Zühd, Züht Nedir, Tasavvufta Zühdün Mahiyeti
Zühd, Züht Nedir, Tasavvufta Zühdün Mahiyeti
âZühd, Arapça rağbetsiz olmak, yüz çevirmek demektir. â Kuran-ı Kerimâde sadece Yusuf suresinin 20. ayetinde geçer: âOnlar Yusufâa rağbetsiz idiler. Onu az bir fiyatla, birkaç dirheme sattılar.â Yani Hz. Yusufâu (a.s.) elde tutmak istemiyorlardı. Onu hemen biraz para karşılığında köle olarak elden çıkarmak istediler. Zühd de Hz. Yusuf (a.s) gibidir. Onu az çok elde edenler, peygamberlere yaraşan bir imana ve ahlaka sahip olabilirler. Ama insanların büyük çoğunluğu zühdün kıymetini bilmezler. Onu hemen dünyalık biraz paraya satarlar. Zühd yerine dünyaya bağlı kalmayı isterler.
İslam tarihinde hicri üçüncü asırda başlayan tasavvuf, başlangıçta bir zühd hareketi idi. Sahabeler, tabiinler, tebe-i tabiinler içerisinde pek çok kişi ehl-i tasavvuf gibi dünyadan, dünya nimetlerinden yüz çevirmişler, ibadetlere, Allahâın rızasına yönelmişlerdi. Özellikle peygamberimiz (s.a.s) döneminde mescidin bitişiğindeki çardaklarda kalan Ashab-ı suffeyi tasavvuf hareketinin başında görebiliriz. Bunlar gecesi gündüzü ibadetlerle geçen, maişet hususunda çalışmayıp Allahâa tevekkül eden kimselerdi.
Zühd konusu iyi kavrandığı taktirde bundan doğan tasavvuf ve tarikatlar kavram ve olgusu da doğru anlaşılacaktır.
Dinin ruhu ahrettir. Bütün peygamberler, insanları ahrette ebedi yaşamı cennette geçirmek için hak dinlere davet etmişlerdir. İnsanların hak dinlere girmemesinde en büyük etken, dünya hayatından hiçbir fedakârlıkta bulunmamayı, haram helal demeden dünya hayatından yararlanmayı istemeleridir. Dünya hayatına razı olmaları, onu yeterli görmeleridir. Oysa hak dinler, bunda bir sınırlama getirmiştir. Haram ve helal sınırları ile dünyanın bir imtihan yurdu olduğunu belirtmişlerdir. Kişi helal ve haram sınırlarına dikkat ettiği anda Müslüman ve mümin unvanlarına hak kazanmaktadır. Helal ve haram sınırları dünyanın sunduğu zevkleri ortadan kaldırmamakta, bunu insan onuruna uygun olarak düzenlemektedirler. Aslında haram olan şeyler, helallere göre hem çok azdır hem de helal olan şeylerden bunları karşılayan nice nimetler vardır.
