Allahın Sıfatları, Zati ve Sübuti Sıfatlar 3 (Devamı...)

f. Basar: Allah (c.c.) her şeyi görendir. O’nun görmesi için gözlere ve ışığa ihtiyacı yoktur. Karanlık bir gecede siyah taşın üzerindeki siyah karıncanın ayaklarını da görür. Hatta insanın göremediği kapalı şeylerin içerisindekiler de O’nun için apaçıktır. Oysa insanın görebilmesi için yeterli ışık miktarı ile nesnenin gözler önünde bulunması gereklidir.

Allah’ın (c.c.) her şeyi gördüğünü bildiği halde insanın O’nun hoşlanmadığı ve öfkelendiği şeyleri yapması ne büyük bir bahtsızlıktır.

Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) görmesi nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın (c.c.) gücü ve yaratmasıyla görmesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.

g. Kelam: Allah (c.c.), konuşur. Ama O’nun konuşmasının hiçbir organa, dile, sese ihtiyacı yoktur. Allah (c.c.) mahiyetini bilemeyeceğimiz bir biçimde konuşur.

İnsanlara doğru yolu göstermesi için indirilen kutsal kitaplarında bizim anlayabileceğimiz ses ve harfleri kullanmıştır. Kuran-ı Kerim O’nun ezeli sözüdür. Kuran-ı Kerim bizler gibi mahluk (yaratılmış) değildir.

Allah (c.c.) Hz. Musa Aleyhisselâm ile mahiyetini anlayamadığımız bir tarzda konuşmuştur. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Miraç gecesi hem Allah’la (c.c.) konuşmuş hem de O’nu görme şerefine erişmiştir.

Kuran-ı Kerim’i okuyan Allah’la (c.c.) sohbet etme nimetine erer. Kuran-ı Kerim anlamını bilmeden okunduğunda da manevi feyizlerini verir.

Kuran-ı Kerim Levh-i Mahfuz’dan indirildiği için onda her şey temsil yoluyla, yada bir prototip (küçük örnek, model) olarak mevcuttur. Kuran-ı Kerim bütün yaratılmışları, olgu ve olayları kapsayan mucizevi bir kitaptır. Allah’ın (c.c.) ezeli ilim, irade, kelam sıfatlarının tecellisidir.

Evrendeki, yeryüzündeki, insandaki her şey Allah’ın (c.c.) birer ayetidir. Allah (c.c.) bunlarla insanlara çeşitli mesajlar verir. Allah’ın (c.c.) evrendeki ve insan üzerindeki en büyük ayetlerinden birisi uyuma, uyanma; gece, gündüzdür. Allah (c.c.) bu ayetleri ile ölüme benzeyen gece ve uykuyla bu dünyaya bir gün veda edeceğimizi; tekrar dirilme (haşir) gibi olan uyanma, gündüz ile de ahiret hayatımızın başlayacağını bizlere yaşatarak her gün anımsatmaktadır. Aynı mesajı mevsimler yılda bir kez görsel ve tensel duyularımıza seslenerek bizlere bir başka açıdan yine sunmaktadırlar. Allah (c.c.) tekrar dirilme olayını sadece kutsal kitaplarındaki ayetleriyle bizlere vermekle yetinmemiş, ayrıca evren ve insan gerçekliğine de sözünü ettiğimiz, anlaşılır bir dille ilgili olgu ve olayları yaşatarak işlemiştir.

İnsanoğlu Allah’ın (c.c.) varlığını inkar etmeye pek güç yetiremese de Allah’ın (c.c.) kendisi ile kutsal kitapları aracılığıyla iletişim kurduğunu, emir ve yasaklarını bildirerek onun yaşamını biçimlendirmek istediğini görmek, tanımak istemez. Kuran-ı Kerim’e yaşamında hak ettiği yeri vermez. Oysa eşinden, dostundan gelen bir mektubu defalarca kez okur, onu iyi bir yerde de saklar. Kendisini yoktan var eden ve öldürdükten sonra da diriltip ödül ve ceza için hesaba çekecek olan Allah’ın (c.c.) mektubuna (yani Kuran-ı Kerim’e) düşman kesilir yada ilgisizlik gösterir. Onun -haşa- çağ dışı olduğunu/eskidiğini düşünür, söyler.

Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) konuşması nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın (c.c.) gücü ve yaratması ile konuşması nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.

h. Tekvin: Allah (c.c.) her şeyi yaratır. Allah (c.c.) bütün evreni yoktan var etmiştir. Yaratırken de maddeye ihtiyacı olmamıştır. Kendisinden de hiçbir şey eksilmemiştir. O yokluğa “Ol!” emrini vermiş ve iradesi ile yaratmak istediği her şey zahmet çekmeden meydana gelmiştir. Allah’ın (c.c.) sınırsız gücü her şeyi yaratmaya kadirdir. O’nun için yoktan yaratmada hiçbir zorluk ve sıkıntı yoktur.

