Tevbe, zikir ve namazın önemi

--------------------------------------------------------------------------------

Tevbe edenlere mükâfatlar var

Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Tevbe edenler, kendilerini düzeltenler, Allah'ın emirlerine sıkıca sarılanlar ve Allah için dinlerinde samimi olanlar müstesna! İşte bunlar, müminlerle birliktedirler. Allah, müminlere büyük bir mükâfat verecektir.” (Nisa; 146)

Peki, bu çok büyük mükâfatı kazandıran şey nedir? Yine ayet-i kerimden anlıyoruz ki tevbedir! İnsan tevbe ettiği zaman, Allah-u Zülcelâl onun bütün günahlarını sevaplara çevirmektedir. Bu müjdeyi ise Allah-u Zülcelâl, şu ayeti kerimede haber veriyor: “Ancak tevbe ve iman edip iyi amel işleyenler başka; çünkü bunların kötülüklerini Allah iyiliklere çevirir. Ve Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir.” (Furkan; 70)

Tevbe, mümin için imandan sonra en büyük nimettir. Tevbe çok mühimdir bilhassa bu ahir zamanda, sokaklar ve çarşılar, sanki günah denizi gibi olduğu için çok daha mühim hale gelmiştir. Bir insan denize düştüğü halde “Ben ıslanmadım” diyebilir mi? Her kim olursa olsun sabahtan akşama kadar, bu günah denizinin içine girmişse ıslanacaktır, kirlenecektir.

Bir kul, tevbe ettiği zaman Rabbi ile sulh etmiş, arasını düzeltme yoluna girmiştir. Çünkü kişi şeytanın yanında olduğu zaman, şeytan Allah-u Zülcelal'e düşman olduğu için sanki o da düşman olmuş gibi olur. Şeytanın yanından ayrılıp Allah-u Zülcelal'e tevbe ettiği zaman, kendi Rabbi ile sulh yapmış, barışmış olur.

Öyle ise İslam dininde, tevbeden daha güzel bir şey var mıdır? İnsan için öyle büyük ve kıymetli bir nimettir ki, anlatmakla bitiremeyiz. Onun için tevbenin kıymetini iyi bilelim.

Bazı insanlara, “Gelin tevbe edin” dediğimiz zaman o kimseler: “Allah, benim gibi bir adama azap verir mi?" diyerek, bir kibrin ve ucubun (kendini beğenmişliğin) içine giriyorlar. Oysa işledikleri günahlarla Allah katındaki hallerini bir bilselerdi, ne kadar yanlış düşündüklerini anlayacaklardı.

Tevbe, Allah’ın gazabını söndürür

Allah-u Zülcelal'e hamd-ü senalar olsun ki, bize çok büyük bir nimet olarak iman vermiş ve bu imandan sonra da tevbe ederek yanlış yaptığımızda dönebilmeyi nasip etmiştir. İnsan, kulluk yolunda kendisinde bir ilerleme olmayıp yerinde saydığı zaman veya geri gittiği zaman, hemen tevbeye kaçmalıdır. “Acaba Allah-u Zülcelâl, bu günahtan dolayı bana gazaba mı geldi?” diyerek, hemen tevbeye sarılmamız lazımdır.
Aylarca tevbeyi terk etmek, çok yanlıştır.

Nice işlediğimiz günahlar vardır ki, biz onları unutuyoruz fakat kıyamet gününde bu günahların hepsini zerresine kadar göreceğiz. Bunların hepsi Allah-u Zülcelal’in katında sabittir. Fakat biz, gaflete düşmüşüz, o günahları unutmuşuz. Hiç hatırımıza getirmiyoruz. Bu sebeple, bütün yapmış olduğumuz günahlardan tevbe etmeliyiz. Böyle yaparsak, Allah-u Zülcelâl, bu unutmuş olduğumuz günahlarımızı da sevaba çevirecektir inşaallah.

