Modern İnsanlar Ve Tevekkül

[b][color=green]Modern İnsanlar Ve Tevekkül

Tevekkül bilincinden yoksun insanlar, sadece kendilerini onulmaz bir yalnızlığın içinde bulmazlar. Aynı zamanda nimet karşısında şükürden, musibet karşısında sabırdan da bîhaberdirler. Bu, özellikle modern sanayi toplumlarındaki pek çok insanı, hırçın, doyumsuz, sınır tanımayan, saldırgan varlıklar haline getiriyor.

Kadercilik ile ilâhi iradeyi tanımama arasındaki dengeyi ifade eden tevekkül, yaşadığımız çağın hem yanlış anladığı hem de unutmak üzere olduğu kavramlar arasında.

Bir tarafta tevekkül etmek, tedbiri elden bırakmak olarak algılanıyor ve bu tavır çoğu kez insanları pasifliğe, kaderciliğe ve vurdumduymazlığa itiyor. Bu yanlış anlamaya, sadece İslâm dünyasında değil, Hindistan gibi toplumlarda da rastlıyoruz.

Öte tarafta gerçekliği dünya hayatından ibaret sayan modern seküler (dini dünya hayatından koparan) dünya görüşü, tevekkül kavramını işlevsiz ve içi boşaltılmış bir inanç haline getiriyor. Bunun en önemli sebebi -ki bu yazıda konunun bu yönü üzerinde duracağız- insan ötesi, aşkın ve ilâhi gerçekliğin açıkça ya da gizli olarak reddedilmesi.

İlâhi gerçekliği açıkça reddeden materyalizm, ateizm, paganizm gibi akımları ayırdetmek oldukça kolay. İzahı ve anlaşılması asıl zor olan, zimnen ve gizli bir şekilde, sözlerden çok eylemlerde, kişilerden çok kurumsal yapılarda ve ilişkilerde ortaya çıkan inkâr ve ilgisizlik tavrı.

İLGİSİZLİK VE GİZLİ İNKAR

Mütevekkil ruh halinin modern hayat içerisinde giderek hissi yahut mecazi bir kavram haline gelmesi, bu kolayca ayrıştırılamayan inkâr ve ilgisizlik tavrının önemli yansımalarından biridir. Tarihe baktığımızda, dinî geleneklerin din-karşıtı hareketlerden çok ilgisizlik ve duyarsızlık yüzünden zayıfladığını ve hatta ortadan kalktığını görüyoruz. Antik Yunan dininin politeizme (çoktanrıcılık/şirk) dönüşmesi, ortaçağ sonrası dönemde Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin sekülerleşmesi ve çözülmesi, bu meyanda aklımıza ilk gelen örnekler.

İslâm toplumlarında gündelik hayatın ve ilişkiler biçiminin giderek ve yine ‘gizli’ bir şekilde sekülerleşmesi de benzer bir ilgisizlik ve duyarsızlık halinden kaynaklanıyor. Bu süreçten en olumsuz etkilenen kavramların başında tevekkül geliyor. Bunun boyutlarını anlamak için, ileri sanayi toplumlarında mütevekkil ruh halinin ve insan modelinin neden ortadan kalktığına bir göz atmamız yeterli olacaktır.

TEVEKKÜL VE DİNÎ HASSASİYET

Avrupa ülkeleri ve Amerika’da tevekkül kavramı, öncelikle dinî bir inanç olduğu için reddediliyor. Dinin kamu alanına meşru ve özgür bir şekilde girmesine imkan tanımayan seküler model, bu tür inançları rölativize ediyor ve işlevsiz hale getiriyor. Bireyin inanç alanıyla sınırlandırılan dini kavramlar, kamusal alanda norm haline gelen kazanç, ilerleme, bireycilik, özgürlük, kişisel refah ve haz gibi değerler karşısında akıldışı, nostaljik yahut duygusal kanaatler olarak reddediliyor.

Pek çok İslâm ülkesinde olduğu gibi batılı toplumlarda da eğitim sistemi, dinî ve ahlâki değerleri ancak tarih veya vaaz olarak verdiği için, insanların tevekkül gibi mefhumlarla hayatları boyunca hiç karşılaşmaması rastlanmayan bir durum değil. Dolayısıyla tek tek bireyler çoğu zaman tevekkülün ne olduğunu bilmeden bu dünyadan göçebiliyorlar.

