Kıblenin (İstikbal-i Kıblenin), Kâbeâye Yönelmenin Anlamı, Sırları, Faziletleri
Kıblenin (İstikbal-i Kıblenin), Kâbeâye Yönelmenin Anlamı, Sırları, Faziletleri
Kâbeâye yönelmek (istikbali kıble), namazın farzlarındandır. Allahâın (c.c.) Kuran-ı Kerimâde açıkça emrettiklerine farz denir. Farzları yerine getirmek ibadettir. İbadet insana sevap ve Allahâın (c.c.) rızasını kazandırır.
Hac, bizzat Kâbeâyi ziyaret etmeyi gerektirir.
Kâbe, hem namaz hem de hac ibadetlerini doğrudan ilgilendirmektedir.
Kâbe, Allah için yapılan ilk mescittir. Hadislerde Hz. Âdem Aleyhisselam tarafından yapıldığı ifade edilmektedir. Kuran-ı Kerimâde temellerinin Hz. İbrahim Aleyhisselam ve İsmail Aleyhisselam tarafından yükseltildiği belirtilmektedir. Buna göre, şu anlaşılmaktadır ki, Hz. Âdem Aleyhisselam tarafından yapılan ve sonradan yıkılan Kâbeânin temelleri Hz. İbrahim Aleyhisselam ve Hz. İsmail Aleyhisselam tarafından bulunarak Kâbe yeniden inşa edilmiştir.
Peygamberimiz (s.a.s) Mekkeâde iken Kudüsâte bulunan Mescid-i Aksaâya yönelerek namaz kılıyordu. Ama buraya yönelirken Kâbeâyi de ortaya alıyordu. Yani o zamanlar hem Kâbeâyi hem de Mescid-i Aksaâyı kıble edinmiş oluyordu. Medineâye hicret gerçekleşince Kâbeâyi araya almak imkânı kalmadı. O zaman direkt Kudüsâteki Mescid-i Aksaâya yönelerek namaz kılındı. Bu durum peygamberimize (s.a.s) pek sevimli gelmiyordu. O kıblenin Kâbe olmasını arzuluyordu. Bunun için de dua ediyordu. Ümitliydi. Bu şekilde Medineâde on sekiz ay kadar namaz kılındıktan sonra kıblenin Kâbeâye çevrilmesine dair ayetler nazil oldu: â Yüzünün semada aranıp durduğunu görüyoruz. Artık için rahat olsun. Seni hoşnut olacağın bir kıbleye yönelteceğiz. Haydi, yüzünü Mescid-i Haramâa (Kâbeâye) çevir. Siz de ey müminler, nerede olursanız yüzünüzü ona doğru çeviriniz⦠(Bakara suresi, 144)â
Allah (c.c.) her yerdedir. Ona hususi bir yer ve yön tahsis edilemez. â⦠De ki doğu da batı da Allahâındır. O kimi dilerse doğru yola çıkarır (Bakara suresi, 142).â Çünkü Allah yaratılmamıştır. Yaratandır. Yer ve yön kavramları yaratılmışlar içindir. Allah (c.c.) bunlardan aşkındır, yücedir. Allah (c.c.) ne varlık âleminin içindedir ne de dışındadır. Allah (c.c.) yarattıklarına dair her şeyi bilir, görür, gözetler. Kuran-ı Kerimâde arşa istiva ettiğini (kapladığını) söylemesi oraya Zatâı adına şeref verdiğini belirtmek içindir. Oânun hiçbir yere yöne ihtiyacı yoktur.
İnsan çok aciz yaratılmıştır. Bir yere sığınmaya mecburdur. Onun için kendisine ev yapar. Aynı zamanda manevi bir güvene muhtaçtır. Bir yönden manevi bir güven duygusu hissetmek ister. Daima o yere yönelme ihtiyacı duyar. İşte yüce Allah (c.c.) bunun için insanın manevi olarak sığınacağı, faydalanacağı bir yer ve yön yaratmıştır. Bu manevi yön ve yer Kâbeâdir. Onun için ayet-i kerime bu ihtiyacı karşılamak için sadece namaz sırasında değil ânerede olursanızâ olun diyor: âHaydi yüzünü Mescid-i Haramâa (Kâbeâye) çevir. Siz de ey müminler nerede olursanız yüzünüzü ona doğru çevirinizâ¦â
Kâbe hayat kaynağıdır (bk. Maide suresi, 97). Ayrıca insana güven duygusu verir. Oraya giren bela ve musibetlerden emin olur (bk. Ali İmran suresi, 97). Bunlar oraya âyönelenâ kişilerden mahrum edilmemiştir. Çünkü yüce Allah (c.c.) için mekân kavramının, uzaklığın önemi yoktur. Kâbe kendisine yönelene bir güven duygusu hissettirir. Çeşitli korku ve kaygılarla namaz kılmak için Kâbeâye yönelenlerin ruhlarında hissettikleri güven duygusu budur. Bunu herkes deneyebilir. Anlayabilir, yaşayabilir. Onun için Allah (c.c.) ilgili ayet-i kerimelerde Kâbeânin güven yurdu olduğunu söyleyerek onun bu özelliğine dikkat çekmiştir (bk. Bakara suresi, 125). Hadis-i şeriflerde belirtildiği üzere kalpler Allahâın elindedir. İstediği duyguyu onda oluşturabilir. Bunda Allah (c.c.) için bir sıkıntı yoktur.
Kâbe ilahi tecellinin de merkezidir. Allah (c.c.) manevi nimetleri buradan inananların gönüllerine ulaştırmaktadır. Müminler yüzlerini Kâbeâye çevirmekle sosyal açıdan birlik ve beraberlik duygularını yaşamaktadırlar. Kâbe tüm inananları bir noktada birleştirmektedir. Ama Kâbeânin işlevini sadece sosyal bir yararla tanımlamak ve sınırlandırmak eksik olur. Kâbeânin aşkın bir anlamı vardır. Hadislerde ifade edildiği üzere Kâbeânin duvarında yer alan ve hacıların tavaf sırasında selamladıkları Hacerüâl-Esved (Siyah Taş) cennetten getirilmiştir. Yani Kâbeânin yapısında dünyayı aşan bir öğe yer almaktadır. Bu durum onun dünyevi faydasının ötesinde yani sosyal birlikteliği temin etmenin dışında başka bir boyuta daha sahip olduğuna işaret etmektedir: ilahi, metafizik.