Ehl-i sünnetin itikadi (inançla ilgili ilkeler) mezheplerinden birisi olan Maturidiler, Allah’ın (c.c.) sübuti sıfatlarından birisi olan tekvini ayrı ve bağımsız bir sıfat olarak kabul ederken; yine Ehl-i sünnetin itikadi mezheplerinden birisi olan Eş’ariler ise, Allah’ın (c.c.) kudret sıfatının bir parçası olarak alırlar ve müstakil bir sıfat olarak düşünmezler.

Allah’ın (c.c.) yaratma sübuti sıfatı insanın her eylemini de kapsamaktadır. Öyle ki insanı ve yaptıklarını yaratan Allah’tır (bk. Saffat suresi, ayet 96). Görünüşte insana ait olan bütün eylemleri aslında Allah (c.c.) yaratmaktadır. İnsanın yürümesi, ellerini kaldırması, konuşması, yemek yemesi, düşünmesi, görmesi, işitmesi… hep Allah’ın (c.c.) yaratması ile meydana gelmektedir. Kuşkusuz bu düşünce ile insanın kısmi iradesini ortadan kaldırmak da doğru değildir. Allah (c.c.) insanın niyetlendiği kötü eylemleri de yaratır, ama bunlardan razı olmaz. Yaratma eylemi Allah’a (c.c.) ait olduğu için çoğu kez insanın niyetlendiği kötü şeyleri merhametinden gerçekleştirmez. Böylelikle insana bir çeşit ihsanda bulunur. İnsan her ne kadar bu eylemleri kendisi yaratmasa da gönlünden geçirdiği bir niyetle sahiplenmektedir. Ayrıca bu niyetle de bu eylemlerden sorumlu tutulmaktadır. Ahirette bunun için de hesaba çekilecektir.

İnsanda ne güç ne de yaratma işi vardır. Güç ve yaratma işi Allah’a (c.c.) özgü şeylerdir. Ama insan Allah’ın (c.c.) gücü ve yaratmasıyla bir şeyler yapabilir. Örneğin uçak yapmayı düşünebilir. Ama ne uçağın maddesini kendisi yoktan yaratmıştır ne de uçağın uçmasını sağlayan doğa yasalarını. Bunlar Allah’a (c.c.) ait şeyler olduğu gibi o kişinin uçak tasarısını eyleme geçirmek için gerekli tüm insan ve araç enerjisini ve eylemlerini de Allah (c.c.) yaratmıştır. Böyle birinin uçağı kendisinin yaptığını söylemesi örfi (geleneksel) bir durumdur. Günlük dilde fiillerin insana nispet edilmesi yaratma yönüyle değil kazanç/sorumluluk (kesb) yönüyle doğru kabul edilir. Bu nedenle doğal karşılanır. Ayrıca insanın böyle konuşmasında da dini açıdan bir sakınca görülmez. Örneğin “Yürüdüm, ellerimi kaldırdım, konuştum, resim yaptım…” gibi ifadeler, gayet doğal ve dini açıdan herhangi bir sakıncası olmayan sözlerdir.

Bir insanın başarısını Allah’a (c.c.), kötü ve çirkin fillerini de kendisine yada şeytana bağlaması edep gereğidir. Örneğin Allah’ın (c.c.) izni ile birinci oldum, Allah’ın (c.c.) yardımı ile sınıfımı taktirle geçtim; nefsimin esiri olarak o günahı işledim, nefsimin gafletiyle ihmal ettim, şeytana uyarak yaptım gibi. Bazı kişilerin yaptıkları suçları kadere havale etmeleri Allah’a (c.c.) bir hakaret anlamı taşımaktadır. Bu yüzden “kader mahkumu” gibi ifadeleri kullanmamak gerekir.

Allah (c.c.) ile sanatçı arasında yaratma ile meydana getirme yönü ile bir koşutluk kurulabilir. Allah (c.c.) yarattığı evren ve varlıklarla kendi isim ve sıfatlarını göstermiştir. Sanatçı da eseriyle kendi öz yaşamını ve iç dünyasını ölümsüz kılmak ister. Ama Allah (c.c.) eserlerini bir örnek olmaksızın yoktan var ederken sanatçı her zaman bir örneğe ve çeşitli malzemelere muhtaçtır. Bazen sanatçılar için yaratıcı, eserleri için de yaratma sıfatları kullanılmaktadır. Bu elbette büyük bir yanlışlıktır. Zira sanatçı ancak öz yaşamını ve iç dünyasını eserine yansıttığında büyük olma onuruna erişmektedir. Meydana getirdiği şeyler de önceden yaşanmış yada oluşmuş şeylerdir, esere yansımaları ile yeniden yaratılmış değillerdir. Zaten bu büyüklüğe ermemiş kişilere de sanatçı denmeyeceği açıktır. Sanatçının eserlerine bir yaratma eylemi olarak bakmamalıdır. Bunun için sanatçı ve eseri için yaratıcı ve yaratma gibi sıfatlar yerine oluşturma ve meydana getirme gibi daha yerinde sözcükler kullanmak gerekir.

Evrenleri yoktan yaratan Allah (c.c.) nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın (c.c.) gücü ve yaratması ile bir şeyler oluşturması yada meydana getirmesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.

Konular