Bediüzzaman ve Hakikati Arayan Japon

[color=darkblue]Bediüzzaman ve Hakikati Arayan Japon

Bediüzzaman Said Nursî yaklaşık olarak 80 yıl önce yazdığı Mesnevî-i Nuriye adlı kitabında, “Konuşan aciz kalbimdir, muhatab asi nefsimdir, dinleyen hakikati araştıran bir Japondur” diyordu. Dinleyen neden “hakikati araştıran bir Japon” idi de, bu ülkenin veya daha başka bir ülkenin insanı değildi? Bu soru kafama takılmıştı. Elbette pek çok vecheleri olan bu ifadeyi kendi penceremden, kendi uzmanlık alanımdan göründüğü kadarıyla anlamaya çalıştım. Japonların, Said Nursi’ye muhatab olabilecek derecede farklılıkları ne idi?
Kütüphanelerimizdeki yabancı araştırmacılarla ilgili yapılan istatiklerde 1910’lu yıllarda Japon araştırmacıların en ön sırada olduğunu bir gazete haberinde okumuştum. Ben de içimde uyanan merak ve araştırma duygusuyla, Japonyada’ki toplam kalite yönetiminin mimarlarından Prof. Ishikawa’ın, Toplam Kalite Kontrol ve Prof. Masakli İmai’nin, Kaizen isimli kitaplarını incelemeye başladım. Neticede ağacı gösteren meyvesi idi.
Bazı tesbitleri izninizle sizlerle paylaşmak istiyorum:
Geleneksel yönetim anlayışında var olan “Tepe yönetimi herşeyin doğrusunu bilir. Çalışanlar aklını kapının dışında bıraksın ve kendilerine söylenenleri yapsın yeter” tarzındaki anlayışın rağmına, TKY (Toplam kalite yönetimi) anlayışı “İnsan robot veya makina değildir. Potansiyelini harekete geçirmelidir” diyor ve bunun için temel şart olarak “Bir sistemin kalitesi, tepe yönetiminin kalitesine bağlıdır” tezinden hareket ediyordu.
Kabahati hep işletmenin çalışanlarında bulmak tarzında bir kolaycılığı seçen üst yönetimin, işletmede bir kusur görüldüğünde şayet suçlu aramıyorsa “aynaya bakmaları tavsiye ediliyordu.
Said Nursî de, tepe yönetimi konusunda “Nev’i beşerde envaen şer dalalete düşen fırkaların sebeb-i dalaletleri, imamlarının kusurudur” diyerek aynı hususa parmak basıyordu.
Geleneksel yönetim anlayışında “İşi en iyi patron bilir” anlayışı hakim idi. Fakat TKY’de “İşe en yakın olan işi en iyi bilir” şeklinde farklı bir yaklaşım getirilmiş. Böylece “Tabanda karar, tavanda onay” şeklinde bir yapılanma gerçekleştirilmiştir.
Mesnevî-i Nuriye isimli eserinde Bediüzzaman Said Nursî de şunları söylüyordu: “Bir şeyden uzak olan bir kimse, yakın olan adam kadar o şeyi göremez. Ne kadar zeki olursa olsun, o şeyin ahvali hakkında ihtilaflar olduğu zaman yakın olanın sözü muteberdir.”
TKY’deki insana bakış, israfla mücedelenin sistemleştirilmesi, minik adımlarla sürekli gelişme, ekip çalışması, kalite kontrol çemberleri, sıfır hiyerarşi ile, Said Nursî’nin eserlerinde yer alan açıklamalar arasında büyük bir benzerlik olması da ciddi bir akademik araştırma konusudur. Fakat aşikar olan birkaç temel husus şu ki;
• İşletmelerimizde ve ülkemizde “tek adam” “Baba” zihniyeti büyük ölçüde hala var olduğuna göre, ve Bediüzzaman’ın Kur’an’dan aldığı dersle, onlarca yerde ısrarla vurguladığı “meşveret” “şura” konusundaki tesbitleri, ülkemizdeki uygulamalarda hayat bulmadığına göre, hali hazırda biz Bediüzzaman’ı dinlemiş veya anlayabilmiş değiliz demektir.
Fakat Japonlar karar alma sürecinde meşvereti en güzel uygulamaktadırlar.
• “İki günü eşit olan zarardadır” Hadis-i şerifi bir bilgi olarak zihinlerimizde bulunmakta, fakat Japonlar “Kaizen”i yani “minik adımlarla sürekli gelişme”yi yaşamaktadırlar.
• Bediüzzaman “Fıtratta yalan yoktur, ne dediyse doğrudur... Yaratılıştan gelen eğilimlere karşı konulamaz. Demir içinde donan su demiri parçalar” diyerek irade sıfatından gelen “tabiat kanunları”nı anlamaya teşvik etmekte ve buna uygun tarzda hareket edebildiğimiz nisbette başarılı olabileceğimizi yüzlerce defa vurgulamaktadır.
Günümüzde, yönetimde başarılı olabilmek için araştırma yapan “düşünce üretim merkezleri” de işletmelerde yaratılışa uygun olmayan sistemlerin geri teptiğini anladıkları için fıtrata uygun modelleri bulabilmek doğrultusunda ciddi araştırmalar yapmaktadırlar.
-TKY ısrarla eğitim üzerinde durmakta ve konunun uzmanları “TKY eğitimle başlar, eğitimle biter” demektedir. Japonya’da çalışanlarına yılda ortalama 250 saat eğitim verirken, bizim işletmemizde eğitime ayrılan zaman para kaybı olarak görülmektedir. “Oku” emrine inanan, ilme ayrılan zamanı ibadetle eşdeğer tutan inancımıza rağmen eğitime ayrılan zaman çok gülünçtür.
Şimdi, Said Nursi’nin bazı konularda neden kendi ülkesinde yaşayan insanları, muasırlarını değil de Japonları muhatap almasının yorumunu değerli okuyucularımıza bırakıyorum.
Fakat şu kadarı kesin ki bizler takriben 80 yıl kadar önce dile getirilen hakikatleri hala anlayabilmiş veya uygulamaya koyabilmiş değiliz. Bunun ağır bedellerini de fert, aile, işletmeler bazında, yani kısacası milletçe ödemeye devam ediyoruz.
Fakat yine de ümitvarız. Kalıplardan kurtulduğumuz, anlayış seviyemizi geliştirebildiğimiz, “gelişen insan” olabildiğimiz, “dinleyen, hakikati araştıran bizler” olabildiğimiz nisbette ülkemizi aydınlık yarınlara çıkaracak gelişmelere namzet olacağız. Dileriz ki daha fazla zaman kaybedilmesin, kan kaybedilmesin, insan kaybedilmesin, kabiliyetler israf edilmesin...
Adnan Şimşek

[url]www.zaferdergisi.com/[/url]
__________________[/color]