Mİ'RÂC GECESİ

Mi'râc gecesi, Receb ayının yirmiyedinci gecesidir. Mi'râc, merdiven demektir. Resûlullahın göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gecedir.

Mekke halkı îmân etmiyor, Müslümanlara çok sıkıntı veriyordu. İşkenceye başlamış, işi azdırmışlardı. Resûlullah çok üzüldü. Hicretten bir yıl önce, elliiki yaşında idi. Zeyd bin Hârise'yi alarak Tâif'e gitti. Tâif halkına bir ay nasîhat eyledi. Hiç kimse îmân etmedi.Alay ettiler.Çocuklar tarafından taşa tuttular.Resûlullahı çok üzdüler.

Ümitsiz, üzüntülü, yorgun geri dönerken, mübârek bacakları yaralandı. Hz. Zeyd'in başı kan içinde kaldı. Çok sıcak bir saatte, yol kenarında, bitkin hâlde oturdular. Orada bulunan bağ sahibi, Rebîa'nın oğulları Utbe ve Şeybe adındaki zengin iki kardeş, köleleri Addâs ile, birer salkım üzüm gönderdi.

Resûlullah üzümü yerken Besmele okudu. Addâs, o zaman Hıristiyan idi. Bunu işitince şaşırdı:

- Yıllarca buralardayım. Kimseden böyle söz duymadım. Bu nasıl sözdür? dedi.

Resûlullah ona sordu:

- Sen neredensin?

- Nineveliyim.

- Yûnüs aleyhisselâmın memleketinden imişsin.

- Siz Yûnüs'ü nereden tanıyorsunuz? Onu, buralarda kimse bilmez.

- O benim kardeşimdir. O da, benim gibi Peygamber idi.

- Bu güzel yüzün, bu tatlı sözlerin sahibi yalancı olmaz. Ben inandım ki, sen Allahın Resûlüsün. Yâ Resûlallah, yıllarca bu zâlimlere, bu yalancılara kölelik ediyorum. Herkesin hakkını yiyorlar. Herkesi aldatıyorlar. Hiç iyi tarafları yok. Dünyalık toplamak, şehvetlerini yapmak için her alçaklığı göze alıyorlar. Onlardan nefret ediyorum. Sizinle birlikte gelmek istiyorum.

Resûlullah, tebessüm ederek buyurdu:

- Şimdi efendilerinin yanında kal! Az zaman sonra, adımı her yerde işitirsin. O zaman bana gel!

Bir müddet istirahat edip, yaralarını, kanlarını sildiler. Mekke'ye yürüdüler. Karanlıkta şehre girdiler. Birkaç ay, Mekke'de çok sıkıntılı geçti. Her taraf düşman idi. Gidecek bir yer yoktu. Doğruca amcası Ebû Talib'in kızı Ümm-i Hânî'nin Ebû Tâlib mahallesinde bulunan evine geldi. Ümm-i Hânî, o zaman îmân etmemişti.

Kapı çalınınca sordu:

- Kimsiniz?

- Amcan oğlu Muhammed'im. Kabûl edersen, misâfir geldim.

- Senin gibi doğru sözlü, emîn, asîl, şerefli misâfire can fedâ olsun. Yalnız teşrîf edeceğinizi önceden bildirseydiniz, birşeyler hazırlardım. Şimdi yedirecek birşeyim yok.

- Yiyecek, içecek istemem. Hiçbiri gözümde yok. Rabbime ibâdet etmek, yalvarmak için bir yer bana yetişir.

Ümm-i Hânî, Resûlullahı içeri alıp, bir hasır, leğen, ibrik verdi.

Resûlullah o gün çok incinmişti. Abdest alıp, Rabbine yalvarmaya, af dilemeye, kulların îmâna gelmesi, saâdete kavuşmaları için duâya başladı. Çok yorgun, aç, üzüntülü idi. Hasır üzerine uzanıp uyuyuverdi.

