Erkeğin Kavvamlığı ve Kadının Nankörlüğü Arasında Aile Kurumu

Aile; bünyesinde topladığı fertlerle, ahlaki ve ilahi normların talim edildiği ideal bir kurumdur.

Bu kurumun saadeti ve selameti adına yönetici olma yetkisi erkeğe verilmiştir.

Aile kurumunu idare etme ve yönetme sorumluluğu şeklinde anlam kazanan kavvamlık kavramı; bugünlerde emir, baskı ve ceza manalarında telakki edilir olmuştur.

Tarihte ve yakın zamanda totaliter bir anlam yüklenen mezkûr kavram, ilahi kelamda ise yöneticilik manasında zikredilmiştir.

İstişare, idare etme ve adaleti gözeterek yönetme anlamlarındaki yöneticilik vasfının giderek ceberut bir özellik kazanmasında ataerkil aile yapısının etkilerinin olduğunu söylemek mümkündür. Tamamen ortaçağın feodal döneminde hükümran olmuş bu ataerkil (patriyarkal) yapının tahripkâr tutumunun İslami ailelere intikal etmesine müsaade etmek, ailedeki rollerin hakiki tanımlarını bozmaya onay vermek demektir.

Tarihte, esasında bugünlerde de biyolojik ve kültürel unsurların, kadın üzerinde oluşan tahakkümü artırdığını müşahede etmekteyizdir. Kadının biyolojik zayıflığı ve kültürel yetersizliği ekseninde kadın üzerinde hâkimiyet kurmak ve baskı ile tabi olmaya zorlamak, tabiri caizse şer’i bir durum olarak meşru görülmüştür.

Zemininde İslam’ın kaidelerini barındıran bir aile yapısında yönetici olma ayrıcalıklı olma manasında değildir. Kendisini, ötekileştirdiği kişi ya da kişilerden farklı, ayrıcalıklı görenin kanaatimce şiddete eğilimi artmaktadır. Oysaki eğitim metodunda tahakküm modeline yer veren kurumların başarılarından söz etmek mümkün değildir. Kavvam olmayı hükümran olma şeklinde algılayan ve bu yanlış algılayış üzerinden eşlerine her işi cebren yaptırarak; nezaket ve hoşgörü kurallarını hiçe sayan Müslüman erkekler, aile kurumunu kışlaya dönüştürmeye azmetmiştir.

Aile kurumunun, yekdiğerinin ilzam ettiği zorlamalarla ayakta durması güçleşir neticede her zaman ve her zeminde hükmünü yürüten baba otoriter bir hüviyet kazanır. Müşterek sorumluluklarda babanın otoriter tutumu merhamete değil hiddete sebep olacağından her durumda sevgiyle harekete ve söze başlamak daha müspet sonuçlar doğuracaktır.

Herkesin malumudur ki bugün, idarecisi olmayan hiçbir kurum yoktur ve idarecisiz bir kurumun işlevselliğinde noksanlık olması doğaldır.

Her kurumda idareci, talimat merciidir. Talimat ise itaate mebnidir. Şu da belirtilmelidir ki; idarecinin varlığına rağmen baş gösteren itaatsizliğin faturası o kurumun bütün çalışanlarına ziyadesiyle kesilir. Kadının erkeğe itaati taassup ekseninde değil, marifet merkezinde gelişmek durumundadır. Haddizatında erkeğin insani ve İslami olmayan her talimatını onaylayan kadının bu tutumunun adı; ataerkil bağlamda söyleyecek olursak maksimum seviyede ‘genişleyen erkek hâkimiyeti’dir. Bu itaat, marifet merkezli bir itaat olarak görülemez.

Bütün bunlara mukabil, kurallarını İslam’ın prensiplerinden alan bir aile kurumunda erkeğin insani ve İslami talimatları, emir olarak telakki edilmez buna mukabil kadının itaati ise acizlik olarak anlaşılmaz, anlaşılmamalıdır da.

Aile kurumu için talimat ve itaat yetkisinin taksimini yapan Yüce Allah’ın, bu taksimdeki muradı ve hikmeti iyi anlaşıldığında, Allah’ın dilediği bir aile kurumunun teşekkül etmesi kolaylaşacaktır.

Aile kurumundaki kavvamlık yani yöneticilik, bir anlamıyla koruyuculuktur. Aile bireylerini dışarıdan gelen her türlü zararlı etkilerden koruyan yönetici statüsündeki erkek yani baba, yardımcısı rolündeki anne ile bu kurumu ayakta tutmanın mücadelesini beraber vermektedir.

Ayrıca huzurlu ve mutlu bir kurumun başarısı; model alınan kurumların prensiplerinin, dayanaklarının ve ilkelerinin İslam dininin esaslarına uygunluğu ile ölçülür.

Bugün, aile kurumunun her ferdine dayatılan rahat yaşam, modern hayat felsefesi, aileyi ahlaki erozyonun eşiğine getirmiştir. Ailesine daha rahat bir yaşam temin etmek için çalışıp didinen babanın, daha da konforlu yaşam talebini hiç eksik etmeyen annenin ve bu ortamın rehavetine kapılan çocuk ya da çocukların durumu içler acısıdır.