Aliyyü'l-Havvas, her sabah ve her akşam vücudunda ne kadar aza varsa hepsinden tevbe ediyordu. Gözlerinden, kulaklarından, dilinden, ayaklarından, kalbinden yani bütün azalarından birer birer: “Ya Rabbi! Bu azalarımla yapmış olduğum bütün günahlarımdan ben pişmanım” diye tevbe ediyordu. Ve diyordu ki: “Tevbe, Allah-u Zülcelal'in gazabını söndürür.”

Çünkü insan bir günah yaptığı zaman, Allah-u Zülcelâl ona gazaba gelir. Hatta insan günah yapıp da Allah-u Zülcelâl ona gazaba geldiği zaman, Arş ve Arş’taki melekler korkudan titrerler. İşte, biz de günahı böyle görüp farkına varmalıyız.

Kabrimiz bize sesleniyor

Dünyada dolaşıyoruz, yiyoruz, içiyoruz, önümüze ne gelirse yapıyoruz ama hakikat böyle değildir. Biz Allah-u Zülcelal'e karşı nasıl davranıyorsak, ağaçlar, taşlar, topraklar da bize o şekilde muamele ediyorlar. Hatta kabrimiz de bize öyle muamelede bulunuyor. Eğer biz vaktimizi ibadetle, zikirle, Allah-u Zülcelal'in razı olacağı işlerle geçirirsek, kabrimiz bize şöyle sesleniyor: “Allah senden razı olsun! Ben sana aşığım. Ne zaman yanıma geleceksin? Sen benim yanıma geldiğin zaman, sana hürmet edeceğim.”




Ama günahlarla meşgul olup, Allah'a asi olduğumuz zaman, yine o kuru toprak bize şöyle sesleniyor: “Allah seni kahretsin! Ben sana karşı çok öfkeleniyorum. Sen benim yanıma ne zaman geleceksin? Geldiğin zaman senin kemiklerini birbirine geçireceğim.”
Eğer biz, Allah-u Zülcelal'e âşık olursak onlar da bize âşık oluyorlar. Fakat biz asi olursak, onlar da bize buğzediyorlar.

Allah-u Zülcelâl bizleri, kendisine ibadet edelim diye yaratmıştır. Allah-u Zülcelâl, bizi bu dünyaya kendi rızasını kazanabilmemiz için göndermiştir. O halde, kalbimizde daima Allah-u Zülcelal'in rızasını kazanmak için bir merak, bir hararet ve yanma bulunmalıdır. Eğer insanın kalbinde Allah-u Zülcelal'in rızasının merakı varsa günbe gün, saatbe saat mutlaka O'na doğru gidecektir.

En hayırlı amelle meşgul olalım

Allah'ın zikri insan için kurtuluştur. Bunu daima söylüyoruz fakat istediğimizi maalesef yerine getirmiyoruz. Allah-u Zülcelal'in zikri, insan için hem çok kolay hem de çok büyük bir sevaptır.

Ebu’d-Derda radıyallahu anhu anlatıyor: “Resulullah sallallahu aleyhi vesellem, (bir gün) sordu:
- En hayırlı olan ve derecenizi en ziyade artıran, Melîk’inizin yanında en temiz, sizin için gümüş ve altın paralar bağışlamaktan daha sevaplı, düşmanla karşılaşıp boyunlarını vurmanız veya boyunlarınızı vurmalarından sizin için daha hayırlı olan amelinizin hangisi olduğunu haber vereyim mi? (Ashab-ı Kiram):
- Evet! Ey Allah’ın Resulü! Dediler. (Resulullah sallallahu aleyhi vesellem):
- Allah’ın zikridir!’ Buyurdu.” (Tirmizi)

Allah-u Zülcelal'in zikri çok kolaydır. İnsan oturduğu yerden bile kalben veya hem dil ile hem de kalple Allah'ı zikrettiği zaman, çok büyük hayırların sahibi olur.