Allah (c.c.), Kuran-ı Kerimâde bu ilahi tecelliyi şu ayet-i kerimede âmübarek (mübaraken)â, âhidayet (hüdan)â kelimeleri ile işaret etmiştir: âDoğrusu insanlar için kurulan ilk mabet, kesinlikle Mekkeâdeki o çok mübarek ve bütün âlemlere hidayet olan Kâbeâdir.â
Tasavvuf literatüründe Kâbeâden gönüllere ulaşan bu ilahi tecelliye feyz denir. Feyz, nur gibi ruhun temel gıdasıdır. Kâbeâden gelebileceği gibi rabıta sırasında mürşitten de gelebilir. Tasavvufta mürşidin kalbi de tıpkı Kâbe gibi ilahi tecellinin yeri olarak kabul edilir. Feyz, erbabınca bilinir ki, göğse dışarıdan gelen hoş bir baskıdır. Bilindiği üzere letaifler, yani manevi organlar yüzde ve göğüs üzerinde çeşitli noktalarda bulunurlar. İşte gerek mürşitten gerekse Kâbeâden gelen bu feyz, letaifleri besler, güçlendirir. Bu sayede insanın manevi yükselmesi mümkün olur. Ruhun nurdan sonra gelen ikinci besini feyzdir. Ruh için nur ekmek ise feyz su gibidir.
Bir Müslüman Kâbeâyi sadece taşlardan, siyah örtüden, yani maddi şeylerden ibaret bir yapı olarak görüyorsa büyük bir yanılgı içerisindedir. O zaman böyle bir Kâbeâye doğru secde etmek Allahâa (c.c.) şirk koşmaktır. Hâlbuki bu din, öncelikle putperestlere savaş açmıştır. Kendi içerisinde böyle bir çelişkiyi ve mantıksızlığı barındıramaz. Kâbe ilahi tecellinin yeridir. Kıble de bunun yönüdür. Bu inanış insanı ancak Allahâa (c.c.) ulaştırır. Böylece mümin Kâbe istikametine yönelip secde edince Allahâa (c.c.) secde etmiş olur. Şirkten kurtulur. Ayrıca bu inanışı sayesinde her zaman Kâbe tarafına yönelerek ilahi tecelliye müşteri olur. Kalbini, letaiflerini feyizle doldurur. Manevi ilerlemesini ve zenginliğini gerçekleştirerek insanlara yararlı olabilecek bir kıvama gelir.
Kıbleye karşı oturmak hem hadislerde hem ayet-i kerimelerde teşvik edilmiştir. Peygamberimiz (s.a.s) bu konuda şöyle buyurmaktadır: âHer şeyin en güzel ve en uygun bir şekli vardır. Oturma şeklinin en güzeli de kıbleye karşı oturmaktır.â Ayet-i kerimede ise yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: âHer nereden yola çıkarsan yüzünü Mescid-i Haramâa doğru çevir ve her nerede olursanız olun yüzünüzü ona doğru çevirin ki insanlar için aleyhinizde bir delil olmasın⦠(Bakara suresi, 150)â
Kuşkusuz insan namaz kılarken, kurban keserken, Kuran-ı Kerim okurken, zikir çekerken, rabıta yaparken⦠kıbleye karşı oturarak oradan da ilahi feyzi almaktadır. Ama bu tür bir ibadet olmadan da insan sadece yüzünü kıbleye dönüp oturarak da ilahi feyze nail olabilir. Ayrıca ayet-i kerime ile farz olması nedeniyle insana büyük sevaplar ve Allahâın rızasını da kazandırır.
Bir Müslüman öldüğünde mezara gömülürken sağ tarafına yanı üzerine yatırılır ve böylece yüzü, göğsü kıble istikametine konmuş olur. Yine Müslümanlar yataklarında da bu şekilde yatmaya gayret ederler. Çünkü ilahi feyiz letaiflerin bulunduğu yüz ve göğüs noktalarından algılanır. Bu ölünce de yatınca da devam edebilir. Buna her zaman müşteri olmak gerekir. Kabir hayatını keşfeden pek çok veliye göre Müslüman olarak yaşayıp ölemeyen kişiler, her ne kadar böyle gömülseler de bu tür bir pozisyon hemen azap melekleri tarafından bozulmaktadır. Bazı veliler bu çevrilmenin fiziki değil de manevi yüz ve bünye ile olduğunu ifade etmişlerdir. Allah (c.c.) bizleri bu tür şeylerden korusun. Âmin.
İnsan ömrünün büyük bir kısmı yatakta uyuyarak geçmektedir. Bu zamanı gerek abdestli yatmak, gerekse de yatarken elden geldiğince yüzü kıbleye dönmek suretiyle ibadete çevirmek gerekir.