“Rabbi’nin rahmeti onların toplayıp yığdıklarından daha hayırlıdır.”(Zuhruf;32)

Toplayıp yığdıklarıyla huzuru bulacakları zannına kapılan anne ve babanın, çocuklarına hayırlı bir gelecek vadetmedikleri ortadadır. Zamanın Zeyneplerini, zamanın Hatice ve Fatımalarını, zamanın Ali ve Hüseyinlerini yetiştirmekten aciz anne ve babaların en büyük sorunu, zaruri olan ile olmayanı karıştırmaları neticesinde unutmuş oldukları kişilik inşasıdır.
----
Patriyarkal aile yapısında ekonomik ilişkiler önemlidir. Tamemen bürokratik bir işleyişi beraberinde getiren ataerkil ailelerde baba ‘asıl insan’ statüsündedir. Ataerkil aile yapısında dengesiz katı bir hiyerarşi vardır. Oysa ilahi normların gözetildiği bir aile kurumunda hiyerarşik konumlandırmayı yapan Yüce Yaratıcı nazarında aile bireylerinin her bir ferdi asli insan mevkiindedir.

Ev hanımlığı sıfatıyla kadını salt ev işlerini yapmaya zorlayan ve bu işleri küçümseyerek kadının konumunu küçük gören bir zihniyete mukabil; İslam, kadının evde yapmış olduğu her işi, mücadele sahasında cihad eden kişinin kazanacağı mükâfatlar ölçüsünde hesab ederek kadını mücahide sıfatıyla da onure etmiştir.

Kadın, içinde bulunduğu evi cihadın merkez üssü olarak mütalaa ettiği takdirde mücadelesine anlam kazandırmış olacaktır.

Birçok ailede sıkça duyulan ve kadın ile ilgili hadis rivayetlerinin pek çoğunda görebileceğimiz ‘nankörlük’ kavramı, dün ve bugünde aile kurumunu menfi ve münferit sahaya çekmiş ve ailede baş gösteren huzurlukların illeti olmuştur.

Genel kabullere göre kadına tahsis edilen nankörlük vasfını esasen erkeklere de hasretmek mümkündür. Ancak Abdullah b.Abbas’a mesned edilen bir hadise göre Peygamber Efendimiz(s.a.v): “ Cehennem ehlinin çoğunluğunun kadınlar olduğunu gördüm.” demesiyle bunun nedenini soran ashabına; “küfürlerinden dolayı” şeklinde yanıt veren peygambere akabinde sorulan “Allah’ı mı inkâr ediyorlar? şeklindeki suallere Hz. Muhammed(s.a.v): “Kocalarına karşı nankörlük yaparlar; iyiliğe karşı nankörlük ederler. İçlerinden birine dünya durdukça iyilik etsen, sonra senden bir şeyler görse (hemen) senden asla hiçbir hayır görmedim ki der.” buyurmuştur.

Nankörlüğü büyük günah kavramı çerçevesinde bir suç olarak gösteren bu hadis-i şerifte mütalaa edilmesi gereken asıl mevzu nankörlüğün nitelikleri meselesidir. Hadis-i şerifteki türden nankörlük vasfına tanık olmadım diyenler olabileceği gibi hemen hemen her evde tanık olunması muhtemel bir vasıf olduğunu düşünüyorum. Eşinin her türlü iyi hali göz önünde bulundurarak bir yargılama yapamayan ve en ufak bir sorun ya da sorumsuz davranışta erkeğinden hiç hayır görmediğini söyleyen yani nankörlük eden kadınlar mevcuttur. Asıl sorun ilahi ilkelerin göz önünde bulundurulduğu ailelerde varlığı aşikar olan nankörlüğü problem olarak görmemektir. Kavvam olma vasfını yanlış algılayış tarzından hâsıl olan problemler gibi, göz önünde serdedilen nankörlüğün görülmemesi durumu da büyük bir sorundur kanaatimce. Ayrıca aile kurumunu yıpratan ve sorunlar doğuran bu kavramları doğru okumak gerekmektedir.

Esasında çok tafsilatlı bir mevzu olan erkeğin kavvam oluşu kadının nankörlüğü ekseninde asıl değinmek istediğim konu; aile kurumunu didişmelerin merkezi yapan İslam’dan neşet etmeyen her türlü gelenekten, fosilleşmiş düşüncelerden izolesinin sağlanması ve bu kurumu dayanışmanın yoğun olarak yaşandığı muazzam bir kuruma dönüştürme ilkesinin benimsenmesi vurgusudur.

Nitekim herkesin malumudur ki toplumların bünyesinde köklü bir sapma gerçekleştirmek için ailedeki bireylerin asli sorumluluklarında inhirafların yaşanmasına sebep olmak yeterlidir.

Allah’ın lütfettiği nimetlerin farkındalığına varmak duasıyla…

Necmiye İkra Yener / fıtrat