Öte yandan, bireylerin tevekkülü bir değer olarak benimsediğini varsaydığımızda, bu sefer kurumsal yapılar ve ilişki ağları, tevekkülün somut bir gerçeklik olmasına imkan tanımıyor. Kendilerine sürekli bireysel çıkarları için çalışmaları gerektiği fikri aşılanan insanlar, acımasız kapitalist ilişkiler ağı içerisinde ancak bu tip bir katı bireyciliğe sığınarak var olmaya çalışıyorlar yahut zorlanıyorlar. Dolayısıyla, modern batılı bireycilik ile tevekkülün yokluğu arasında yakın bir ilişki olduğunu söyleyebiliriz. Bu tür bireyler tevekkülün doğal bir neticesi (yahut şartı) olan insan ötesi bir irade, otorite, merci ve kaynağa inanmadıkları için, hem kendilerini ontolojik manada çok yalnız hissediyorlar, hem de hayatın güzel ve çirkin taraftlarına hırçın, kaba ve saldırgan bir şekilde sarılıyorlar.

TEVEKKÜLÜ REDDEDEN YALNIZDIR

Bu yalnızlığın kayda değer örnekleri arasında, batı toplumlarında ‘uzaylı yaratıklara’ duyulan muazzam ilgiyi (mesela benzer bir ilginin neden İslâm yahut Çin toplumlarından çıkmadığını sorabiliriz), din adı altında ortaya çıkan kült ve grupları, uyuşturucu ve şiddet gibi ‘eğlence’ ve tatmin biçimlerini zikredebiliriz. Kendimizi bu dünyaya ‘atılmış’ ve ‘savrulmuş’ yaratıklar olarak tasavvur ettiğimizde, içinde yaşadığımız evreni de başı sonu olmayan ‘amaçsız’ ve ‘anlamsız’ bir yıldız kümesi olarak düşündüğümüzde, nasıl bir yalnızlık ile karşı karşıya kalacağımızı tahmin edebilirsiniz.

Buna karşılık tevekkül, insanın bu dünyada, işinde, evinde, sokağında, kendi iç-manevi dünyasında yalnız olmadığını salık verir. Buna göre, bizim tedbirden önce ve sonra ‘vekil’ olarak inandığımız, güvendiğimiz, kendisinden rahmet, medet ve bereket talep ettiğimiz bir kaynağımız vardır. Her şey bir şekilde birbirine bağlı ve her iş bir hedefe, bir gayeye doğru yol alır. Nimet karşısında da, zahmet ve musibet karşısında da tevekkül eden insan bunların ‘fani’ ve izafi şeyler olduğunu bilir. Dolayısıyla ne nimet insanın azıp yoldan çıkması, ne de musibet isyan etmesi için bir gerekçe olabilir. Bir başka ifadeyle tevekkül eden insan, kendini bu alemde yalnız hissetmez. Bir insan iş yerinde, okulda, toplum içinde yalnız olabilir. Fakat Allah’ı vekil kılmak ve ona güvenmek manasına gelen tevekkül, insanı ilâhi alem ile sürekli irtibat halinde tutar. Kısacası tevekkül eden insan yalnız değildir. Bunun insana kazandırdığı manevi haz ve terbiyeyi Ferid Kam şöyle ifade ediyor:

Evvel Allah’a tevekkül eyle
Sonra esbaba (aracı sebeplere) tevessül eyle (yönel)
Matlabın (istediğin) hasıl olunca şükret
Şayet olmazsa tahammül eyle.

