Mustafa Ulusoy ile Ölüm Korkusu Üzerin
[b][color=darkblue]Mustafa Ulusoy ile “Ölüm Korkusu” Üzerine
Ölüm korkusu deyince, nedense zihin hemen anormal algılamasına kayıyor. Oysa ölüm ve ölüm korkusunu “yapıcı bir kuvvet” olarak tanımlayanlar da var. Örneğin, Irvin Yalom bunlardan biri. Başka bir düşünür, “Eğer ölüm olmasaydı, insanlar onu icad ederdi” diyor. Siz, ölüm ya da ölüm korkusunun yapıcı bir kuvvet olmasından ne anlıyorsunuz?
İnandığım şey şu: evrende hiç bir şey, hiç bir varlık, hiç bir olay, hiç bir durum ve insanın yaşadığı hiç bir duygu gereksiz değildir. Varolan herşey anlamlı, önemli, değerli ve hikmetlidir. Bu genel çerçeveden bakınca ölüm korkusu denilen şey de hikmetlidir. Ölüm hayatı kuran zenberektir. Ölüm bize hayatı önemseten bir işaret, varolmanın değerini gösteren bir simge, yaşamın gerçekliğini işaretleyen bir gerçektir.
Acaba sıhhatli ölüm kavrayışı ile marazi ölüm kavrayışı arasında bir eşik noktası var mı? Hangi noktadan (eşikten) sonra ölüm kavramı, insanı ruhen hasta ediyor?
Bu soruyu önce ölüm dışında bir korku üzerinden açıklamaya çalışmak isterim. Bir insan düşünün. Kadıköyden Eminönüne vapurla geçecek. Hava koşulları uygun bir gün. Ya vapur batarsa şeklinde bir vehimle, korku ile vapura binmemek marazi bir durumdur. Vapurun batma ihtimali yok mudur? Vardır ama olasılık çok çok düşüktür. Fırtınalı bir günde bir insanın vapura binmekten korkması ve binmemesi ise vehmi bir durum değil, gerçeklik olasılığı yüksek bir tehlikeden kaçınma durumudur ve sağlıklıdır.
Bunu ölüm korkusunua uyarlamak nispeten zorsa da: ölümü kesin bir belirsizlik, yokluk, hiçlik olarak algılamaktan doğan bir korku marazi ruh halini doğuruyor. Ölüm sonrasına daha iyi hazırlanmayı teşvik edecek bir ölüm korkusu ise sağlıklı bir hal gibi geliyor bana.
Biraz daha açmak adına, Mevlana’nın deyişiyle “düğün günü” olarak görülemese bile, kimlerin ölüm kavramının altında ezilmeyeceğini söyleyebilir misiniz? Daha doğrusu, hangi düşünceye sahip olan insanlar ölümle halleşebilir?
Şimdi burada asıl söz konusu olanın ölüm olduğu kanaatini taşımıyorum. Asıl olan ebedi, sonsuz bir hayatın namzedi olduğuna kişinin derin bir inancı ve yaşamını da buna göre düzenleme eylemi bana daha elzem görünüyor. Ölüm lafını ortadan kaldıralım bir an için ve iki bakış açısı düşünelim. Birin de insan süreli bir yaşamı yaşıyor ve sonra kısa süreli bir olay yaşayıp birden yoklara karışıyor. İkincisinde ise süreli bir yaşamdan sonra bir an, bir hal yaşıyor ve fakat sonsuz bir hayata devam ediyor. İşte ölüm bu süreli yaşamdan hemen sonra yaşanan kısa süreli bir hal ise; birinci insan için yoklara kavuştuğu ânın, diğerinde ise sonsuzluğun başlangıcını temsil ediyor. Herhalde ölümle halleşmede ikinci düşüncenin daha fazla işe yarayacağını söyleyebiliriz.
Sadece ölüm korkusundan ileri gelen ruhi hastalıklar var mı? Örneğin, panik atak için böyle bir şey söyleyebilir miyiz? Bu rahatsızlığı olan tanıdığım biri, sırf parmak uçları uyuştuğu için öleceğini düşünüyordu.
Aslında derinlemesine bir incelemede bir çok psikiyatrik durumun içine şöyle veya böyle ölüm korkusu sızar. Şu sıralarda ölüm üzerine yazdığım bir romanın yanında böyle bir çalışmanın içindeyim. Yani psikiyatrik rahatsızlıklara sinmiş olan ölüm korkusunu kitaplaştırmak istiyorum. Bariz şekilde ölüm korkusu olan rahatsızlık ise panik atak dediğimiz rahatsızlıktır. Burada kişi, atağı yaşadığı an ölmek üzere olduğunu düşünür. Bunu düşünmekte çok haksız değildir. Çünkü bunu düşünmeye sevkedecek bir çok bedensel belirti de yaşar o kişi.