Bu bizim için çok büyük bir fırsattır. Fakat bu fırsatı, bu sermayeyi denize akan fakat değerlendirilmeyen nehirler gibi kaybediyoruz. Yani, sabahtan akşama kadar geçen sürede, zikir yapmadığımız zaman, bu sermayeyi kaybetmiş oluyoruz. Ara sıra da olsa tespihlerimizi elimize alıp bir köşeye çekilerek, bir miktar Allah-u Zülcelal'i zikretmemiz lazımdır. Bize yarayacak olan budur.

Bir defa terk ettirirse…

Nefis yaramazdır, Allah-u Zülcelal'in zikrini yapmak istemez. Bunu hepimiz tecrübe edebiliriz. Nefsin hileleri çoktur. İnsanı aldatabileceği bir fırsat bulduğu zaman, artık onu bırakmaz.




Bir kişi namazını hiç terk etmemişse onunla namazını terk etmesi için fazla uğraşmaz. Çünkü o kişinin namazını terk etmeyeceğini ve uğraşmasının boş olduğunu bilir. Fakat bir sefer de terk ettirdiği zaman, ondan sonra öyle bir baskı yapar ki her zaman terk ettirmeye başlar: “Sen zikir yapamazsın. Zikir yaptığın zaman bunalıma giriyorsun!” diyerek, daima zikirden alıkoymak için uğraşır.

İnsanın, kıyamet gününde terazisinin sevap kısmının ağır gelmesi için salih amele ihtiyacı vardır. Ama bu dünyada, nefsini boş şeylerle meşgul ederse, kıyamet gününde terazisinin başına geldiği zaman, kendisine lazım olan salih amelleri kaybetmiş olduğunu görür. Onun için insan o gün pişman olmamak için bu dünyada, elinde fırsat varken salih ameller yapabilmek için gayret göstermelidir.

İnsan, Allah-u Zülcelal'e dua ettiği zaman ihlâsla dua etmeli, ibadet yaptığı zaman, sadece Allah-u Zülcelal’in rızası için yapmalıdır. Dua ve ibadet ihlâslı olarak yapıldığı zaman, ‘kabul’ de onlarla beraberdir. Birbirinden hiç ayrılmazlar. Ama ihlâs bulunmadığı zaman, ‘kabul’ de onlardan ayrılır.

Namaz hayâsızlıklardan alıkoyar

Allah-u Zülcelâl, öyle kudret ve azamet sahibidir ki, her ne ibadet yaparsak yapalım, yaptığımız ibadetlerin O'nun Zat’ına layık olması için gayret edelim. Bilhassa namazın üzerinde elimizden geldiğince gayretli olmamız lazımdır. Çünkü namaz, İslam dininin direğidir. Namazın olmaması, binanın direksiz olması gibidir.

Onun için ilk olarak kendimize, ailemize, dost ve akrabalarımıza namaz ile tavsiyede bulunmalıyız. Namaz bütün ibadetlerin başıdır. Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Şüphesiz ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut; 45)

İşte, namaz böyledir. Onun kıymetini iyi bilelim. Rükûsu ile secdesi ile huşu içinde, huzurlu olarak namazımızı kıldığımız müddetçe Allah-u Zülcelâl bizi muhakkak günahlardan muhafaza eder, hakiki tevbe etmeyi ve salih amel yapmayı da nasip eder inşaallah.

Allah-u Zülcelal'e ibadetlere, namaz olsun, oruç olsun, zekât olsun, hac olsun, Allah için yolun üzerindeki bir şeyi kaldırmak olsun, mümin kardeşimize yardımcı olmak olsun, yani hangi ibadet olursa olsun, daima o ibadetlere âşık olmamız lazımdır. Böyle olduğu zaman, belki de Allah-u Zülcelâl bizim küçük ama samimi olarak yaptığımız bir ibadetimizden dolayı bizi af ve mağfiret eder.

Allah-u Zülcelâl, kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin. (Âmin)


SEYDA MUHAMMED KONYEVî

Konular