Zikrin İşlevi, Zikir Ne İşe Yarar, Zikrin Fonksiyonu(3)

Zikrin İşlevi, Zikir Ne İşe Yarar, Zikrin Fonksiyonu(3)
Zikrin işlevi ile ilgili çeşitli tarihlerde yazdığımız iki yazıda belirgin bir eksiklik olarak zikrin ruha tesirinden gereği şekilde söz etmediğimiz ilgili yazıları bilahare okuyunca meydana çıktı.

Hâlbuki zikir önce ruha etki eder. Ruhu tasfiye (saflaştırma) ettikten sonra nefsi tezkiye (temizleme) eder. Çünkü zikir karşısında önce ruh harekete geçer. Ruh arındıktan, yani belli bir oranda saflaştıktan sonra sıra nefsin makamlarını kat etmesi için tezkiyesine gelir. Yukarıdaki adı geçen makalelerimde bunun ne şekilde olduğunu yeterince açtığımız, açıkladığımız için burada ruhun zikir karşısında aldığı vaziyete odaklanacağız.

Ruh ibadet olmadan ölü gibidir. Varlığını pek göstermez. Nefis ile ruh aynı hali alır. Onun için psikoloji, psikanaliz, psikoterapi… gibi bilimler, disiplinler ruhu tanıyamadıkları, ayırt edemedikleri için nefsi incelemişler, nefsi ruh diye ele almışlardır. Dolayısıyla bunların vardıkları kanılar da hep nefisle ilgili olmuştur. Asla da bir insana şifa kaynağı olamamışlardır.

Ruh hiçbir zaman hastalanmaz. Psikolojik rahatsızlıklar nefisten kaynaklanır. Çünkü ruh Allah’tan ilahi bir nefhadır. İnsan nefsinin bu dünyaya aşırı şekilde ve yanlış yollarla bağlı olmasından dolayı psikolojik sıkıntılar, rahatsızlıklar ve hastalıklar yaşar. İnsan günahlara tövbe ettiğinde ve ibadetlerle yaratılış amacına yöneldiğinde ruh hızla manevi âlemlere doğru yükselir, nefis bu sayede dünyaya aşırı ve yanlış yollardan bağlı bulunduğu psikolojik rahatsızlıklardan, sıkıntılardan, hastalıklardan kurtulmaya başlar. Yoksa nefsi temel alan ve ruhu görmezden gelen modern bilimlerin ve disiplinlerin insana hiçbir şekilde belirgin bir şifa vereceğine kesinlikle inanmıyorum.

Bu dünyada gurbette olan ruhun ilahi âlemlere karşı olan iştiyakı ve özlemi ancak günahlara tövbe etme ve ibadetlere yapışmakla giderilir.

Ruh yükselişle kendisini belli eder. Durağan olduğu zaman nefsin egemenliği altına girip tanınmaz olur. Ruh ibadetlerle Allah’a (c.c.) doğru, asıl vatanına yolculuğa çıktığı zaman varlığı sezilir. O zaman bir insanda ruhtan söz edilebilir.

Yoksa nefsinin esiri olup da çeşitli günahların pençesindeki insanların ruhi bir hayatı olmadığı gibi böyle bir insanın ruhunun soluklarını duyması bile imkânsızdır. Günahkâr insanın hayatında ruhun varlığı silinmiş, adeta buhar olmuştur.

Kişi ne zaman günahlara gözyaşı ile nasuh tövbesi yaparsa ve ibadetlere başlarsa ruh adeta hayat bulup kendisini gösterir. Böyle bir kişinin ruhu yükselmeye başlamıştır.

Ruh yükselmezse varlığını göstermez. Nefsin elinde yok olup gider, adeta erir.

İlahi aşk ruhun yükselmesi ile başlar. Ruhu yükselmeyen kimse dünya bataklığına saplanıp kalır. Materyalist olur. Allah’ı ve diğer inanması gereken şeyleri yavaş yavaş inkâr etmeye başlar. İnsanın inanması için bu dünyayı aşması, ruhunun ilahi âlemlere yükselmesi gerekir. Manevi yolculukta iman esasları gittikçe güçlenir. Ruh ileri manevi âlemlere yükseldikçe insanın gözünde madde düşmektedir. Onu hayal, rüya gibi bir şey olarak algılamaya başlamaktadır. Bu sayede büyük bela ve musibetleri de fazla sarsılmadan aşabilmektedir. İnsan kalbinden bu dünyayı çıkardığı oranda Allah’a karşı bir ilahi aşk duymaktadır.