Yüce Allah (c.c.), insanları dünya hayatına, dünyanın zevklerine, nimetlerine değil de ahrete talip olmaya pek çok ayetle teşvik etmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:
âEy inananlar! Eş ve çocuklarınızdan bir kısmı size düşmandır. Onlardan sakının⦠(Tegabün suresi, 14)â
âBiliniz ki mallarınız ve çocuklarınız birer fitnedir, imtihan konusudur (Enfal suresi, 28).â
âDünya hayatı gurur (aldanma) metaından başka bir şey değildir (Al-i İmran suresi, 181).â
âDünyanın metaı azdır. Ahret ise Allahâtan korkanlar için daha hayırlıdır (Nisa suresi, 77).â
âDünya hayatı sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir (Enâam suresi, 32).â
âAhret dururken dünya hayatına mı razı oldunuz? Dünya hayatının geçimi ahrete nispetle çok azdır (Tevbe suresi 38).â
Bütün yaşamı Kuran-ı Kerimâi hayatına uygulamak olarak niteleyebileceğimiz peygamberimizin (s.a.s) dünya karşısında ahretin seçilmesi, dünyaya değer verilmemesi hususunda pek çok hadis-i şerifi vardır. Bunlardan bir kaçı şunlardır:
âDünya sevgisi, her kötülüğün başıdır.â
âKimin himmet ve kaygısı dünya olursa Allah o kişinin işlerini dağıtır. Fakirliği gözünün önüne koyar. Kimseye nasibinden fazla dünyalık gelmez. Niyet ve himmeti ahret olanın işlerini Allah toparlar. Gönlüne zenginlik verir. O arkasını dönse de dünya ona gelir.â
âDünya sevgisi helake götürür.â
âEy Bilal, bu cihandan giderken zengin değil, fakir olarak gitmeye bak!â
âAllahâın seni sevmesini istiyorsan dünyada zahid ol.â
Tasavvuf ve tarikat yoluna tövbe kapısında girilir. Bu, büyük dış kapıdır. Tövbe günahlardan uzaklaşmaktır. Bu, manevi bir makamdır. Ondan sonra zühd gelir. Kişi tövbe ettikten sonra manevi halleri ve makamları yaşamak ve aşmak için kendisine helal olan şeylerde de bir kısıtlama yaparsa, daha doğrusu bunlara karşı da bir isteksizlik içerisinde bulunursa, vaktini dünya ile ilgili şeyleri talep etmeye ayıracağına ibadetlere ve Allahâın rızasına verirse böylece zühd sahibi olur. Yoksa fakir kişinin hali zühd değildir. Kişi dünyadan elini çekmişse buna zühd denir. Elde edemiyorsa ona fakir kişi olarak bakmak lazımdır. Çünkü fakir kişinin kalbi dünyayı arzuluyor olabilir. Zühd hali, istek ve irade ile meydana gelmektedir. Fakirlik ise mecburiyetten kaynaklanmaktadır. Fakir insanların genellikle olduğu gibi gönülleri dünya ile dolu olabilir.
Elbette fakir bir kişinin zühd halini elde etmesi, zühd yolunda manevi derecelere ulaşması varlıklı bir kişiye göre çok daha kolaydır. Zira fakir insanların bunda kaybedecekleri bir şeyleri yoktur. Zengin kişilerin ise en az varlıklarını gönüllerinden çıkarmaları gerekir ki bu da kolay bir şey değildir. Çünkü sermaye, mal mülk insanın kalbini çok meşgul eder. Kalbe milyonlarca damarla bağlı bulunurlar. Dinin özü ise kalpte yer alır. Böyle birisinin zühd sahibi olması şurada dursun ihlâsla ibadetlere ve Allahâa yönelmesi bile kolay kolay gerçekleşemez. Dikkat edilirse tarih boyunca tasavvuf yoluna girenler genellikle sermaye, mal mülk sahipleri değil de kaybedeceği bir şeyleri olmayan fakir kişiler olmuştur.
Zühd, tasavvufun temel kavramlarından birisidir. O yüzden usul-i aşere içerisinde yer alır. Bir insan tasavvuf ve tarikat yoluna girdiğinde nefsini usul-i aşeredeki kavramlarla terbiye ederek manevi makamları kat eder. Nefis bunlarla zinetlenmediği zaman tezkiye olmuş kabul edilemez. Usul-i aşeredeki hususlar ise şunlardır: Tövbe, zühd, uzlet (Allahâla baş başa kalmak), kanaat (Eldekiyle yetinmek, şükür), tevekkül (Elinden geldiğini yaptıktan sonra işleri ve sonuçları Allahâa bırakmak, kaygılanmamak), daimi zikir hali, Hakkâa teveccüh (Her hususta Allahâa yönelmek), sabır, murakabe (Daima Allahâın kendisinin yanında olduğunu, kendisini gözetlediği varsaymak), rıza (Allahâtan razı olmak).
