Kur´ân-ı Kerîm Hakkında Bilgiler

[color=red][b]Kur’an-ı Kerîm Allah Kelâmıdır[/b][/color]

Kur’ân-ı kerîm, nazm-ı ilâhîdir. Nazım, lügatta, incileri ipliğe dizmeğe denir. Kelimeleri de inci gibi, yanyana dizmeye nazım denilmiştir. Şiirler, birer nazımdır. Kur’ân-ı kerîmin kelimeleri Arapçadır. Fakat, bu kelimeleri yanyana dizen, Allahü teâlâdır. Bu kelimeler, insan dizisi değildir. Bu arabî kelimeler, Allahü teâlâ tarafından dizilmiş olarak âyetler halinde gelmiştir. Cebrâil “aleyhisselâm” bu âyetleri, bu kelimelerle ve harflerle okumuş, Muhammed “aleyhisselâm da mübârek kulakları ile işiterek, ezberlemiş ve hemen Eshâbına okumuştur. Kur’ân-ı kerîm mahlûk değildir. Kur’ân-ı kerîm, Muhammed aleyhisselâm’ın mu’cizelerinin en büyüğüdür ve insan sözüne benzememektedir.

Peygamber Efendimiz, kimseden bir şey okumamış, öğrenmemiş, hiç yazı yazmamış iken ve seyahat etmeyen ve geçmişlerden ve etraftakilerden haberi olmayan insanlar arasında yetişmiş iken, Tevrat’ta ve İncil’de ve bütün başka kitaplarda yazılı şeyleri bildirdi. Geçmişlerin hallerinden haber verdi. Her dinden, her meslekten ileri gelenlerin hepsini hüccetler, sağlam deliller söyleyerek susturdu. En büyük mu’cize olarak Kur’ân-ı kerîmi ortaya koydu ki, altıbinikiyüzotuzaltı (6236) âyetinden biri gibi söyleyemezsiniz diye meydan okuduğu halde, bindörtyüz bu kadar seneden beri, dünyanın her tarafından bütün İslâm düşmanları elele vererek, mallar, servetler dökerek uğraştıkları halde, söyleyemedi. Şimdi de, gayr-i müslimler milyarlar dökerek bütün güçleriyle çalıştıkları halde söyleyemiyorlar. Hele o zaman Araplarda şiir, edebiyat, fesahat ve belâgat, her şeyden ileri gidip en güvendikleri başarıları olduğu halde, Kur’ân-ı kerîm karşısında, bir şey söyleyemediler. Kur’ân-ı kerîme böyle galebe çalamayınca, çokları insafa gelip, müslüman oldu. İmân etmeyenleri de, İslâmiyetin yayılmasını önlemek için, savaşmaya mecbur oldu.

Kur’ân-ı kerîm de kimsenin yapamayacağı, söyleyemiyeceği şeyler sayılamıyacak kadar çoktur. Burada altısını bildirelim.

[b]Birincisi:[/b] Î’caz ve belâgattır. Yani az söz ile pürüzsüz ve kusursuz olarak, çok şey anlatmaktır.

[b]İkincisi:[/b] Harfleri ve kelimeleri, Arap harflerine ve kelimelerine benzediği halde, âyetler, yani sözler ve cümleler, onların sözlerine ve şiirlerine hiç benzemiyor. Kur’ân-ı kerîm, insan sözü değildir. Allah kelâmıdır. Kur’ân-ı kerîmin yanında onların sözleri, cam parçalarının elmasa benzemesi gibidir. Dil mütehassısları bunu pek iyi görüyor ve teslim ediyor.

[b]Üçüncüsü:[/b] Bir insan, Kur’ân-ı kerîmi ne kadar çok okursa okusun bıkmıyor, usanmıyor. Arzusu, hevesi, sevgisi ve şevki artıyor. Halbuki, Kur’ân-ı kerîmin tercümelerinin ve başka şekillerde yazmalarının ve diğer bütün kitapların okunmasında, böyle arzu ve lezzet artması olmuyor. Usanç hâsıl oluyor. Yorulmak başkadır, usanmak başkadır.

[b]Dördüncüsü:[/b] Geçmiş insanların hâllerinden bilinen ve bilinmeyen birçok şey Kur’ân-ı kerîmde bildirilmektedir.