Okuyucuya faydası olacağını düşündüğüm bir soru daha sormak istiyorum. Tanıdığım bazı eğitimciler, ilkokulda ölüm korkusu taşıyan ve bu yüzden ders performansı düşük olan çocuklardan söz ediyorlar. Özellikle tek çocuklu ailelerde, çocuk küçük yaşlarda yakın çevresinde bir ölüm yaşamışsa ölüm korkusu ciddi sorunlara yol açabiliyor. Bu tür ailelere ne tavsiye edersiniz? Çocuklarına nasıl yaklaşmalılar?
Özellikle çocuklarda ölüm korkusu zannedildiğinden de daha sık, hatta rahatlıkla çok çok sık olduğunu söyleyebilirim; ve dahi, çocukların ruhu için çok acıtıcı bir tecrübe olduğunu da ilave etmeliyim. Ebeveynler çocuklarının ölüm ile ilgili sorularını nasıl yanıtlayacaklarını gerçekten bilmiyorlar ve konunun üzerini örtüyorlar. Çocukların ölüm konusunda rahat hissetmesinin temelde iki yolla mümkün olacağını zannediyorum. Birincisi sağlam bir Yaratıcı inancı, diğeri de sonsuz bir hayat inancı. Kuşu ölen bir çocuğa sadece “kuşun cennete gitti, orada buluşacaksınız” denmesi çocuğu bir ölçüde rahatlatacaktır. Bazen de şu itirazı yapabilecektir: Allah benim kuşumu neden aldı? Öncelikle hepimizin kalbinin şuna teslim olması gerekir: Kuş—ve dahi evrendeki herşey Onundur, Yaratıcınındır, bize herşey emanet olarak verilmiştir, Yaratıcı sahip olduğu varlıklar üzerinde mutlak tasarruf hakkına sahiptir. Böylesi bir teslimiyete sahip olan bir kalp ancak ölüme teslim olabilir. Herşeyin Mutlak Sahibi O ise ölümü bizim için bir sorun olmaktan çıkaracak da Odur. Evradı Kudsiye duasının içindeki bir cümle çok hoşuma gider: Kabirde, haşirde, sırat köprüsünde Allah bize yeter. Gerçekten çok hoş bir duadır bu. Bununla birlikte imanın diğer rükünleri de ölüm konusunda hem çocuklara hem bize teslimiyet sağlamada yardımcı olur. Özellikle meleklere ve kadere iman.
Tabi, kısa bir röportajda, sizi de bulmuşken, olabildiğince farklı sorular sormaya çalışıyorum. O sebeple, biraz da günümüzde iyice kendini hissettiren küresel ısınma gibi afetlere gelmek istiyorum. Galiba, bunlar da üzerinde yaşadığımız dünyamızın ölümüne yaklaştığını haber veriyor. Okuduğum bir haberde, küresel ısınma haberleri yüzünden çocukların psikolojileri bozulduğu yazıyordu. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz? Bozulan çevre, ölüm fikrini şüphesiz daha çok akla getiriyor.
Modern yaşam paradigmaları bir yandan bizlere bu dünyada yalancı ve hilekarlıkla dolu sonsuzluk vaadi sunarken, bir yandan da düyanın kendisinin ve içindeki varlıkların süreli bir yaşamın sahibi olduklarını daha çok kalbimize ve ruhumuza hissettiriyor. Şifa veriyorum derken, hastalığı üretiyor adeta. Küresel ısınma haberleri yapılırken korku ve vehim üretiliyor.
Küresel ısınma haberlerinden “Hayat ve herşey fanidir” ya da “her nefis ölümü tadacaktır” gerçekliğine dair bir şey duymuyoruz. Sanki dünya ebedi ve sonsuz bir yer ve dünyanın bu kalıcılığına dair bir tehlike varmış gibi bilgi üretiliyor.
Benim kızlarım da ilkokuldaki derslerde küresel ısınma konusundan muzdarip olmuşlardı ve uzun süre onlara: Bizim Rabbimiz herşeye kudreti yeter, biz kendimizi Ona teslim edelim, bizim için hayırlı ne ise Onu yaratır, bize sunar, biz bize düşeni yapalım, daha iktisatlı yaşamaya çalışalım, diye konuşmak durumunda kalmıştım.