Zühd, tasavvuf ve tarikat yolunda tövbeden sonra gelir, adeta iç kapıdır. Zühd hali meydana gelmeden kişinin Allahâla başbaşa kalması mümkün değildir. Böyle birisinin uzlette kalbi hep dünyalık şeylerle meşgul olur. Yine zühd hali gerçekleşmeden eldekine kanaat ve şükür de meydana gelmez. Zira zühde sahip olamayan kişi, dünyaya rağbet eder, tutkuyla ona yapışır. Bunları artırma dertleri ile kanaat ve şükür aklının ucuna bile gelmez veya bu konuda istenilen düzeye ulaşamaz. Zühd kişide hal ve makam seviyesine gelmeden kişinin Allahâa tevekkül etmesi de mümkün değildir. Zira kalpteki dünyalık şeyler, nefsin ve şeytanların vesveseleri sonucu kaybedilebileceği yönündeki kaygılarla kişinin Allahâa gereği şekilde tevekkül etmesine mani olur. Zühdün sağlayacağı huzur ve sükûn halleri gerçekleşmeden kişinin istenilen düzeyde daimi zikre kavuşması ve Hakkâa teveccühte bulunması da imkânsızdır. Bütün bunlar da nefsin Allahâın kaza ve kaderine rıza göstermesini engeller. Nefis Allahâtan razı olmayınca Allah da kuldan razı olmaz. Dolayısıyla Allahâın rızasını elde etme yolu olan tasavvuf ve tarikattan beklenen netice gerçekleşmez. Bütün emekler boşa gitmiş olur.
Dikkat edilirse, nefsin en çok zorlandığı husus, zühddür. Tövbe için Allahâın tehditleri vardır. Kişi korku ile günahlarına tövbe edebilir. Ama zühd kişinin iradesine ve isteğine kalmış bir şeydir. Yaparsa tasavvuf ve tarikat yolunda büyük faydasını görür. Ama kişi, tasavvufta istenilen derecedeki zühd haline ermeden de İslamâın emir ve yasaklarına dikkat etmek şartıyla kendisini kurtarabilir. Allahâın rahmetine erebilir.
Haramlardan, şüpheli şeylerden zaten yüz çevirmek gerekir. Bu bir Müslümanâda ve müminde aranan temel bir vasıftır. Zühd değildir. Zühd Allahâın Müslüman ve müminlere ancak helal ve mubah ettiği şeylere karşı söz konusudur. Elbette bunun da bir ölçüsü vardır. Yüce Allah (c.c.), Kuran-ı Kerimâde bu konuda çeşitli ayetlerle bizlere yol göstermiştir. Bir ölçü vermiştir. Sınır çizmiştir: âSonra bunların peşinden art arda peygamberlerimizi gönderdik. Onların arkasından da Meryem oğlu İsaâyı gönderdik. Ona İncilâi verdik ve kendisine uyanların kalplerine şefkat ve merhamet duygusu koyduk. Kendiliklerinden icat ettikleri ruhbanlığa gelince, biz onu onlara farz kılmamıştık. Allahâın rızasını kazanmak için onu kendileri icat etmişlerdi. Fakat ona da gereği gibi uymadılar. Biz de içlerinden iman edenlere mükâfatlarını verdik. Fakat onlardan birçoğu da fasık kimselerdir (Hadid suresi, 27).â
Hıristiyanların Allahâın rızasını kazanmak için icat ettikleri ruhbanlığın en temel özellikleri ömür boyu evlenmemek, manastırlara çekilmektir. Oysa yüce Allah (c.c.), insanı hem sosyal bir varlık olarak yaratmış hem de cinsel içgüdü ile donatarak evlenmesine zorlamıştır. Evlenmemek zina gibi büyük bir günaha kapı açabilir. Ayrıca kişinin kafasını sürekli cinselliğe takacağı için manevi ilerlemesine de büyük engel teşkil edebilir. Bu durum pek az insan için ancak bir istisna oluşturur. Elbette bunlar da cinsel enerjileri ya yeterli düzeyde olamayan veya cinsel enerjilerini başka sahalara yüceltebilen, örneğin bununla çeşitli ruhsal, zihinsel melekelerin işlemesine imkân oluşturabilen çok idealist kişilerdir. Yoksa insanların büyük çoğunluğu cinsel enerjilerini (şehvetlerini) evlilik yolu ile meşru zeminde tatmin edemedikleri zaman çeşitli sapıklıklara veya zinaya düşebilirler. Dolayısıyla bu yolla zühde girmek doğru değildir. Yukarıdaki ayette de zaten bu durum dolaylı bir şekilde yasaklanmaktadır. Nitekim ömür boyu evlenmemek, cinsel aletlerini kesmek⦠gibi yollarla kendilerini ibadetlere vermek isteyen sahabelere (Allah onlardan razı olsun) peygamberimiz (s.a.s) izin vermemiştir. Kendi sünnetlerinde evlilik bulunduğunu özellikle belirtmişlerdir. Zühd sahibi kişi, örnek olarak peygamberimizin yaşantısını (sünnetini) temel olarak almadığı zaman ilgili ayetin muhatabı durumuna düşebilir. Bu işin bir uç noktasıdır.