[b]Beşincisi:[/b] İlerde olacak şeyleri bildirmektedir ki, bunlardan çoğu, zamanla meydana çıkmış ve çıkmaktadır.

[b]Altıncısı:[/b] Kimsenin hiçbir zamanda, hiçbir sûretle bilemiyeceği ilimlerdir ki, Allahü teâlâ ilimlerin evvelini ve sonunu Kur’ân-ı kerîmde bildirmiştir.


[color=red][b]Kur’ân-ı Kerîmin Toplanması ve Yazılması [/b][/color]

Cebrâil “aleyhisselâm”, her sene bir kere gelip, o âna kadar inmiş olan Kur’ân-ı kerîmi,Levh-il mahfuzdaki sırasına göre okur, Peygamber Efendimiz de dinler ve tekrar ederdi. Âhirete teşrif edeceği sene iki kerre gelip, tamamını okudular. Sevgili Peygamberimiz Muhammed “aleyhisselâm” ve Eshâbından çoğu, Kur’ân-ı kerîmi tamamen ezberlemişti. Bazıları da, bazı kısımlarını ezberlemiş, birçok kısımlarını yazmışlardı. Muhammed “aleyhisselâm” âhirete teşrif ettiği sene, halife Ebû Bekir “radıyallahü anh” ezber bilenleri toplayıp ve yazılı olanları getirtip, bir heyete, bütün Kur’ân-ı kerîmi, kâğıt üzerine yazdırdı. Böylece, (Mushaf) veya (Mıshaf) denilen bir kitap meydana geldi. Otuzüçbin Sahâbi bu Mushafın her harfinin tam yerinde olduğuna söz birliği ile karar verdi. Sûreler belli değildi. Üçüncü halife Osman “radıyallahü anh”, hicretin yirmibeşinci (25) senesinde, sûreleri birbirinden ayırdı. Yerlerini sıraladı. Altı tane daha Mushaf yazdırıp, Bahreyn,Şam, Basra, Bağdat, Yemen, Mekke ve Medine’ye verdi. Bugün, dünyada bulunan Mushaflar, hep bu yedisinden yazılıp, çoğalmıştır. Aralarında bir nokta farkı bile yoktur.


[color=red][b]Kur’ân-ı Kerîmin Âyet ve Sûreleri [/b][/color]

Âyet; lügatta alâmet, nişan, ibret, delil ve hârikulâde mânâlarına gelir. Kur’ân-ı kerîmde, bir mânâyı veya hükmü ifâde eden uzun veya kısa cümlelerden herbirine “ayet” denir.

Sûre ise, lügatta yüksek rütbe, şeref, yüksek olarak yapılmış binâ mânâlarına gelir. Kur’ân-ı kerîmde, âyetlerden meydana gelen bölümlere “sûre” denir.

Cüz, Kur’ân-ı kerîmin yirmi sahifelik herbir bölümüne denir.

Kur’ân-ı kerîmde 114 sûre ve 6236 âyet vardır. Âyetlerin sayısının 6660’dan az veya daha çok olduğu da bildirildi ise de bu ayrılıklar, büyük bir âyetin, birkaç küçük âyet sayılmasından veya birkaç kısa âyetin, bir büyük âyet sayılmasından ileri gelmiştir. Kur’ân-ı kerîmin tamamı 30 cüzdür. Kur’ân-ı kerîmin ondört yerinde secde âyeti vardır. Bunlar (A’raf, Ra’d, İsrâ, Meryem, Neml, Sad, Fıssılet, Hac, Furkan, Secde, Nahl, Necm, İnşıkak ve Alak) sûreleridir.


[color=red][b]Kur’ân-ı Kerîmin Tefsiri [/b][/color]

Kur’ân-ı kerîm, hiçbir dile, hattâ Arapçaya da tam tercüme edilemez. Herhangi bir şiirin, kendi diline bile, tam tercümesine imkân yoktur. Ancak izâh edilebilir, açıklanabilir. Kur’ân-ı kerîmin mânâsı, tercümesi okunmakla anlaşılmaz. Bir âyetin mânâsını anlamak demek, Allahü teâlânın, bu âyette ne demek istediğini anlamak demektir. Bu âyetin herhangi bir tercümesini okuyan kimse, murâd-ı ilâhîyi öğrenemez. Tercüme edenin , bilgi derecesine göre anlamış olduğunu öğrenir. Din bilgisi olmayan birinin yaptığı tercümeyi okuyan da Allahü teâlânın dediği sanarak, kendi kafasından anlatmak istediğini öğrenir.