Gün içerisinde gerek evimizde gerekse işyerinde vaktimizin çokça geçirildiği bazı yerler vardır. Bize ait veya bizim sıklıkla oturduğumuz bu yerlerde koltuk, masa ve sandalyeler bulunabilir. Bunlar kıble istikametine konursa oturduğumuz yerden bizlere Kâbeâden gelecek ilahi feyze vesile olurlar. İnsanın oturduğu yerde hem başka işlerini yapması hem de ilahi feyizden yararlanması çok akıllıca bir iştir. Kaçırılacak fırsatlar değildir. Çünkü hiç zahmet çekmeden, yorulmadan, oturduğu yerden sevaba ve ilahi feyze nail olunmaktadır. Bu açıdan yemek yediğimiz yerler bile böyle ayarlanmalıdır. Çünkü o az gibi görünen dakikalar bir ömürde toplandığı zaman yılları bulabilir. Ebedi kurtuluşumuza ve çok çeşitli ahret nimetlerine vesile olabilirler. Bunları küçük görmemek, azımsamamak gerekir. Tabii ilahi feyze ulaşabilmek için en azından otururken, kısa bir süre veya ara sıra da olsa, Kâbeânin karşında olduğumuzun bilincinde olmak gerekir. Çünkü ibadet bilinçle ve kalpten geçen bir niyetle yapılır. Bunun için karşımızdaki duvarda bir Kâbe resmi veya İslami bir yazı bize bu konuda hatırlatıcı görev yüklenebilir. Bir de evin veya işyerin inşasında Kâbeânin açıları düşünülmediği için oturacağımız yerler, ortamın dekorasyonunda duvara da ters düşmemesi için bir miktar Kâbe yönünden sapabilir. Toplam 45 derecelik bir açı ile Kâbeâden sağa ve sola sapma normal bir durumdur. Bunları vesvese yapıp da şeytana bu konuda pabuç bırakmamak gerekir. Zira her hayırlı işte imtihanın sırrı gereği pek çok engel önümüze çıkabilir. Allahâın emrini yerine getirmek, sevap kazanmak, Allahâın rızasını elde etmek kolay şeyler değildir. Yani haliyle bunlar o kadar ucuz olamaz. Kâbeânin feyzinden yararlanmak gibi büyük bir nimete kavuşmak için hareket ettiğinizde görürsünüz ki bunu engellemek için nefis ve şeytanlar verdikleri vesveseler ile bizleri ve çevrenizdeki insanları kullanmaya başlayacaklardır. Bazı kişiler, eşyaların yerlerinin değiştirilmesi meselesinde hiç yoktan büyük problemler çıkaracaklardır.
Kâbeâye dönmek namazın bir şartıdır. Yani bir parçasıdır. Çoğu zaman parça bütünün yerine geçebilir. Niyet, amelin kendisi gibi sevap kazandırabilir. Yani Allah (c.c.) fazl u ikramıyla bir hayırlı işin bir kısmını yapana hepsini yapmış gibi sevap verebilir. Miraç hadisesinden biliyoruz ki, namaz başlangıçta elli vakitti. Elli vakit demek, insanın tüm zamanını namaza hasretmesidir. Peygamberimiz (s.a.s), gök katında bu konuda Hz. Musa Aleyhisselamâın görüşünü aldı. O, ümmetin bunu yapamayacaklardır, onlara ağır gelecektir dedi. Bunun üzerine peygamberimiz (s.a.s) Rabbâin karşısına birkaç kez çıkma ile nihayet namaz beş vakte kadar indirildi. Elbette yüce Allah Hz. Musa Aleyhisselamâın bildiği şeyi de, peygamberimizin (s.a.s) Allahâın (c.c.) huzuruna tekrar be tekrar gelip namazın vakitlerinin indirimi için istekte bulunacağını da, Oânun da bu isteği kabul edeceğini de ezeli ilmi ile biliyordu. Peki öyle ise miraçtaki bu namaz vakitlerinin indirimi olayı niçin yaşatılmıştı? Çünkü Allah bununla kullarına rızasının daimi namaz halinde olduğunu vurgulamıştı. Elbette dünya işleri bizleri daimi namaz halinden alıkoymaktadır. Buna kimsenin de gücü yetmez. Ama dünya işlerini yaparken abdestli bulunma, kıbleye karşı dönme, Kuran-ı Kerimâden sureler okuma⦠gibi namazın rükünlerinden birisini ve bir kaçını daimi olarak ayakta tutabiliriz. Bu zor bir durum değildir. Bu sayede Allahâın rızasının gizli olduğu daimi namaz hali de yakalanmış olabilir. Bu açıdan kıbleye dönme, namaz kılmak gibi büyük bir ibadetin parçası olması yanında insana sürekli namaz hali gibi büyük sevaplar da Allahâın rızasını da kazandırabilir. Allah hepimize bu büyük nimeti nasip eylesin. Âmin.
Daima Kâbeâye yönelen bir kişinin namazlarının da huşulu olacağı kesindir. Namazda huşu ise büyük bir devlettir. âMuhakkak ki namazlarında huşua eren müminler, kurtuluşa ermişlerdir. (Müâminun suresi, ayet 1,2)â
Kâbeâyi ziyaret etme, İslamâın beş şartından birisi olan haccın bir rüknüdür. Hadis-i şerifte kabul edilmiş bir haccın karşılığının cennet olduğu ifade edilmiştir. Hac gibi büyük bir ibadetin gerek insana nasip olması gerekse kabul edilen bir derecede gerçekleşmesi, büyük bir bahtlıktır. Devlettir. Hacca gitmeden önce her zaman Kâbeâye büyük bir iştiyakla yönelmenin bunların gerçekleşmesinde kalbi ve fiili dua hükmüne geçeceği muhakkaktır. Her zaman Kâbeâye büyük bir iştiyakla yönelme, haccını yerine getiren kişilerin de aziz hatıralarını canlandıran bir işlev görecektir. Bu da o kişiye manevi olarak haccını tazeleme imkânı vermiş olur. Peygamberimiz (s.a.s) güzel bir niyetin, amelini yapmış gibi kişiye sevap kazandıracağını pek çok hadis-i şerifle farklı ifadelerle dile getirmiştir.