âZühd, Arapça rağbetsiz olmak, yüz çevirmek demektir. â Kuran-ı Kerimâde sadece Yusuf suresinin 20. ayetinde geçer: âOnlar Yusufâa rağbetsiz idiler. Onu az bir fiyatla, birkaç dirheme sattılar.â Yani Hz. Yusufâu (a.s.) elde tutmak istemiyorlardı. Onu hemen biraz para karşılığında köle olarak elden çıkarmak istediler. Zühd de Hz. Yusuf (a.s) gibidir. Onu az çok elde edenler, peygamberlere yaraşan bir imana ve ahlaka sahip olabilirler. Ama insanların büyük çoğunluğu zühdün kıymetini bilmezler. Onu hemen dünyalık biraz paraya satarlar. Zühd yerine dünyaya bağlı kalmayı isterler.
İslam tarihinde hicri üçüncü asırda başlayan tasavvuf, başlangıçta bir zühd hareketi idi. Sahabeler, tabiinler, tebe-i tabiinler içerisinde pek çok kişi ehl-i tasavvuf gibi dünyadan, dünya nimetlerinden yüz çevirmişler, ibadetlere, Allahâın rızasına yönelmişlerdi. Özellikle peygamberimiz (s.a.s) döneminde mescidin bitişiğindeki çardaklarda kalan Ashab-ı suffeyi tasavvuf hareketinin başında görebiliriz. Bunlar gecesi gündüzü ibadetlerle geçen, maişet hususunda çalışmayıp Allahâa tevekkül eden kimselerdi.
Zühd konusu iyi kavrandığı taktirde bundan doğan tasavvuf ve tarikatlar kavram ve olgusu da doğru anlaşılacaktır.
Dinin ruhu ahrettir. Bütün peygamberler, insanları ahrette ebedi yaşamı cennette geçirmek için hak dinlere davet etmişlerdir. İnsanların hak dinlere girmemesinde en büyük etken, dünya hayatından hiçbir fedakârlıkta bulunmamayı, haram helal demeden dünya hayatından yararlanmayı istemeleridir. Dünya hayatına razı olmaları, onu yeterli görmeleridir. Oysa hak dinler, bunda bir sınırlama getirmiştir. Haram ve helal sınırları ile dünyanın bir imtihan yurdu olduğunu belirtmişlerdir. Kişi helal ve haram sınırlarına dikkat ettiği anda Müslüman ve mümin unvanlarına hak kazanmaktadır. Helal ve haram sınırları dünyanın sunduğu zevkleri ortadan kaldırmamakta, bunu insan onuruna uygun olarak düzenlemektedirler. Aslında haram olan şeyler, helallere göre hem çok azdır hem de helal olan şeylerden bunları karşılayan nice nimetler vardır.