Son olarak, eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Ölmek bir sorun değildir bana göre. Sorun, sonsuz bir hayatı kazanıp kaybetme sorunudur. Yüzde yüz ebedi olarak cenneti kazanma garatisine sahip olsak hangi birimiz ölümden korkarız ki? Bir an önce ölmeyi dahi arzu ederiz.
Şunu unutmamalıyız ki:
Herşeyin Yaratıcısı O olduğu gibi ölümün de yaratıcısı O’dur. Ölüm bize kendiliğinden, raslantısal olarak gelen bir hal değildir. Ölüm dahi hayat nasıl yaratılıyorsa o da yaratılır. Belki de hayatla ölümün en temel ortak noktası budur. Hayatı güzel, latif, düzenli, hayırlı olarak yaratan Yaratıcı ölümü de öyle yaratacaktır.
Son bir cümle olarak:
Ölüm kötü bir yaşantı olsaydı meleklerin eliyle gerçekleşmezdi diye düşünürüm bazen. Ölüm meleklerle daha yakından karşılaşacağımız bir andır. Yeter ki kalbimiz ebedi hayatın varlığına ve O hayatı bize verecek Yaratıcıya teslim olsun. Bu olabilirse ölüm dediğiniz nedir ki?
Ömer Baldık
[url]www.zafer.com/[/url][/color][/b]
Ölüm korkusu deyince, nedense zihin hemen anormal algılamasına kayıyor. Oysa ölüm ve ölüm korkusunu “yapıcı bir kuvvet” olarak tanımlayanlar da var. Örneğin, Irvin Yalom bunlardan biri. Başka bir düşünür, “Eğer ölüm olmasaydı, insanlar onu icad ederdi” diyor. Siz, ölüm ya da ölüm korkusunun yapıcı bir kuvvet olmasından ne anlıyorsunuz?
İnandığım şey şu: evrende hiç bir şey, hiç bir varlık, hiç bir olay, hiç bir durum ve insanın yaşadığı hiç bir duygu gereksiz değildir. Varolan herşey anlamlı, önemli, değerli ve hikmetlidir. Bu genel çerçeveden bakınca ölüm korkusu denilen şey de hikmetlidir. Ölüm hayatı kuran zenberektir. Ölüm bize hayatı önemseten bir işaret, varolmanın değerini gösteren bir simge, yaşamın gerçekliğini işaretleyen bir gerçektir.
Acaba sıhhatli ölüm kavrayışı ile marazi ölüm kavrayışı arasında bir eşik noktası var mı? Hangi noktadan (eşikten) sonra ölüm kavramı, insanı ruhen hasta ediyor?
Bu soruyu önce ölüm dışında bir korku üzerinden açıklamaya çalışmak isterim. Bir insan düşünün. Kadıköyden Eminönüne vapurla geçecek. Hava koşulları uygun bir gün. Ya vapur batarsa şeklinde bir vehimle, korku ile vapura binmemek marazi bir durumdur. Vapurun batma ihtimali yok mudur? Vardır ama olasılık çok çok düşüktür. Fırtınalı bir günde bir insanın vapura binmekten korkması ve binmemesi ise vehmi bir durum değil, gerçeklik olasılığı yüksek bir tehlikeden kaçınma durumudur ve sağlıklıdır.
Bunu ölüm korkusunua uyarlamak nispeten zorsa da: ölümü kesin bir belirsizlik, yokluk, hiçlik olarak algılamaktan doğan bir korku marazi ruh halini doğuruyor. Ölüm sonrasına daha iyi hazırlanmayı teşvik edecek bir ölüm korkusu ise sağlıklı bir hal gibi geliyor bana.
Biraz daha açmak adına, Mevlana’nın deyişiyle “düğün günü” olarak görülemese bile, kimlerin ölüm kavramının altında ezilmeyeceğini söyleyebilir misiniz? Daha doğrusu, hangi düşünceye sahip olan insanlar ölümle halleşebilir?
Şimdi burada asıl söz konusu olanın ölüm olduğu kanaatini taşımıyorum. Asıl olan ebedi, sonsuz bir hayatın namzedi olduğuna kişinin derin bir inancı ve yaşamını da buna göre düzenleme eylemi bana daha elzem görünüyor. Ölüm lafını ortadan kaldıralım bir an için ve iki bakış açısı düşünelim. Birin de insan süreli bir yaşamı yaşıyor ve sonra kısa süreli bir olay yaşayıp birden yoklara karışıyor. İkincisinde ise süreli bir yaşamdan sonra bir an, bir hal yaşıyor ve fakat sonsuz bir hayata devam ediyor. İşte ölüm bu süreli yaşamdan hemen sonra yaşanan kısa süreli bir hal ise; birinci insan için yoklara kavuştuğu ânın, diğerinde ise sonsuzluğun başlangıcını temsil ediyor. Herhalde ölümle halleşmede ikinci düşüncenin daha fazla işe yarayacağını söyleyebiliriz.