Bir yere yönelmek, orayı manevi olarak ziyaret etmek demektir. İnsanın yapacağı en hayırlı manevi ziyaret ise Kâbeâdir. Daima abdestli halde bulunmak gibi oturacağımız yerlerin kıble istikametinde olması da insanın manevi açıdan böyle büyük hazinelere sahip olmasını sağlayıcıdır. Bunların kazandıracağı şeyler, şimdilik dünya imtihanı gereği gözlerden saklanmıştır. Ahrette bu nimete sahip olanları sevindirecek, hatta onların akıllarını başlarından alacak nice mükâfatları kazandıracağı muhakkaktır. Kaldı ki Allah (c.c.) ilgili ayet-i kerimede âyola çıktığımızdaâ önce yüzümüzü Kâbeânin olduğu tarafa dönmemizi, Kâbeânin nerede olduğu bilincinden sonra yolumuzun tarafına dönüp gitmemizi istediği gibi ânerede olursak olalımâ Kâbe tarafından gelecek esintiyi dikkate almamızı da emir buyurmuşlardır. Dikkat edilirse ayet-i kerimelerde namaz ifadesi geçmediği gibi mekân kısıtlaması da yapılmamış, ayet-i kerimeler yürürken de otururken de Kâbeâye yönelmeyi, onu dikkate almayı ihmal etmememizi açıkça istemiştir: âHer nereden yola çıkarsan yüzünü Mescid-i Haramâa doğru çevir ve her nerede olursanız olun yüzünüzü ona doğru çevirin ki insanlar için aleyhinizde bir delil olmasın⦠(Bakara suresi, 150)â Bu ayet ve diğerleri bizim tavsiye ettiğimiz şeyleri adeta emretmektedir.
Tabii edep gereği büyük ve küçük tuvaletler yapılırken kıbleye yüzümüzü çevirmek doğru değildir. Hadis-i şerifler de bu hususta bizleri sakındırmaktadır. Elden geldiğince buna dikkat etmek gerekir.
Kâbeâye yönelme nimetinden yararlanmamız için illa abdestli bulunma şartı yoktur.
Kâbeâye yönelme ayetleri indiğinde peygamberimiz ve sahabeler çok sevinmişlerdi. O kadar ki Allahu Zülcelâl, ayet-i kerimede peygamberimizin (s.a.s) bu sevincini şöyle ifade etmişti: : â Yüzünün semada aranıp durduğunu görüyoruz. Artık için rahat olsun. Seni hoşnut olacağın bir kıbleye yönelteceğiz. Haydi yüzünü Mescid-i Haramâa (Kabeâye) çevir. Siz de ey müminler nerede olursanız yüzünüzü ona doğru çeviriniz⦠(Bakara suresi, 144)â Çünkü daha önce namazda Yahudilerle aynı kıbleyi, yani Kudüsâteki Mescid-i Aksa yönünü kullanıyorlardı. Bu durum Müslümanların biraz da olsa onurlarına dokunuyordu. Oysa Kâbeânin önemi de biliniyordu. Peygamberimiz (s.a.s) ve büyük kısım Müslümanlar bir zaman sonra kıblenin yönünün değiştirilip Kâbe olacağını seziyorlardı. Ayet-i kerime onlara bu müjdeyi verdiğinde onlar sadece namazda değil tüm vakitlerinde elden geldiğince Kâbe tarafına yöneldiler. Bu işte çok ileri gittiler. Daha da ileri gidecekleri kesindi. Bu da bu dini pasif bir yapıya sahip kılabileceği gibi daha önemli bazı şeylerin de farkına varılmasını engelleyebilirdi. Onun için aşağıdaki ayet-i kerime bir dengeyi karşılamakta ve Müslümanları bazı konularda aktifliğe teşvik etmektedir. Bu din insanlara yararlı olmak için gelmiştir. Dinin de ruhu budur. İyilik başkalarına yönelmekle gerçekleşir. Kâbe kendisine yönelene feyz, sevap kazandırabilir ama iyilik ancak bir insana yapılınca olur. Kâbeâden elde edilecek feyzle manevi terakkisini sağlayan kişinin iyilikler yapmak için insanlara ve topluma yönelmesi gerekir. Batarya sadece şarj olmak için değil bir işlevi gerçekleştirmek için vardır. Bir de insanı iyiliğe (:bire yani hayra) yönlendiren iman esaslarına da dikkat edilmelidir. Kâbeâye yönelme kadar bunlara da yönelmek gerekir. Ayette iman esasları da bu yüzden hatırlatılmıştır. Tabii bu ayet-i kerime kesinlikle kıbleye dönmekle elde edilecek faziletleri, nimetleri küçük göstermemekte, sadece Müslümanların bakışını başka mecralara da çekmekte, onların dini bir bütün olarak değerlendirmelerini sağlamaktadır. Kısacası taşları yerine oturtmaktadır: âYüzlerinizi bir doğuya bir batıya çevirmeniz hayra ermek demek değildir⦠Hayra eren o kimsedir ki Allahâa, ahret gününe, meleklere, Kitabâa ve bütün peygamberlere iman edip akrabalara, öksüzlere, biçarelere, yolda kalmışlara, dilenenlere ve esirlere seve seve mal verenler, namazı kılanlar ve zekâtı verenlerdir⦠Bir de antlaştıkları vakit (ahitlerini) sözlerini yerine getirenler ile sıkıntı ve hastalık hallerinde ve savaşın şiddetli zamanlarında sabredenlerdir. İşte bunlardır o sadıklar ve işte bunlardır o korunan muttakiler!â
Bize yöneleceğimiz bir kıble verdiği için Allahâa (c.c.) kelimeleri adedince şükürler olsun. Allahu Zülcelâl, bizleri her zaman Kâbe-yi mükerremeye yöneltsin. Bizlere rızasını nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi
Kâbeâye yönelmek (istikbali kıble), namazın farzlarındandır. Allahâın (c.c.) Kuran-ı Kerimâde açıkça emrettiklerine farz denir. Farzları yerine getirmek ibadettir. İbadet insana sevap ve Allahâın (c.c.) rızasını kazandırır.
Hac, bizzat Kâbeâyi ziyaret etmeyi gerektirir.
Kâbe, hem namaz hem de hac ibadetlerini doğrudan ilgilendirmektedir.
Kâbe, Allah için yapılan ilk mescittir. Hadislerde Hz. Âdem Aleyhisselam tarafından yapıldığı ifade edilmektedir. Kuran-ı Kerimâde temellerinin Hz. İbrahim Aleyhisselam ve İsmail Aleyhisselam tarafından yükseltildiği belirtilmektedir. Buna göre, şu anlaşılmaktadır ki, Hz. Âdem Aleyhisselam tarafından yapılan ve sonradan yıkılan Kâbeânin temelleri Hz. İbrahim Aleyhisselam ve Hz. İsmail Aleyhisselam tarafından bulunarak Kâbe yeniden inşa edilmiştir.