Köylüye ait bir kanunu, hükümet, doğruca köylüye göndermez. Çünkü, köylü okuyabilse bile, anlayamaz. Bu kanun önce, vâlilere gönderilir. Vâliler, iyi anlayıp, izâhını ekliyerek, kaymakamlara, bunlar da daha açıklayarak, Nahiye müdürlerine gönderir. Nahiye müdürleri bu açıklamalar yardımı ile kanunu iyi anlıyabilir ve muhtarlara anlatır. Muhtar, yalnız okumakla anlıyamaz. Muhtar da ancak, köylü dili ile, köylüye anlatır, söyler. İşte, Kur’ân-ı kerîm de, ahkâm-ı ilâhiyyedir. Kanun-ı rabbânîdir. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde kullarına saâdet yolunu göstermiş ve kelâmını insanların en yükseğine göndermiştir. Kur’ân-ı kerîmin mânâsını , yalnız Muhammed aleyhisselâm tam anlar. Başka kimse, tam anlıyamaz. Eshâb-ı kirâm ana dili olarak arabî bildikleri, edip ve beliğ oldukları halde, bazı âyetleri anlıyamaz, Resûlullaha sorarlardı.

Hazret-i Ömer “radıyallahü anh”, bir gün geçerken, Resûlullahın hazret-i Ebû Bekir-i Sıddîka bir şey anlattığını gördü. Yanlarına gidip dinledi. Sonra, başkaları da gördü ise de, gelip dinlemeğe çekindiler. Ertesi gün hazret-i Ömer’i görünce: (Yâ Ömer, Resûlullah dün size bir şey anlatıyordu. Bize de söyle öğrenelim.) dediler. Çünkü, dâima, (Benden duyduklarınızı, din kardeşlerine de anlatınız! Birbirinize duyurunuz) buyururdu.Hazret-i Ömer, (Dün Ebû Bekir, Kur’ân-ı kerîmden anlıyamadığı bir âyetin mânâsını sormuş, Resûlullah ona anlatıyordu. Bir saat dinledim, dinlediklerimden bir şey anlıyamadım) dedi. Çünkü, hazret-i Ömer, o kadar yüksek idi ki, Resûlullah Efendimiz, O’nun hakkında, (Ben peygamberlerin sonuncusuyum. Benden sonra peygamber gelmiyecektir. Eğer, benden sonra peygamber gelseydi, Ömer peygamber olurdu.) buyurdu. Böyle yüksek olduğu ve Arapçayı çok iyi bildiği halde, Kur’ân-ı kerîmin tefsirini bile anlıyamadı. Çünkü Resûlullah herkese, derecesine göre anlatıyordu. Hazret-i Ebû Bekir’in derecesi, ondan çok daha yüksekti. Fakat, bu da, hattâ Cebrâil aleyhisselâm dahi Kur’ân-ı kerîmin mânâsını, esrârını Resûlullaha sorardı.

Kur’ân-ı kerîmin mânâsını yalnız Muhammed aleyhisselâm anlamış ve hadîs-i şerîfleri ile bildirmiştir. Kur’ân-ı kerîmi tefsir eden O’dur. Doğru tefsir kitabı da, O’nun hadîs-i şerîfleridir. Din âlimlerimiz, uyumıyarak, dinlenmiyerek, istirahatlarını fedâ ederek, bu hadîs-i şerîfleri toplayıp, tefsir kitaplarını yazmışlardır. Bu tefsir kitaplarını da anlıyabilmek için, uzun seneler durmadan çalışıp, yirmi ana ilmi iyi öğrenmek lazımdır. Bu yirmi ana ilmin kolları, seksen ilimdir. Bu geniş ilimleri bilmiyenlerin, Kur’ân-ı kerîme bugünkü Arapçaya göre mânâ vererek yaptıkları tercümeler, Kur’ân-ı kerimin hakîkî mânâsından bambaşka bir şey oluyor.