Yüce Allah (c.c.), insanları dünya hayatına, dünyanın zevklerine, nimetlerine değil de ahrete talip olmaya pek çok ayetle teşvik etmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:
âEy inananlar! Eş ve çocuklarınızdan bir kısmı size düşmandır. Onlardan sakının⦠(Tegabün suresi, 14)â
âBiliniz ki mallarınız ve çocuklarınız birer fitnedir, imtihan konusudur (Enfal suresi, 28).â
âDünya hayatı gurur (aldanma) metaından başka bir şey değildir (Al-i İmran suresi, 181).â
âDünyanın metaı azdır. Ahret ise Allahâtan korkanlar için daha hayırlıdır (Nisa suresi, 77).â
âDünya hayatı sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir (Enâam suresi, 32).â
âAhret dururken dünya hayatına mı razı oldunuz? Dünya hayatının geçimi ahrete nispetle çok azdır (Tevbe suresi 38).â
Bütün yaşamı Kuran-ı Kerimâi hayatına uygulamak olarak niteleyebileceğimiz peygamberimizin (s.a.s) dünya karşısında ahretin seçilmesi, dünyaya değer verilmemesi hususunda pek çok hadis-i şerifi vardır. Bunlardan bir kaçı şunlardır:
âDünya sevgisi, her kötülüğün başıdır.â
âKimin himmet ve kaygısı dünya olursa Allah o kişinin işlerini dağıtır. Fakirliği gözünün önüne koyar. Kimseye nasibinden fazla dünyalık gelmez. Niyet ve himmeti ahret olanın işlerini Allah toparlar. Gönlüne zenginlik verir. O arkasını dönse de dünya ona gelir.â
âDünya sevgisi helake götürür.â
âEy Bilal, bu cihandan giderken zengin değil, fakir olarak gitmeye bak!â
âAllahâın seni sevmesini istiyorsan dünyada zahid ol.â
Tasavvuf ve tarikat yoluna tövbe kapısında girilir. Bu, büyük dış kapıdır. Tövbe günahlardan uzaklaşmaktır. Bu, manevi bir makamdır. Ondan sonra zühd gelir. Kişi tövbe ettikten sonra manevi halleri ve makamları yaşamak ve aşmak için kendisine helal olan şeylerde de bir kısıtlama yaparsa, daha doğrusu bunlara karşı da bir isteksizlik içerisinde bulunursa, vaktini dünya ile ilgili şeyleri talep etmeye ayıracağına ibadetlere ve Allahâın rızasına verirse böylece zühd sahibi olur. Yoksa fakir kişinin hali zühd değildir. Kişi dünyadan elini çekmişse buna zühd denir. Elde edemiyorsa ona fakir kişi olarak bakmak lazımdır. Çünkü fakir kişinin kalbi dünyayı arzuluyor olabilir. Zühd hali, istek ve irade ile meydana gelmektedir. Fakirlik ise mecburiyetten kaynaklanmaktadır. Fakir insanların genellikle olduğu gibi gönülleri dünya ile dolu olabilir.
Elbette fakir bir kişinin zühd halini elde etmesi, zühd yolunda manevi derecelere ulaşması varlıklı bir kişiye göre çok daha kolaydır. Zira fakir insanların bunda kaybedecekleri bir şeyleri yoktur. Zengin kişilerin ise en az varlıklarını gönüllerinden çıkarmaları gerekir ki bu da kolay bir şey değildir. Çünkü sermaye, mal mülk insanın kalbini çok meşgul eder. Kalbe milyonlarca damarla bağlı bulunurlar. Dinin özü ise kalpte yer alır. Böyle birisinin zühd sahibi olması şurada dursun ihlâsla ibadetlere ve Allahâa yönelmesi bile kolay kolay gerçekleşemez. Dikkat edilirse tarih boyunca tasavvuf yoluna girenler genellikle sermaye, mal mülk sahipleri değil de kaybedeceği bir şeyleri olmayan fakir kişiler olmuştur.