Peygamberimiz (s.a.s) Mekkeâde iken Kudüsâte bulunan Mescid-i Aksaâya yönelerek namaz kılıyordu. Ama buraya yönelirken Kâbeâyi de ortaya alıyordu. Yani o zamanlar hem Kâbeâyi hem de Mescid-i Aksaâyı kıble edinmiş oluyordu. Medineâye hicret gerçekleşince Kâbeâyi araya almak imkânı kalmadı. O zaman direkt Kudüsâteki Mescid-i Aksaâya yönelerek namaz kılındı. Bu durum peygamberimize (s.a.s) pek sevimli gelmiyordu. O kıblenin Kâbe olmasını arzuluyordu. Bunun için de dua ediyordu. Ümitliydi. Bu şekilde Medineâde on sekiz ay kadar namaz kılındıktan sonra kıblenin Kâbeâye çevrilmesine dair ayetler nazil oldu: â Yüzünün semada aranıp durduğunu görüyoruz. Artık için rahat olsun. Seni hoşnut olacağın bir kıbleye yönelteceğiz. Haydi, yüzünü Mescid-i Haramâa (Kâbeâye) çevir. Siz de ey müminler, nerede olursanız yüzünüzü ona doğru çeviriniz⦠(Bakara suresi, 144)â
Allah (c.c.) her yerdedir. Ona hususi bir yer ve yön tahsis edilemez. â⦠De ki doğu da batı da Allahâındır. O kimi dilerse doğru yola çıkarır (Bakara suresi, 142).â Çünkü Allah yaratılmamıştır. Yaratandır. Yer ve yön kavramları yaratılmışlar içindir. Allah (c.c.) bunlardan aşkındır, yücedir. Allah (c.c.) ne varlık âleminin içindedir ne de dışındadır. Allah (c.c.) yarattıklarına dair her şeyi bilir, görür, gözetler. Kuran-ı Kerimâde arşa istiva ettiğini (kapladığını) söylemesi oraya Zatâı adına şeref verdiğini belirtmek içindir. Oânun hiçbir yere yöne ihtiyacı yoktur.
İnsan çok aciz yaratılmıştır. Bir yere sığınmaya mecburdur. Onun için kendisine ev yapar. Aynı zamanda manevi bir güvene muhtaçtır. Bir yönden manevi bir güven duygusu hissetmek ister. Daima o yere yönelme ihtiyacı duyar. İşte yüce Allah (c.c.) bunun için insanın manevi olarak sığınacağı, faydalanacağı bir yer ve yön yaratmıştır. Bu manevi yön ve yer Kâbeâdir. Onun için ayet-i kerime bu ihtiyacı karşılamak için sadece namaz sırasında değil ânerede olursanızâ olun diyor: âHaydi yüzünü Mescid-i Haramâa (Kâbeâye) çevir. Siz de ey müminler nerede olursanız yüzünüzü ona doğru çevirinizâ¦â
Kâbe hayat kaynağıdır (bk. Maide suresi, 97). Ayrıca insana güven duygusu verir. Oraya giren bela ve musibetlerden emin olur (bk. Ali İmran suresi, 97). Bunlar oraya âyönelenâ kişilerden mahrum edilmemiştir. Çünkü yüce Allah (c.c.) için mekân kavramının, uzaklığın önemi yoktur. Kâbe kendisine yönelene bir güven duygusu hissettirir. Çeşitli korku ve kaygılarla namaz kılmak için Kâbeâye yönelenlerin ruhlarında hissettikleri güven duygusu budur. Bunu herkes deneyebilir. Anlayabilir, yaşayabilir. Onun için Allah (c.c.) ilgili ayet-i kerimelerde Kâbeânin güven yurdu olduğunu söyleyerek onun bu özelliğine dikkat çekmiştir (bk. Bakara suresi, 125). Hadis-i şeriflerde belirtildiği üzere kalpler Allahâın elindedir. İstediği duyguyu onda oluşturabilir. Bunda Allah (c.c.) için bir sıkıntı yoktur.
Kâbe ilahi tecellinin de merkezidir. Allah (c.c.) manevi nimetleri buradan inananların gönüllerine ulaştırmaktadır. Müminler yüzlerini Kâbeâye çevirmekle sosyal açıdan birlik ve beraberlik duygularını yaşamaktadırlar. Kâbe tüm inananları bir noktada birleştirmektedir. Ama Kâbeânin işlevini sadece sosyal bir yararla tanımlamak ve sınırlandırmak eksik olur. Kâbeânin aşkın bir anlamı vardır. Hadislerde ifade edildiği üzere Kâbeânin duvarında yer alan ve hacıların tavaf sırasında selamladıkları Hacerüâl-Esved (Siyah Taş) cennetten getirilmiştir. Yani Kâbeânin yapısında dünyayı aşan bir öğe yer almaktadır. Bu durum onun dünyevi faydasının ötesinde yani sosyal birlikteliği temin etmenin dışında başka bir boyuta daha sahip olduğuna işaret etmektedir: ilahi, metafizik.
Allah (c.c.), Kuran-ı Kerimâde bu ilahi tecelliyi şu ayet-i kerimede âmübarek (mübaraken)â, âhidayet (hüdan)â kelimeleri ile işaret etmiştir: âDoğrusu insanlar için kurulan ilk mabet, kesinlikle Mekkeâdeki o çok mübarek ve bütün âlemlere hidayet olan Kâbeâdir.â
Tasavvuf literatüründe Kâbeâden gönüllere ulaşan bu ilahi tecelliye feyz denir. Feyz, nur gibi ruhun temel gıdasıdır. Kâbeâden gelebileceği gibi rabıta sırasında mürşitten de gelebilir. Tasavvufta mürşidin kalbi de tıpkı Kâbe gibi ilahi tecellinin yeri olarak kabul edilir. Feyz, erbabınca bilinir ki, göğse dışarıdan gelen hoş bir baskıdır. Bilindiği üzere letaifler, yani manevi organlar yüzde ve göğüs üzerinde çeşitli noktalarda bulunurlar. İşte gerek mürşitten gerekse Kâbeâden gelen bu feyz, letaifleri besler, güçlendirir. Bu sayede insanın manevi yükselmesi mümkün olur. Ruhun nurdan sonra gelen ikinci besini feyzdir. Ruh için nur ekmek ise feyz su gibidir.