Hazırladığım ni'metleri görsün

O anda, Allahü teâlâ, Cebrâil aleyhisselâma buyurdu ki:

- Sevgili Peygamberimi çok üzdüm. Mübârek bedenini, nâzik kalbini çok incittim. Bu hâlde, yine bana yalvarıyor. Benden başka, hiçbir şey düşünmüyor. Git! Habîbimi getir! Cennetimi, Cehennemimi göster. O'na ve O'nu sevenlere hazırladığım ni'metleri görsün. O'na inanmıyanlara, sözleri, yazıları ve hareketleri ile O'nu incitenlere hazırladığım azâbları görsün. O'nu Ben teselli edeceğim. O'nun nâzik kalbinin yaralarını ben gidereceğim.

Resûlullahın bedenen Mekke'den Beytül-mukaddes'e götürüldüğüne inanmıyan kâfir olur. Göklere ve bilinmiyen yerlere götürüldüğüne inanmıyan ise, Ehl-i sünnetten ayrılmış olur.

Cebrâil aleyhisselâm mi'râc için geldiğinde Peygamber efendimize hitâben dedi ki:

- Ey bütün yaratılmışların en üstünü! Ey Yaratanın sevgilisi! Ey Peygamberlerin efendisi, iyilikler menba'ı, üstünlükler kaynağı olan şerefli Peygamber! Rabbin sana selâm ediyor. Hiçbir peygambere, hiçbir mahlûkuna vermediği ni'meti sana ihsân ediyor. Seni kendine da'vet ediyor. Lütfen kalk. Buyur, gidelim.

Burak adındaki beyaz hayvana binip, bir anda Kudüs'te, Mescid-i Aksâ'ya geldiler. Cebrâil aleyhisselâm kayayı parmağı ile deldi. Burak'ı oraya bağladı. Geçmiş peygamberlerden ba'zısının rûhları insan şeklinde orada idi. Cemâ'at ile namaz için ^Adem, Nûh, İbrâhîm peygamberlere, imâm olmalarını sıra ile söyledi. Hiçbiri kabûl etmedi. Özür dilediler.



[color=blue][b] “Başkası imâm olamaz!”[/b][/color]


Cebrâil aleyhisselâm, Habîbullahı ileri sürdü:

- Sen varken, başkası imâm olamaz, dedi.

Namazdan sonra, mescidden çıkıp bilinmeyen bir mi'râc ile, bir anda, yedi kat gökleri geçtiler. Her gökte bir büyük peygamberi gördü. Cebrâil aleyhisselâm Sidre'de kaldı.

- Kıl kadar ilerlersem, yanar, yok olurum, dedi.

Sidret-ül müntehâ, altıncı gökte bulunan büyük bir ağaçtır. Resûlullah efendimiz Cenneti, Cehennemi, sayısız şeyleri görüp, Refref adındaki bir Cennet yaygısı üstünde olarak Kürsî, Arş ve Rûh âlemlerini geçip, bilinmeyen, anlaşılamıyan, anlatılamıyan şekilde Allahü teâlânın dilediği yüksekliklere ulaştı. Mekânsız, zamansız, cihetsiz, sıfatsız olarak Allahü teâlâyı gördü.

Gözsüz, kulaksız, vâsıtasız, ortamsız olarak Rabbi ile konuştu. Hiçbir mahlûkun bilemiyeceği, anlıyamıyacağı ni'metlere kavuşup, bir anda, Kudüs'e ve oradan Mekke-i mükerremeye, Ümm-i Hânî'nin evine geldi. Yattığı yer henüz soğumamış, leğendeki abdest suyunun hareketi durmamış idi. Sabah olunca, Kâ'be yanına gidip mi'râcını anlatmak istedi. Ümmühâni, “Sana inanan zaten bir avuç , miracını anlatırsan, müşrikler inanmazlar, alay ederler; iman edenler de vazgeçer. İleride kuvvetlenince anlatırsın” dedi. Peygamberimiz, “Bir insan başta çürükse sonunda da çürük olur. Ben İslam binasını sağlam insanlar üzerine bina etmek istiyorum. Gidip anlatayım ki, çürükler sağlamlar belli olsun.” Gidip anlattı. Bini işiten kâfirler alay etti. "Muhammed aklını kaçırmış, iyice sapıtmış" dediler.