[color=red][b]Kur’ân-ı Kerîm Okumak [/b][/color]

Kur’ân-ı kerîm okuyup ona uygun îmân eden hidâyet üzere olur. Doğru yolda bulunur. Allaha kavuşturan doğru yolu bulur. Cehennem azâbından kurtulur. Hattâ bunun sevabı dedelerine, çocuklarına ve torunlarına tesir eder. İtikâdı düzgün bir kimse Kur’ân-ı kerîmi okuyup, sâlih müslümanların yazdığı ilmihâl kitaplarında bildirildiği üzere amel ettiği, ibâdet yaptığı takdirde büyük sevaplara kavuşur. Sevgili Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki:

(Hoca çocuğa besmele okur, çocuk da söyleyince, Allahü teâlâ çocuğun anasının, babasının ve hocasının Cehenneme girmemesi için senet yazdırır.)

(Ümmetimin yaptığı ibâdetlerin en kıymetlisi, Kur’ân-ı kerîmi mushafa bakarak okumaktır.)

(Namazda okunan Kur’ân-ı kerîm, namaz dışında okunan Kur’ân-ı kerîmden daha sevaptır.)

(Kur’ân-ı kerîm okunan evden arşa kadar nur yükselir.)

Ebû Hureyre “radıyallahü anh” şöyle bildiriyor: (Kur’ân-ı kerîm okunan eve, bereket, iyilik gelir. Melekler oraya toplanır. Şeytanlar oradan kaçar. Kur’ân-ı kerîm okunmazsa bunun aksi olur). Kur’ân-ı kerîmi okumak mühim sünnettir. Tecvid ilmine uygun olarak ve hürmet ile okunan Kur’ân-ı kerîmi dinlemek farz-ı kifâyedir. Dinleyenlere de, okuyanlara verilen sevapların aynısı verilir.

Böyle kıymetli olan Kur’ân-ı kerîme çok hürmet etmelidir. Ondan yere düşmüş bir parça bulunca hemen kaldırmalıdır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

(Üzerinde besmele yazılı bir kâğıdı ta’zim ile basılmasın diye yerden kaldıran kimseyi Allahü teâlâ sıddîklardan yazar ve müşrik olsalar bile anne ve babasının azâbını hafifletir.)

Hazret-i Lokman Hakîm, üzerinde besmele yazılı bir kâğıt görünce, yerden kaldırıp hürmet gösterirdi. Allahü teâlâ ona hikmetli söz ve güzel nasihatı ikrâm etti.


[color=red][b]Kur’ân-ı Kerîm Okurken Uyulacak Edepler[/b][/color]

[b]Kur’ân-ı kerîm okurken uyulacak edepler vardır. Başlıcaları şunlardır:[/b]

1- Abdestli ve kıbleye karşı okumalıdır.

2- Ağır ağır okumalıdır.

3- Ağlayarak okumalıdır.

4- Her âyetin hakkını vermeli, yani azap âyetini okurken korkarak, rahmet âyetlerini heveslenerek, tesbih âyetlerini kalbiyle tesbih ederek okumalı, Kur’ân-ı kerîmi okumaya başlarken “Eûzü ve Besmele” çekilmelidir.

5- Namaz kılana mâni oluyorsa, yavaş sesle okumalıdır. Mushafa bakarak okumak, ezber okumaktan daha çok sevaptır. Çünkü gözler de ibâdet etmiş olur.

6- Kur’ân-ı kerîmi güzel sesle ve tecvid üzere okumalıdır. Harfleri, kelimeleri bozarak teganni etmek haram, harfler bozulmazsa mekruh olur.

7- Kur’ân-ı kerîmim, Allahü teâlânın kelâmı olduğunu bilerek okumalıdır.

8- Kur’ân-ı kerimi okumadan evvel, bunu söyleyen Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünmelidir. Kimin sözü söyleniyor, ne ehemmiyetli iş yapılıyor, diye düşünmelidir. Kur’ân-ı kerîme dokunmak için temiz el lâzım olduğu gibi, onu okumak için de temiz kalp lazımdır.

9- Okurken başka şeyler düşünmemelidir.

10- Okurken biliyorsa mânâsını düşünmelidir.

