça konuşan birisi o kelimeyi bizim anladığımız mana ile asla anlayamaz. Ancak Osmanlı Türkçesi`ni bilmesi icap eder. Yani lafız aynı olsa da anlaşılan manalar farklıdır. [/b]
Konular
- Yaptıklarımızın Hesabını Vermeye Hazırlıklı Mısınız.
- Kur'an Nasıl Bir Devlet Yönetimini Öneriyor.
- Kendimize Rab lar Edindiğimizin Farkında Bile Değiliz.
- Sesli düşler
- Ömürden Kaybolan Bir Senemiz
- Yardıma ihtiyacım var
- Hakan Kenan Hoca
- Türkiye'nin Gururu Lingerium
- Zorunlu Trafik Sigortası
- Kur'an ın Bizlere İndirilme Amacını Doğru Anlamalıyız.
- Rivayetleri Aklamak Adına, Kur'an a Saygısızlık Yapmayalım.
- Allah ın Affetmesi, Şefaati Konusunu Nasıl Anlamalıyız.
- Hac Suresi 47, Zümer Suresi 42. Ayetlerin. Ölüm Ve Rüya İlişkisi.
- Allah ın Sınırlarını Aşarak, Kafirlerden Olmak İstemiyorsak.
- Kur'an neden arapça indirilmiştir. Zuhruf 2-3. Fussilet 44. Ayet.
- Elbette tek vatan bö-lü-ne-me----yiz
- Bizleri dinden saptıran en büyük yanlışımız.
- Çalışanlarınızın network trafiğini DeskGate ile inceleyin
- DeskGate en iyi sirket guvenlik programi
- Pekala ölmüyormuyuz
- Siber saldırı ve afetlere karşı veri yedekleme yazılımı DeskGate
- Işsizlik sel gibi
- Ad adres telefon
- Nuhilik (noahidizm)
- Isa beklenen yahudi mesih midir?
- Cümle kapısı..
- Karagöz İle Hacivat Konuşmaları 3
- Nasreddin Hoca Fıkraları
- Allah ın resulünün bizlere örnek oluşunu, hangi kaynaktan öğrenmeliyiz?
- Ayşecik İle Yasemin Sultan