Sadece ölüm korkusundan ileri gelen ruhi hastalıklar var mı? Örneğin, panik atak için böyle bir şey söyleyebilir miyiz? Bu rahatsızlığı olan tanıdığım biri, sırf parmak uçları uyuştuğu için öleceğini düşünüyordu.
Aslında derinlemesine bir incelemede bir çok psikiyatrik durumun içine şöyle veya böyle ölüm korkusu sızar. Şu sıralarda ölüm üzerine yazdığım bir romanın yanında böyle bir çalışmanın içindeyim. Yani psikiyatrik rahatsızlıklara sinmiş olan ölüm korkusunu kitaplaştırmak istiyorum. Bariz şekilde ölüm korkusu olan rahatsızlık ise panik atak dediğimiz rahatsızlıktır. Burada kişi, atağı yaşadığı an ölmek üzere olduğunu düşünür. Bunu düşünmekte çok haksız değildir. Çünkü bunu düşünmeye sevkedecek bir çok bedensel belirti de yaşar o kişi.
Okuyucuya faydası olacağını düşündüğüm bir soru daha sormak istiyorum. Tanıdığım bazı eğitimciler, ilkokulda ölüm korkusu taşıyan ve bu yüzden ders performansı düşük olan çocuklardan söz ediyorlar. Özellikle tek çocuklu ailelerde, çocuk küçük yaşlarda yakın çevresinde bir ölüm yaşamışsa ölüm korkusu ciddi sorunlara yol açabiliyor. Bu tür ailelere ne tavsiye edersiniz? Çocuklarına nasıl yaklaşmalılar?
Özellikle çocuklarda ölüm korkusu zannedildiğinden de daha sık, hatta rahatlıkla çok çok sık olduğunu söyleyebilirim; ve dahi, çocukların ruhu için çok acıtıcı bir tecrübe olduğunu da ilave etmeliyim. Ebeveynler çocuklarının ölüm ile ilgili sorularını nasıl yanıtlayacaklarını gerçekten bilmiyorlar ve konunun üzerini örtüyorlar. Çocukların ölüm konusunda rahat hissetmesinin temelde iki yolla mümkün olacağını zannediyorum. Birincisi sağlam bir Yaratıcı inancı, diğeri de sonsuz bir hayat inancı. Kuşu ölen bir çocuğa sadece “kuşun cennete gitti, orada buluşacaksınız” denmesi çocuğu bir ölçüde rahatlatacaktır. Bazen de şu itirazı yapabilecektir: Allah benim kuşumu neden aldı? Öncelikle hepimizin kalbinin şuna teslim olması gerekir: Kuş—ve dahi evrendeki herşey Onundur, Yaratıcınındır, bize herşey emanet olarak verilmiştir, Yaratıcı sahip olduğu varlıklar üzerinde mutlak tasarruf hakkına sahiptir. Böylesi bir teslimiyete sahip olan bir kalp ancak ölüme teslim olabilir. Herşeyin Mutlak Sahibi O ise ölümü bizim için bir sorun olmaktan çıkaracak da Odur. Evradı Kudsiye duasının içindeki bir cümle çok hoşuma gider: Kabirde, haşirde, sırat köprüsünde Allah bize yeter. Gerçekten çok hoş bir duadır bu. Bununla birlikte imanın diğer rükünleri de ölüm konusunda hem çocuklara hem bize teslimiyet sağlamada yardımcı olur. Özellikle meleklere ve kadere iman.
Tabi, kısa bir röportajda, sizi de bulmuşken, olabildiğince farklı sorular sormaya çalışıyorum. O sebeple, biraz da günümüzde iyice kendini hissettiren küresel ısınma gibi afetlere gelmek istiyorum. Galiba, bunlar da üzerinde yaşadığımız dünyamızın ölümüne yaklaştığını haber veriyor. Okuduğum bir haberde, küresel ısınma haberleri yüzünden çocukların psikolojileri bozulduğu yazıyordu. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz? Bozulan çevre, ölüm fikrini şüphesiz daha çok akla getiriyor.