Müslüman olmaya niyeti olanlar da vazgeçti. Birkaçı sevinerek Ebû Bekr'in evine geldi. Çünkü, onun akıllı, tecrübeli, hesâblı bir tüccâr olduğunu biliyorlardı. Kapıya çıkınca hemen sordular:

- Ey Ebâ Bekr! Sen çok defa Kudüs'e gittin geldin. İyi bilirsin. Mekke'den Kudüs'e gidip gelmek, ne kadar zaman sürer?

- İyi biliyorum. Bir aydan fazla.

Kâfirler bu söze sevindi. "Akıllı, tecrübeli adamın sözü böyle olur" dediler. Gülerek, alay ederek ve Hz. Ebû Bekr'in de kendi kafalarında olduğuna sevinerek:

- Senin efendin, Kudüs'e bir gecede gidip geldiğini söylüyor. Artık iyice sapıttı, diyerek, Ebû Bekr'e sevgi, saygı gösterdiler.


[color=blue][b] “O söyledi ise inandım”[/b][/color]


Hz. Ebû Bekr, Resûlullahın mübârek adını işitince:

- Eğer O söyledi ise, inandım. Bir anda gidip gelmiştir, deyip içeri girdi.

Kâfirler neye uğradıklarını anlıyamadı. Önlerine bakıp gidiyor ve, "vay canına, Muhammed ne yaman büyücü imiş. Ebû Bekr'e sihir yapmış" diyorlardı.

Hz. Ebû Bekr hemen giyinip, Resûlullahın yanına geldi. Büyük kalabalık arasında, yüksek sesle dedi ki:

- Yâ Resûlallah! Mi'râcınız mübârek olsun!

Resûlullah, bu gün Ebû Bekr'e "Sıddîk" dedi. Bu adı almakla, bir kat daha yükseldi.

Resûlullahın bedenen Mekke'den Beytül-mukaddes'e götürüldüğüne inanmıyan kâfir olur. Göklere ve bilinmiyen yerlere götürüldüğüne inanmıyan ise, Ehl-i sünnetten ayrılmış olur.

[color=blue][b]İsrâ ve Mi'râc[/b][/color]


İsrâ ve mi'râc, Peygamberimizin Medîne'ye hicretlerinden ondokuz ay önce Mîlâdî 621 yılında, geceleyin vuku' bulmuştur.

Sevgili Peygamberimiz, Allahü teâlâ tarafından vâki olan da'vet üzerine melekût âlemini, kâinatın hârikalarını seyir ve temâşa için, gecenin muayyen bir saatinde Mekke'den yaklaşık olarak 2500 km. uzak mesâfede bulunan Kudüs'e götürülmüş, oradan da göklere bilinmeyen yerlere yükselmiştir.

Sevgili Peygamberimizin bu iki mahal arasındaki seyâhatleri geceleyin vuku' bulduğu için, gece yolculuğu ettirilmek ma'nâsına olarak bu olaya "İsrâ" denmiş, bu mübârek kelime aynı olayı anlatan âyetle başlayan "İsrâ" sûresinin de adı olmuştur.

Mi'râc ise yükseğe çıkmak ma'nâsında olarak merdiven, ya'nî Resûl-i ekrem efendimizin varlık ufuklarının üstüne, yüce makâmlara yükselmesi demektir.

Nitekim mi'râc hadîslerinde sevgili Peygamberimiz, (Yükseğe çıkarıldım) buyurduklarından, bu hâdise mi'râc diye anılmıştır.

Bu da'vet ve mi'râc işi, Peygamber efendimizin kendisini en yalnız ve en çok üzgün hissettiği bir zamanda olmuştur. Zîrâ Tâif'ten müteessir olarak dönmüştü. Sonra 25 yıllık biricik hanımı ve en yakın destekçisi Hz. Hatîce vâlidemizi kaybetmişti.

Bundan bir müddet evvel de amcası Ebû Tâlib vefât etmişti. Artık Mekke müşriklerine karşı onu himâye edecek kimse de kalmamıştı.