Bir Müslüman Kâbeâyi sadece taşlardan, siyah örtüden, yani maddi şeylerden ibaret bir yapı olarak görüyorsa büyük bir yanılgı içerisindedir. O zaman böyle bir Kâbeâye doğru secde etmek Allahâa (c.c.) şirk koşmaktır. Hâlbuki bu din, öncelikle putperestlere savaş açmıştır. Kendi içerisinde böyle bir çelişkiyi ve mantıksızlığı barındıramaz. Kâbe ilahi tecellinin yeridir. Kıble de bunun yönüdür. Bu inanış insanı ancak Allahâa (c.c.) ulaştırır. Böylece mümin Kâbe istikametine yönelip secde edince Allahâa (c.c.) secde etmiş olur. Şirkten kurtulur. Ayrıca bu inanışı sayesinde her zaman Kâbe tarafına yönelerek ilahi tecelliye müşteri olur. Kalbini, letaiflerini feyizle doldurur. Manevi ilerlemesini ve zenginliğini gerçekleştirerek insanlara yararlı olabilecek bir kıvama gelir.
Kıbleye karşı oturmak hem hadislerde hem ayet-i kerimelerde teşvik edilmiştir. Peygamberimiz (s.a.s) bu konuda şöyle buyurmaktadır: âHer şeyin en güzel ve en uygun bir şekli vardır. Oturma şeklinin en güzeli de kıbleye karşı oturmaktır.â Ayet-i kerimede ise yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: âHer nereden yola çıkarsan yüzünü Mescid-i Haramâa doğru çevir ve her nerede olursanız olun yüzünüzü ona doğru çevirin ki insanlar için aleyhinizde bir delil olmasın⦠(Bakara suresi, 150)â
Kuşkusuz insan namaz kılarken, kurban keserken, Kuran-ı Kerim okurken, zikir çekerken, rabıta yaparken⦠kıbleye karşı oturarak oradan da ilahi feyzi almaktadır. Ama bu tür bir ibadet olmadan da insan sadece yüzünü kıbleye dönüp oturarak da ilahi feyze nail olabilir. Ayrıca ayet-i kerime ile farz olması nedeniyle insana büyük sevaplar ve Allahâın rızasını da kazandırır.
Bir Müslüman öldüğünde mezara gömülürken sağ tarafına yanı üzerine yatırılır ve böylece yüzü, göğsü kıble istikametine konmuş olur. Yine Müslümanlar yataklarında da bu şekilde yatmaya gayret ederler. Çünkü ilahi feyiz letaiflerin bulunduğu yüz ve göğüs noktalarından algılanır. Bu ölünce de yatınca da devam edebilir. Buna her zaman müşteri olmak gerekir. Kabir hayatını keşfeden pek çok veliye göre Müslüman olarak yaşayıp ölemeyen kişiler, her ne kadar böyle gömülseler de bu tür bir pozisyon hemen azap melekleri tarafından bozulmaktadır. Bazı veliler bu çevrilmenin fiziki değil de manevi yüz ve bünye ile olduğunu ifade etmişlerdir. Allah (c.c.) bizleri bu tür şeylerden korusun. Âmin.
İnsan ömrünün büyük bir kısmı yatakta uyuyarak geçmektedir. Bu zamanı gerek abdestli yatmak, gerekse de yatarken elden geldiğince yüzü kıbleye dönmek suretiyle ibadete çevirmek gerekir.
Gün içerisinde gerek evimizde gerekse işyerinde vaktimizin çokça geçirildiği bazı yerler vardır. Bize ait veya bizim sıklıkla oturduğumuz bu yerlerde koltuk, masa ve sandalyeler bulunabilir. Bunlar kıble istikametine konursa oturduğumuz yerden bizlere Kâbeâden gelecek ilahi feyze vesile olurlar. İnsanın oturduğu yerde hem başka işlerini yapması hem de ilahi feyizden yararlanması çok akıllıca bir iştir. Kaçırılacak fırsatlar değildir. Çünkü hiç zahmet çekmeden, yorulmadan, oturduğu yerden sevaba ve ilahi feyze nail olunmaktadır. Bu açıdan yemek yediğimiz yerler bile böyle ayarlanmalıdır. Çünkü o az gibi görünen dakikalar bir ömürde toplandığı zaman yılları bulabilir. Ebedi kurtuluşumuza ve çok çeşitli ahret nimetlerine vesile olabilirler. Bunları küçük görmemek, azımsamamak gerekir. Tabii ilahi feyze ulaşabilmek için en azından otururken, kısa bir süre veya ara sıra da olsa, Kâbeânin karşında olduğumuzun bilincinde olmak gerekir. Çünkü ibadet bilinçle ve kalpten geçen bir niyetle yapılır. Bunun için karşımızdaki duvarda bir Kâbe resmi veya İslami bir yazı bize bu konuda hatırlatıcı görev yüklenebilir. Bir de evin veya işyerin inşasında Kâbeânin açıları düşünülmediği için oturacağımız yerler, ortamın dekorasyonunda duvara da ters düşmemesi için bir miktar Kâbe yönünden sapabilir. Toplam 45 derecelik bir açı ile Kâbeâden sağa ve sola sapma normal bir durumdur. Bunları vesvese yapıp da şeytana bu konuda pabuç bırakmamak gerekir. Zira her hayırlı işte imtihanın sırrı gereği pek çok engel önümüze çıkabilir. Allahâın emrini yerine getirmek, sevap kazanmak, Allahâın rızasını elde etmek kolay şeyler değildir. Yani haliyle bunlar o kadar ucuz olamaz. Kâbeânin feyzinden yararlanmak gibi büyük bir nimete kavuşmak için hareket ettiğinizde görürsünüz ki bunu engellemek için nefis ve şeytanlar verdikleri vesveseler ile bizleri ve çevrenizdeki insanları kullanmaya başlayacaklardır. Bazı kişiler, eşyaların yerlerinin değiştirilmesi meselesinde hiç yoktan büyük problemler çıkaracaklardır.