Bu bilinçten yoksun insanlar, sadece kendilerini onulmaz bir yalnızlığın içinde bulmazlar. Aynı zamanda nimet karşısında şükürden, musibet karşısında sabırdan da bîhaberdirler. Bu, özellikle modern sanayi toplumlarındaki pek çok insanı, hırçın, doyumsuz, sınır tanımayan, saldırgan varlıklar haline getiriyor. Son elli yılda -Türkiye dahil- dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşanan ekonomik skandal ve yolsuzluklar, doyumsuz hale gelen insanların neler yapabileceğinin göstergesi. Amerika’da geçtiğimiz yıl -11 Eylül saldırılarının ardından- sökün eden ve hâlâ devam eden yolsuzluklar da benzer bir hastalığın neticesi. Enron adlı enerji şirketiyle başlayan bu yolsuzluklar, daha sonra Worldcom, Xerox gibi Amerikan ekonomisinin dev şirketleriyle devam etti. Yıllık maaşları 10-12 milyon dolar gibi astronomik seviyelerde olan şirket yöneticileri, daha fazla para kazanmak, daha fazla lükse ve varlığa sahip olmak için, dünya ekonomisini dolandırmaktan ve tabi milyonlarca insanın hakkını gasbetmekten çekinmediler. (Türkiye’de yaşanan yolsuzluklar da hepimizin malumu!)

Maddi refahın getirdiği daha fazla kazanma güdüsü, Amerika gibi ülkelerde fakirliğin ve yokluğun daha saldırgan, vahşi ve kontrolsuz hale gelmesine yol açıyor. Fakirlik Türkiye dahil dünyanın pek çok ülkesinde var. Fakat Amerika’daki fakirlik, ürküntü verecek derecede insanîlikten uzak ve vahşi bir kimliğe sahip. Amerikan şehirlerinin fakir mahallelerinde işlenen suçların ne keyfiyet ne de kemmiyet açısından diğer dünya ülkeleriyle kıyaslanması mümkün değil. 10 dolar için insanların birbirlerini öldürdüğü ilk ve belki de tek ülkenin Amerika olması, şüphesiz bir tesadüf değil. Bu dünyada yalnız olduklarına inandırılan insanlar, emeklerinin karşılığını da yine bu dünyada ve gecikmeden görmek istiyorlar. Bu gerçekleşmediği zaman ya umutsuzluk ve inkâr girdabına giriyorlar ya da sınır tanımaz bireyciliklerinin kölesi olup saldırgan ve kaba varlıklar haline geliyorlar.

TEVEKKÜL VE ALLAH’A GÜVEN

Tevekkül fikrinin özünde Allah’a güven olduğundan, dinî hassasiyetten yoksun insanların mütevvekil bir ruh haline sahip olması oldukça zordur. Bu insan tipinin kalbî itminana ve sükunete ulaşması da mümkün değildir. Ancak tevekkül, yani Cenab-ı Hakk’a kalb-i selim ile teslim olmak insana maddi refahın veremeyeceği bir huzur ve mutluluk sağlayabilir. Bu yüzden tevekkül, tebdiri elden bırakmak ve kaderci olmak demek değildir. Bilakis tevekkül, insanın Cenab-ı Hakk’ın koyduğu kurallar ve evrensel nizam içerisinde O’nun nimet ve hikmetini aramasıdır. “Önce deveni bağla, sonra tevekkül et” ilkesi, bu espiriyi özlü bir şekilde ifade eder. Fakat tevekkülün yapısal olarak işlevsiz hale geldiği toplumlarda, insanlar her şeyin karşılığını kendilerinden beklerler.

Bunun yol açtığı manevi açlık, bugün ileri sanayi toplumlarında onlarca sosyal ve ahlâkî hastalık olarak ortaya çıkıyor. Modern toplumlarda gördüğümüz stres hastalığı ve psikolojik dengesizlik, bu güvensiz ruh halinin tezahürlerinden sadece birkaçı. Tevekkülden habersiz olmak manevi açlığa, manevi açlık psikolojik yalnızlık ve dengesizliğe sürüklüyor. Ve insan kendini bir anda bir kısır döngünün içerisinde bulabiliyor. ‘Gelişmekte olan’ İslâm ülkelerine de sirayet eden bu manevi hastalığın üzerinde hepimizin hassasiyetle durması ve tevekkül ruhunu yeniden ihya etmesi gerekiyor.


Kaynak Belirtmeden Yayınlamak Yasaktır.Kaynak Nedir ?: Her hakkı saklıdır© [url]www.kasriarifan.com[/url]
__________________
[/color][/b]

Konular