Zühd, tasavvufun temel kavramlarından birisidir. O yüzden usul-i aşere içerisinde yer alır. Bir insan tasavvuf ve tarikat yoluna girdiğinde nefsini usul-i aşeredeki kavramlarla terbiye ederek manevi makamları kat eder. Nefis bunlarla zinetlenmediği zaman tezkiye olmuş kabul edilemez. Usul-i aşeredeki hususlar ise şunlardır: Tövbe, zühd, uzlet (Allahâla baş başa kalmak), kanaat (Eldekiyle yetinmek, şükür), tevekkül (Elinden geldiğini yaptıktan sonra işleri ve sonuçları Allahâa bırakmak, kaygılanmamak), daimi zikir hali, Hakkâa teveccüh (Her hususta Allahâa yönelmek), sabır, murakabe (Daima Allahâın kendisinin yanında olduğunu, kendisini gözetlediği varsaymak), rıza (Allahâtan razı olmak).
Zühd, tasavvuf ve tarikat yolunda tövbeden sonra gelir, adeta iç kapıdır. Zühd hali meydana gelmeden kişinin Allahâla başbaşa kalması mümkün değildir. Böyle birisinin uzlette kalbi hep dünyalık şeylerle meşgul olur. Yine zühd hali gerçekleşmeden eldekine kanaat ve şükür de meydana gelmez. Zira zühde sahip olamayan kişi, dünyaya rağbet eder, tutkuyla ona yapışır. Bunları artırma dertleri ile kanaat ve şükür aklının ucuna bile gelmez veya bu konuda istenilen düzeye ulaşamaz. Zühd kişide hal ve makam seviyesine gelmeden kişinin Allahâa tevekkül etmesi de mümkün değildir. Zira kalpteki dünyalık şeyler, nefsin ve şeytanların vesveseleri sonucu kaybedilebileceği yönündeki kaygılarla kişinin Allahâa gereği şekilde tevekkül etmesine mani olur. Zühdün sağlayacağı huzur ve sükûn halleri gerçekleşmeden kişinin istenilen düzeyde daimi zikre kavuşması ve Hakkâa teveccühte bulunması da imkânsızdır. Bütün bunlar da nefsin Allahâın kaza ve kaderine rıza göstermesini engeller. Nefis Allahâtan razı olmayınca Allah da kuldan razı olmaz. Dolayısıyla Allahâın rızasını elde etme yolu olan tasavvuf ve tarikattan beklenen netice gerçekleşmez. Bütün emekler boşa gitmiş olur.
Dikkat edilirse, nefsin en çok zorlandığı husus, zühddür. Tövbe için Allahâın tehditleri vardır. Kişi korku ile günahlarına tövbe edebilir. Ama zühd kişinin iradesine ve isteğine kalmış bir şeydir. Yaparsa tasavvuf ve tarikat yolunda büyük faydasını görür. Ama kişi, tasavvufta istenilen derecedeki zühd haline ermeden de İslamâın emir ve yasaklarına dikkat etmek şartıyla kendisini kurtarabilir. Allahâın rahmetine erebilir.