Kâbeâye dönmek namazın bir şartıdır. Yani bir parçasıdır. Çoğu zaman parça bütünün yerine geçebilir. Niyet, amelin kendisi gibi sevap kazandırabilir. Yani Allah (c.c.) fazl u ikramıyla bir hayırlı işin bir kısmını yapana hepsini yapmış gibi sevap verebilir. Miraç hadisesinden biliyoruz ki, namaz başlangıçta elli vakitti. Elli vakit demek, insanın tüm zamanını namaza hasretmesidir. Peygamberimiz (s.a.s), gök katında bu konuda Hz. Musa Aleyhisselamâın görüşünü aldı. O, ümmetin bunu yapamayacaklardır, onlara ağır gelecektir dedi. Bunun üzerine peygamberimiz (s.a.s) Rabbâin karşısına birkaç kez çıkma ile nihayet namaz beş vakte kadar indirildi. Elbette yüce Allah Hz. Musa Aleyhisselamâın bildiği şeyi de, peygamberimizin (s.a.s) Allahâın (c.c.) huzuruna tekrar be tekrar gelip namazın vakitlerinin indirimi için istekte bulunacağını da, Oânun da bu isteği kabul edeceğini de ezeli ilmi ile biliyordu. Peki öyle ise miraçtaki bu namaz vakitlerinin indirimi olayı niçin yaşatılmıştı? Çünkü Allah bununla kullarına rızasının daimi namaz halinde olduğunu vurgulamıştı. Elbette dünya işleri bizleri daimi namaz halinden alıkoymaktadır. Buna kimsenin de gücü yetmez. Ama dünya işlerini yaparken abdestli bulunma, kıbleye karşı dönme, Kuran-ı Kerimâden sureler okuma⦠gibi namazın rükünlerinden birisini ve bir kaçını daimi olarak ayakta tutabiliriz. Bu zor bir durum değildir. Bu sayede Allahâın rızasının gizli olduğu daimi namaz hali de yakalanmış olabilir. Bu açıdan kıbleye dönme, namaz kılmak gibi büyük bir ibadetin parçası olması yanında insana sürekli namaz hali gibi büyük sevaplar da Allahâın rızasını da kazandırabilir. Allah hepimize bu büyük nimeti nasip eylesin. Âmin.
Daima Kâbeâye yönelen bir kişinin namazlarının da huşulu olacağı kesindir. Namazda huşu ise büyük bir devlettir. âMuhakkak ki namazlarında huşua eren müminler, kurtuluşa ermişlerdir. (Müâminun suresi, ayet 1,2)â
Kâbeâyi ziyaret etme, İslamâın beş şartından birisi olan haccın bir rüknüdür. Hadis-i şerifte kabul edilmiş bir haccın karşılığının cennet olduğu ifade edilmiştir. Hac gibi büyük bir ibadetin gerek insana nasip olması gerekse kabul edilen bir derecede gerçekleşmesi, büyük bir bahtlıktır. Devlettir. Hacca gitmeden önce her zaman Kâbeâye büyük bir iştiyakla yönelmenin bunların gerçekleşmesinde kalbi ve fiili dua hükmüne geçeceği muhakkaktır. Her zaman Kâbeâye büyük bir iştiyakla yönelme, haccını yerine getiren kişilerin de aziz hatıralarını canlandıran bir işlev görecektir. Bu da o kişiye manevi olarak haccını tazeleme imkânı vermiş olur. Peygamberimiz (s.a.s) güzel bir niyetin, amelini yapmış gibi kişiye sevap kazandıracağını pek çok hadis-i şerifle farklı ifadelerle dile getirmiştir.
Bir yere yönelmek, orayı manevi olarak ziyaret etmek demektir. İnsanın yapacağı en hayırlı manevi ziyaret ise Kâbeâdir. Daima abdestli halde bulunmak gibi oturacağımız yerlerin kıble istikametinde olması da insanın manevi açıdan böyle büyük hazinelere sahip olmasını sağlayıcıdır. Bunların kazandıracağı şeyler, şimdilik dünya imtihanı gereği gözlerden saklanmıştır. Ahrette bu nimete sahip olanları sevindirecek, hatta onların akıllarını başlarından alacak nice mükâfatları kazandıracağı muhakkaktır. Kaldı ki Allah (c.c.) ilgili ayet-i kerimede âyola çıktığımızdaâ önce yüzümüzü Kâbeânin olduğu tarafa dönmemizi, Kâbeânin nerede olduğu bilincinden sonra yolumuzun tarafına dönüp gitmemizi istediği gibi ânerede olursak olalımâ Kâbe tarafından gelecek esintiyi dikkate almamızı da emir buyurmuşlardır. Dikkat edilirse ayet-i kerimelerde namaz ifadesi geçmediği gibi mekân kısıtlaması da yapılmamış, ayet-i kerimeler yürürken de otururken de Kâbeâye yönelmeyi, onu dikkate almayı ihmal etmememizi açıkça istemiştir: âHer nereden yola çıkarsan yüzünü Mescid-i Haramâa doğru çevir ve her nerede olursanız olun yüzünüzü ona doğru çevirin ki insanlar için aleyhinizde bir delil olmasın⦠(Bakara suresi, 150)â Bu ayet ve diğerleri bizim tavsiye ettiğimiz şeyleri adeta emretmektedir.