11- Kur’ân-ı kerîme abdestsiz olarak dokunmak haramdır. Cünüp olarak okumak haramdır. Abdestsiz olarak ezberden okunabilir ise de, abdestli olarak okumak çok sevaptır. Kur’ân-ı kerîmi günah meclislerinde, yani haram işlenen yerlerde okumak haramdır. Böyle yerlerde para kazanmak için veya güzel sesini duyurmak için okumak ve bunu dinlemek, Kur’ân-ı kerîme hakâret etmek olur.

Kur’ân-ı kerîmin her âyeti, her kelimesi, her harfi maddi ve ma’nevî her derde şifâdır. Ehl-i sünnet itikâdında olan ve günahlarına tövbe eden sâlih bir müslümanın, yukarda bildirilen şartlarına uyarak, ihlâs ile okuduğu Kur’ân-ı kerîmin her hangi bir âyeti ve bilhassa Fâtiha sûresi ile şifa âyetleri, okuyanın ve üzerine okunanın dertlerine şifa olduğu çok görülmüş ve işitilmiştir. Din kitaplarında misâlleri çoktur.


[color=red][b]Kur’ân-ı Kerîm Hakkında Ne Dediler? [/b][/color]

Kur’an-ı kerîm hakkında dünyanın en meşhur ediplerinden olan Goethe (1749-1832) (Batı-Doğu Dîvanı) adlı eserinde şu sözü söylemiştir: “Kur’ân-ın içinde pek çok tekrarlar vardır. Onu okuduğunuz zaman, bu tekrarlar bizi usandıracak sanılıyor, fakat biraz sonra bu kitap bizi kendisine çekiyor. Bizi hayranlığa ve sonunda büyük saygıya götürüyor.”

Goethe’den başka birçok büyük düşünürler de, Kur’ân-ı kerîme hayran olmuşlardı. Prof. Edouard Monte: “Allahın birliğini en temiz,en yüksek, en kutsal ve inandırıcı ve başka hiçbir din kitabının üstün gelemiyeceği bir dil ile anlatan kitap Kur’ândır” demektedir.

Kur’ân-ı kerîmi Fransızcaya çeviren Dr.maurice, “Kur’ân insanlığa hediye edilen din kitaplarının en güzelidir.” der.

Gaston Kar, “Îslâm dîninin kaynağı olan Kur’ân’da cihan medeniyetinin dayandığı bütün temeller bulunmaktadır. O kadar ki, bugün bizim uygarlığımızın Kur’ân’ın bildirdiği temel kurallardan kurulduğunu kabul etmemiz gerekir.” demektedir.

Bir İngiliz râhibi olan Beoworth-Simith, (Muhammed ve Muhammed’e Bağlı Olanlar) adlı eserinde “Kur’ân uslûp temizliği, ilim, felsefe ve hakîkat mu’cizesidir” diye yazmaktadır. Kur’ân-ı İngilizceye tercüme eden Alberry ise, “Ne zaman ezan dinlesem, o bana bir mistik müzik gibi tesir eder. Akan nağmelerin altında, sanki davula vuruluyormuş gibi bir ses duyarım. Bu vuruş sanki kalbimin vuruşu gibidir. Marmaduke Pisthall ise, Kur’ân-ı kerîm için, “En taklit olunmaz bir senfoni, en sağlam bir ifâde. İnsanları ağlamaya veya coşmaya sevk eden bir kudret” ifâdesini kullanmıştır. Prof. Carlyle (Konferans) adlı eserinde: “Kur’ân okudukça onun alelâde (gelişigüzel) bir edebî eser olmadığını hemen hissedersiniz. Kur’ân, kalpten gelen ve bütün diğer kalblere hemen nüfûz eden bir eserdir. Diğer bütün eserler bu muazzam eser yanında çok sönük kalır. Kur’ânın göze çarpan ilk karakteri, O’nun doğru ve mükemmel bir yol gösterici, dürüst bir rehber olmasıdır. İşte, bence Kur’ânın en büyük meziyeti budur. Bu meziyyet diğer birçok meziyetlere de yol açmaktadır”.

Fransız kaptan Dr. Cousteau ise, şöyle demektedir. “ Modern ilmin ondört asır geriden takip ettiği Kur’ân, ben şehadet ederim ki, Allah kelâmıdır”.


Kaynak: REHBER İLMİHALİ

Konular