Hem kendisine, hem Eshâbına uygulanan baskılar, münâsebetleri kesmeler, ezâlar ve cefâlar, haddi hudûdu aşmıştı.

Müslümanların bir kısmı da Peygamber efendimizin izni ile Habeşistan'a göç etmişlerdi.

Onbir yılı aşkın bir zamandan beri devam eden îmân ve küfür mücâdelesinde inananların sayısı pek fazla değildi. Çoğunluğu inanmayanlar teşkil ediyordu. Hulâsa ebedî hayat verecek yüce din yok edilmek isteniyordu.

İşte bu olup bitenlerin içinde, çok üzgün hâlde bulunan Peygamberimize, bütün bu tehlikeli günlerin sona ermek üzere olduğunu, hicret olayı ile İslâm tarihinde yepyeni bir huzûr ve sükûn devrinin açılmak üzere bulunduğunu müjdelemek ve gönlünü almak için, onun melekût âlemini seyredeceği ve yüce Mevlâdan yeni emirler telakki edeceği mübârek gece gelip çatmıştı.

Peygamber efendimiz bu gece Cebrâil aleyhisselâmın geçemediği noktayı geçmiş, arada vâsıta olmaksızın bilinmiyen bir şekilde mekânsız, zamansız, cihetsiz, sıfatsız olarak Allahü teâlâyı görmüş ve konuşmuştur.



[color=blue][b]Mi'râc gecesi hediyeleri[/b] [/color]

Beş vakit namaz burada farz kılınmıştır. Ayrıca, îmân esaslarıyle ilgili Bekara sûresinin son iki âyeti ve ümmetinden şirk koşmayanların Cennete gireceği müjdesi, Peygamber efendimizin mi'râc dönüşü biz ümmetine getirdiği en değerli armağanlardır.

Yine bu gecede bizzat Allahü teâlâ tarafından Peygamber efendimize vahyedilen ve O'nun şahsında bize öğretilen ba'zı tutum ve davranışlar hakkında ilâhî vecîbeler bildirilmiştir.

Bu vecîbeler İsrâ sûresinin 23. ila 39. âyetleri arasında belirtilen 12 maddeden ibârettir ve şunlardır:

“Allaha hiç bir surette şirk koymayın! Anne ve babanıza hürmet ve itâat edin! Hısım ve akrabaya, fakir ve yoksullara, gurbette kalmış kimselere, yolculara yardım edin! Geçim endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin! Yetimlerin mallarına dokunmayın! Onlara hoş muâmele edin! Zinâya yaklaşmayın! Haksız yere kimseyi öldürmeyin! Verilen sözü tutun! Ölçü ve tartıda doğruluğa dikkat edin! Bilmediğiniz bir şeyin ardına körü körüne takılıp gitmeyin! Yer yüzünde kibir ve gurur taslayarak yürümeyin!”

Bu mu'cizeyi zaman ve mekân mefhumlarıyle açıklamak ve akıl ile îzâh etmek mümkün değildir. İlâhi kudretin ve Peygamberlik mertebesinin ne demek olduğunu idrak edebilenler, bu hâdisede bir gariplik görmezler. Allah ve Resûlüne inananlar mu'cizeye de inanırlar.

[color=blue][b]Bu gece yapılacak ibadet[/b][/color]


Bu gecenin gününü oruçla, gecesini ibadetle geçirmelidir. Kur’an-ı kerim, okumalı namaz kılmalıdır. Peygamber efendimiz buyurdu ki:

“Receb ayında bir gün, bir gece vardır ki, bir kimse o gün oruç tutsa, gecesinde namaz kılsa, ibâdete devam eylese, bir senenin bütün günlerini oruç tutmuş, bütün gecelerini ibâdetle geçirmiş sevâbı verilir. O gün Recebin yirmiyedinci günüdür.”

“Bir kimse, Recep ayının yirmiyedinci günü oruç tutsa, Allahü teâlâ o kimseye altmış ay oruç tutma sevabı yazar”

Konular