Haramlardan, şüpheli şeylerden zaten yüz çevirmek gerekir. Bu bir Müslümanâda ve müminde aranan temel bir vasıftır. Zühd değildir. Zühd Allahâın Müslüman ve müminlere ancak helal ve mubah ettiği şeylere karşı söz konusudur. Elbette bunun da bir ölçüsü vardır. Yüce Allah (c.c.), Kuran-ı Kerimâde bu konuda çeşitli ayetlerle bizlere yol göstermiştir. Bir ölçü vermiştir. Sınır çizmiştir: âSonra bunların peşinden art arda peygamberlerimizi gönderdik. Onların arkasından da Meryem oğlu İsaâyı gönderdik. Ona İncilâi verdik ve kendisine uyanların kalplerine şefkat ve merhamet duygusu koyduk. Kendiliklerinden icat ettikleri ruhbanlığa gelince, biz onu onlara farz kılmamıştık. Allahâın rızasını kazanmak için onu kendileri icat etmişlerdi. Fakat ona da gereği gibi uymadılar. Biz de içlerinden iman edenlere mükâfatlarını verdik. Fakat onlardan birçoğu da fasık kimselerdir (Hadid suresi, 27).â
Hıristiyanların Allahâın rızasını kazanmak için icat ettikleri ruhbanlığın en temel özellikleri ömür boyu evlenmemek, manastırlara çekilmektir. Oysa yüce Allah (c.c.), insanı hem sosyal bir varlık olarak yaratmış hem de cinsel içgüdü ile donatarak evlenmesine zorlamıştır. Evlenmemek zina gibi büyük bir günaha kapı açabilir. Ayrıca kişinin kafasını sürekli cinselliğe takacağı için manevi ilerlemesine de büyük engel teşkil edebilir. Bu durum pek az insan için ancak bir istisna oluşturur. Elbette bunlar da cinsel enerjileri ya yeterli düzeyde olamayan veya cinsel enerjilerini başka sahalara yüceltebilen, örneğin bununla çeşitli ruhsal, zihinsel melekelerin işlemesine imkân oluşturabilen çok idealist kişilerdir. Yoksa insanların büyük çoğunluğu cinsel enerjilerini (şehvetlerini) evlilik yolu ile meşru zeminde tatmin edemedikleri zaman çeşitli sapıklıklara veya zinaya düşebilirler. Dolayısıyla bu yolla zühde girmek doğru değildir. Yukarıdaki ayette de zaten bu durum dolaylı bir şekilde yasaklanmaktadır. Nitekim ömür boyu evlenmemek, cinsel aletlerini kesmek⦠gibi yollarla kendilerini ibadetlere vermek isteyen sahabelere (Allah onlardan razı olsun) peygamberimiz (s.a.s) izin vermemiştir. Kendi sünnetlerinde evlilik bulunduğunu özellikle belirtmişlerdir. Zühd sahibi kişi, örnek olarak peygamberimizin yaşantısını (sünnetini) temel olarak almadığı zaman ilgili ayetin muhatabı durumuna düşebilir. Bu işin bir uç noktasıdır.
Konular
- Yaptıklarımızın Hesabını Vermeye Hazırlıklı Mısınız.
- Kur'an Nasıl Bir Devlet Yönetimini Öneriyor.
- Kendimize Rab lar Edindiğimizin Farkında Bile Değiliz.
- Sesli düşler
- Ömürden Kaybolan Bir Senemiz
- Yardıma ihtiyacım var
- Hakan Kenan Hoca
- Türkiye'nin Gururu Lingerium
- Zorunlu Trafik Sigortası
- Kur'an ın Bizlere İndirilme Amacını Doğru Anlamalıyız.
- Rivayetleri Aklamak Adına, Kur'an a Saygısızlık Yapmayalım.
- Allah ın Affetmesi, Şefaati Konusunu Nasıl Anlamalıyız.
- Hac Suresi 47, Zümer Suresi 42. Ayetlerin. Ölüm Ve Rüya İlişkisi.
- Allah ın Sınırlarını Aşarak, Kafirlerden Olmak İstemiyorsak.
- Kur'an neden arapça indirilmiştir. Zuhruf 2-3. Fussilet 44. Ayet.
- Elbette tek vatan bö-lü-ne-me----yiz
- Bizleri dinden saptıran en büyük yanlışımız.
- Çalışanlarınızın network trafiğini DeskGate ile inceleyin
- DeskGate en iyi sirket guvenlik programi
- Pekala ölmüyormuyuz
- Siber saldırı ve afetlere karşı veri yedekleme yazılımı DeskGate
- Işsizlik sel gibi
- Ad adres telefon
- Nuhilik (noahidizm)
- Isa beklenen yahudi mesih midir?
- Cümle kapısı..
- Karagöz İle Hacivat Konuşmaları 3
- Nasreddin Hoca Fıkraları
- Allah ın resulünün bizlere örnek oluşunu, hangi kaynaktan öğrenmeliyiz?
- Ayşecik İle Yasemin Sultan