Tabii edep gereği büyük ve küçük tuvaletler yapılırken kıbleye yüzümüzü çevirmek doğru değildir. Hadis-i şerifler de bu hususta bizleri sakındırmaktadır. Elden geldiğince buna dikkat etmek gerekir.
Kâbeâye yönelme nimetinden yararlanmamız için illa abdestli bulunma şartı yoktur.
Kâbeâye yönelme ayetleri indiğinde peygamberimiz ve sahabeler çok sevinmişlerdi. O kadar ki Allahu Zülcelâl, ayet-i kerimede peygamberimizin (s.a.s) bu sevincini şöyle ifade etmişti: : â Yüzünün semada aranıp durduğunu görüyoruz. Artık için rahat olsun. Seni hoşnut olacağın bir kıbleye yönelteceğiz. Haydi yüzünü Mescid-i Haramâa (Kabeâye) çevir. Siz de ey müminler nerede olursanız yüzünüzü ona doğru çeviriniz⦠(Bakara suresi, 144)â Çünkü daha önce namazda Yahudilerle aynı kıbleyi, yani Kudüsâteki Mescid-i Aksa yönünü kullanıyorlardı. Bu durum Müslümanların biraz da olsa onurlarına dokunuyordu. Oysa Kâbeânin önemi de biliniyordu. Peygamberimiz (s.a.s) ve büyük kısım Müslümanlar bir zaman sonra kıblenin yönünün değiştirilip Kâbe olacağını seziyorlardı. Ayet-i kerime onlara bu müjdeyi verdiğinde onlar sadece namazda değil tüm vakitlerinde elden geldiğince Kâbe tarafına yöneldiler. Bu işte çok ileri gittiler. Daha da ileri gidecekleri kesindi. Bu da bu dini pasif bir yapıya sahip kılabileceği gibi daha önemli bazı şeylerin de farkına varılmasını engelleyebilirdi. Onun için aşağıdaki ayet-i kerime bir dengeyi karşılamakta ve Müslümanları bazı konularda aktifliğe teşvik etmektedir. Bu din insanlara yararlı olmak için gelmiştir. Dinin de ruhu budur. İyilik başkalarına yönelmekle gerçekleşir. Kâbe kendisine yönelene feyz, sevap kazandırabilir ama iyilik ancak bir insana yapılınca olur. Kâbeâden elde edilecek feyzle manevi terakkisini sağlayan kişinin iyilikler yapmak için insanlara ve topluma yönelmesi gerekir. Batarya sadece şarj olmak için değil bir işlevi gerçekleştirmek için vardır. Bir de insanı iyiliğe (:bire yani hayra) yönlendiren iman esaslarına da dikkat edilmelidir. Kâbeâye yönelme kadar bunlara da yönelmek gerekir. Ayette iman esasları da bu yüzden hatırlatılmıştır. Tabii bu ayet-i kerime kesinlikle kıbleye dönmekle elde edilecek faziletleri, nimetleri küçük göstermemekte, sadece Müslümanların bakışını başka mecralara da çekmekte, onların dini bir bütün olarak değerlendirmelerini sağlamaktadır. Kısacası taşları yerine oturtmaktadır: âYüzlerinizi bir doğuya bir batıya çevirmeniz hayra ermek demek değildir⦠Hayra eren o kimsedir ki Allahâa, ahret gününe, meleklere, Kitabâa ve bütün peygamberlere iman edip akrabalara, öksüzlere, biçarelere, yolda kalmışlara, dilenenlere ve esirlere seve seve mal verenler, namazı kılanlar ve zekâtı verenlerdir⦠Bir de antlaştıkları vakit (ahitlerini) sözlerini yerine getirenler ile sıkıntı ve hastalık hallerinde ve savaşın şiddetli zamanlarında sabredenlerdir. İşte bunlardır o sadıklar ve işte bunlardır o korunan muttakiler!â
Bize yöneleceğimiz bir kıble verdiği için Allahâa (c.c.) kelimeleri adedince şükürler olsun. Allahu Zülcelâl, bizleri her zaman Kâbe-yi mükerremeye yöneltsin. Bizlere rızasını nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi
Konular
- Yaptıklarımızın Hesabını Vermeye Hazırlıklı Mısınız.
- Kur'an Nasıl Bir Devlet Yönetimini Öneriyor.
- Kendimize Rab lar Edindiğimizin Farkında Bile Değiliz.
- Sesli düşler
- Ömürden Kaybolan Bir Senemiz
- Yardıma ihtiyacım var
- Hakan Kenan Hoca
- Türkiye'nin Gururu Lingerium
- Zorunlu Trafik Sigortası
- Kur'an ın Bizlere İndirilme Amacını Doğru Anlamalıyız.
- Rivayetleri Aklamak Adına, Kur'an a Saygısızlık Yapmayalım.
- Allah ın Affetmesi, Şefaati Konusunu Nasıl Anlamalıyız.
- Hac Suresi 47, Zümer Suresi 42. Ayetlerin. Ölüm Ve Rüya İlişkisi.
- Allah ın Sınırlarını Aşarak, Kafirlerden Olmak İstemiyorsak.
- Kur'an neden arapça indirilmiştir. Zuhruf 2-3. Fussilet 44. Ayet.
- Elbette tek vatan bö-lü-ne-me----yiz
- Bizleri dinden saptıran en büyük yanlışımız.
- Çalışanlarınızın network trafiğini DeskGate ile inceleyin
- DeskGate en iyi sirket guvenlik programi
- Pekala ölmüyormuyuz
- Siber saldırı ve afetlere karşı veri yedekleme yazılımı DeskGate
- Işsizlik sel gibi
- Ad adres telefon
- Nuhilik (noahidizm)
- Isa beklenen yahudi mesih midir?
- Cümle kapısı..
- Karagöz İle Hacivat Konuşmaları 3
- Nasreddin Hoca Fıkraları
- Allah ın resulünün bizlere örnek oluşunu, hangi kaynaktan öğrenmeliyiz?
- Ayşecik İle Yasemin Sultan