Modern yaşam paradigmaları bir yandan bizlere bu dünyada yalancı ve hilekarlıkla dolu sonsuzluk vaadi sunarken, bir yandan da düyanın kendisinin ve içindeki varlıkların süreli bir yaşamın sahibi olduklarını daha çok kalbimize ve ruhumuza hissettiriyor. Şifa veriyorum derken, hastalığı üretiyor adeta. Küresel ısınma haberleri yapılırken korku ve vehim üretiliyor.
Küresel ısınma haberlerinden “Hayat ve herşey fanidir” ya da “her nefis ölümü tadacaktır” gerçekliğine dair bir şey duymuyoruz. Sanki dünya ebedi ve sonsuz bir yer ve dünyanın bu kalıcılığına dair bir tehlike varmış gibi bilgi üretiliyor.
Benim kızlarım da ilkokuldaki derslerde küresel ısınma konusundan muzdarip olmuşlardı ve uzun süre onlara: Bizim Rabbimiz herşeye kudreti yeter, biz kendimizi Ona teslim edelim, bizim için hayırlı ne ise Onu yaratır, bize sunar, biz bize düşeni yapalım, daha iktisatlı yaşamaya çalışalım, diye konuşmak durumunda kalmıştım.
Son olarak, eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Ölmek bir sorun değildir bana göre. Sorun, sonsuz bir hayatı kazanıp kaybetme sorunudur. Yüzde yüz ebedi olarak cenneti kazanma garatisine sahip olsak hangi birimiz ölümden korkarız ki? Bir an önce ölmeyi dahi arzu ederiz.
Şunu unutmamalıyız ki:
Herşeyin Yaratıcısı O olduğu gibi ölümün de yaratıcısı O’dur. Ölüm bize kendiliğinden, raslantısal olarak gelen bir hal değildir. Ölüm dahi hayat nasıl yaratılıyorsa o da yaratılır. Belki de hayatla ölümün en temel ortak noktası budur. Hayatı güzel, latif, düzenli, hayırlı olarak yaratan Yaratıcı ölümü de öyle yaratacaktır.
Son bir cümle olarak:
Ölüm kötü bir yaşantı olsaydı meleklerin eliyle gerçekleşmezdi diye düşünürüm bazen. Ölüm meleklerle daha yakından karşılaşacağımız bir andır. Yeter ki kalbimiz ebedi hayatın varlığına ve O hayatı bize verecek Yaratıcıya teslim olsun. Bu olabilirse ölüm dediğiniz nedir ki?
Ömer Baldık
[url]www.zafer.com/[/url][/color][/b]
Konular
- Yaptıklarımızın Hesabını Vermeye Hazırlıklı Mısınız.
- Kur'an Nasıl Bir Devlet Yönetimini Öneriyor.
- Kendimize Rab lar Edindiğimizin Farkında Bile Değiliz.
- Sesli düşler
- Ömürden Kaybolan Bir Senemiz
- Yardıma ihtiyacım var
- Hakan Kenan Hoca
- Türkiye'nin Gururu Lingerium
- Zorunlu Trafik Sigortası
- Kur'an ın Bizlere İndirilme Amacını Doğru Anlamalıyız.
- Rivayetleri Aklamak Adına, Kur'an a Saygısızlık Yapmayalım.
- Allah ın Affetmesi, Şefaati Konusunu Nasıl Anlamalıyız.
- Hac Suresi 47, Zümer Suresi 42. Ayetlerin. Ölüm Ve Rüya İlişkisi.
- Allah ın Sınırlarını Aşarak, Kafirlerden Olmak İstemiyorsak.
- Kur'an neden arapça indirilmiştir. Zuhruf 2-3. Fussilet 44. Ayet.
- Elbette tek vatan bö-lü-ne-me----yiz
- Bizleri dinden saptıran en büyük yanlışımız.
- Çalışanlarınızın network trafiğini DeskGate ile inceleyin
- DeskGate en iyi sirket guvenlik programi
- Pekala ölmüyormuyuz
- Siber saldırı ve afetlere karşı veri yedekleme yazılımı DeskGate
- Işsizlik sel gibi
- Ad adres telefon
- Nuhilik (noahidizm)
- Isa beklenen yahudi mesih midir?
- Cümle kapısı..
- Karagöz İle Hacivat Konuşmaları 3
- Nasreddin Hoca Fıkraları
- Allah ın resulünün bizlere örnek oluşunu, hangi kaynaktan öğrenmeliyiz?
- Ayşecik İle Yasemin Sultan