Ruhun yükselmesi adeta bir el fenerinin ışıkları gibidir. Yani ruh el fenerinin elde olması gibi vücut ülkesindedir. Işık nasıl saniyede 300.000 km hızla harekete geçerse ruh da bundan daha hızlı bir şekilde letaifleri ile arş-ı alaya doğru yükselmeye başlar.

İmam-ı Rabbani Hazretlerinin (k.s) Mektubat’ında ruhun yükselmesine dair yazıları okuyunca bunun ne şekilde olduğunu çok merak ettim. Bu yolda bir makam sahibi olmadığımız halde yüce Allah (c.c.) sadat-ı kiramın himmetiyle defalarca kez yakaza halinde gösterdi ki ruh (letaifler) çok yüksek bir hızla göğe doğru yükselmektedir. O kadar yüksek bir hız ki belki ışık hızı yanında solda sıfır kalır. Önceleri bu hızlara tahammül edemeyip yüce Allah’tan (c.c.) bu isteğimden vaz geçip tövbe ettim. Çünkü insan o sırada aklını kaybedeceği vehmine kapılmaktadır. Hâlbuki bizim yaşadığımız hız, Allah’tan (c.c.) bir rahmet olarak bizim tahammül gösterebileceğimiz şekilde ayarlanmıştı. Gerçeğini insanın kaldırması zaten mümkün değildir.

İstisnasız her Müslüman günahlardan el çektiğinde (üzerindeki kul haklarını da ödemeye çalışma kaydıyla), farz ibadetleri yerine getirdiğinde bu ruhi yükselişini gerçekleştirmektedir. Tabii bunun farkında olmamaktadır. Bu insanlara gösterilmemektedir. Ama tabii ehl-i tasavvufa göre sıradan bir Müslüman’ın letaiflerinin göğe yükselme hızı biraz düşük olabilir, varacağı yer de yani makamı da biraz aşağıda kalabilir. Ama Allah’ın (c.c.) izni ile ölümden sonra sonu cennette biten bu ruhi yükseliş maksada varıncaya kadar devam eder. Hadis-i şeriflerde belirtildiği üzere bir kişi ölmeden önce gideceği yeri görmeden ruhunu teslim etmez. Yani sadece Müslümanların ruhları cennete doğru uçmuyor, inançsız veya günahkâr insanların ruhları da cehenneme doğru düşmektedir. Tıpkı halatları kopmuş bir asansör gibi. Rüyalarda bazen görülen düşme durumları buna işaret olabilir. Tabii bunu tövbeye vesile olması ve ihtiyat için söylüyoruz. Yoksa rüyalardaki düşmenin başka nedenleri de olabilir. Bunları şimdilik bilemiyoruz. Tövbe ettikten ve günahlardan uzak durduktan sonra bunu vesvese yapmamak da gerekiyor. Şunu itiraf ediyorum ki, bu tasavvuf yoluna girdiğimden beri bir kere olsun düşme rüyası görmedim. Allah’a sonsuz şükürler olsun. Bundan önce yani namazında niyazında bir Müslümanken bu düşme rüyalarını çok görürdüm. O zamanlar her ne kadar haramlardan uzak dursak da çoğu kez elimizde olamadan veya nefsimize biraz uyarak bilerek veya bilmeyerek bazen harama veya şüpheli şeylere bulaşıyor, nefsimizde de çoğu kez harama karşı büyük bir meyil ve iştiyak duyuyorduk. Tasavvuf nefsi tezkiye ettiği için şimdi günahlardan gerçek manada uzak durmaya çalışıyoruz. Allah’ın izni ve sadatların himmetiyle çok şükür günahlara karşı nefsimizde pek bir iştah da duymuyoruz. Tabii peygamberimizin (s.a.s) dualarında buyurduğu gibi yüce Allah bizi bir göz kırpma anı kadar da olsa nefsimizle baş başa bırakmasın. Âmin. Yoksa nefsimiz son nefese kadar adam olmaz. Şeytanın telkinlerine her zaman her makamda açık olarak yaratılmıştır. Tamamen ıslahı mümkün değildir. Nefsimize bir an güvensek bile imtihanı kaybedenlerden olabiliriz. Son nefeste imansız gidebiliriz. Allah korusun.

Konular