Hind Diyarındaki Osmanlı Ateşi

[color=blue]Hind Diyarındaki Osmanlı Ateşi

Mustafa ARMAĞAN


Türkiye’ye yönelik şaşırtıcı bir sempati dalgası, Hint Müslümanlarını canlandırdı. Tüm Hindistan, bu sempatiyi ve şiddetli arzuyu duydu, fakat, bu, Müslümanlar için daha keskin [bir arzu] idi. Hint Cumhurbaşkanı Nehru1
Osmanlılar ile Hint Müslümanları arasındaki siyasî ilişkilerin tarihi en fazla 16. yüzyıla kadar geri götürülürse de, Müslüman dünyanın bu iki parçası arasındaki irtibatlar, uzun bir süre dinî, tasavvufî, ticarî ve kültürel bir zeminde çok önceden başlamış ve bu güne kadar sürüp gelmiştir.
Nihayet 16. yüzyıl başlarında Timur’un torunlarından Babür Han’ın kurduğu devlete silah ve mühimmatın yanında topçu ve tüfenkci ustalarının gönderilmesiyle başlayan ilişkilerin ardından Hint Okyanusu’na yabancı bir aktör olarak giren Hıristiyan Portekiz deniz kuvvetlerine karşı bölge Müslümanlarını bir tür himayeye dönüşen siyasî ilişkiler ciddiyet kesb etmiştir. Nitekim Kanuni döneminde Osmanlı ordusundan bazı topçular Babür’ün hizmetine giderek ordusuna top döküm tekniğini ve tüfek yapımını öğretmişler, dahası, Hint askerlerine, savaşlarda top ve tüfek kullanmanın eğitimini vermişler ve Mohaç’tan birkaç ay evvel cereyan eden savaşta Babür kuvvetlerinin Delhi’ye girmesi, “Rûmî” denilen Osmanlı asker ve subaylarının desteğiyle gerçekleşmişti.
Kaynakların bildirdiğine göre, Osmanlılarla ilk düzenli diplomatik münasebetler Şah Cihan (1627-1658) tarafından başlatılmıştır… IV. Murad’a bir mektup… yazan Şah Cihan[’ın]… Osmanlı Sultanı için kullandığı ifadeler oldukça dikkat çekicidir: “Müslüman sultanların hânı, hilâfet makamı için Allah tarafından seçilmiş ve Müslüman krallıklar arasında birliğin tesis edicisi.”2
Tabii kültürel etkileşimin uçlarına dokunabiliriz: İmam Rabbânî’nin Mektubât’ı ve Fetavâ-ı Âlemgirî asırlar boyunca Osmanlı coğrafyasında çınlarken, Mesnevî çift taraflı yankılanıyor ve Mimar Sinan’ın kalfası Yusuf Usta, Agra ve Delhi şehirlerine Osmanlı’dan görkemli izler düşürmekle meşguldür.3
1857 yılında Hint Müslümanlarının başını çektiği büyük ayaklanmanın (İngilizcedeki yaygın adlarıyla Sepoy Mutiny veya Indian Mutiny) arkasındaki ana muharrik, 1856 yılında sona eren Kırım Savaşı’nda İngiltere ve Fransa’nın yardımıyla dahi olsa, İslam âleminin reisi mevkisinde bulunan Osmanlı Devleti’nin, bir başka sömürgeci dünya devi ve Doğu İslamının korkulu rüyası olan Rusya karşısında aldığı galibiyet olmuştur.
Aynı şekilde Osmanlı Devleti’nin Ruslara karşı ‘93 (1877-1878) Harbi’nde uğradığı yenilgiye bizler gibi onlar da ağıtlar yaktılar, gözyaşıyla yazılmış şiirler döktürdüler ve Türkiye’deki hemen her kıpırdanışı kalplerinde büyük bir umutla yankılandırdılar, çoğalttılar, köpürttüler. (Nitekim Bhopal Nevvâblığının kraliçesi Şah-ı Cihan Begim’in (1868-1901) ikinci kocası büyük bilgin Nevvâb Seyyid Muhammed Sıddık Hasan Han’ın Sultan II. Abdülhamid’in yakın adamlarından Şeyh Mehmed Zafir Efendi’ye yazdığı mektuplarda yardım için gönderilen paralar ve hediyelerden bahsedilmektedir.“4
Keza Sultan II. Abdülhamid’in Hicaz Demiryolu girişimi için açtığı yardım kampanyası en ateşli destekçilerini Hindistan Müslümanları arasında bulacaktı. El-Vekil ve el-Vatan gibi gazeteler yapılacak bu yeni demiryolu hattından övgüyle söz ediyor, Hindistan Müslümanlarını bu ‘kutsal hattın’ gerçekleştirilmesi için maddî yardıma çağırıyorlardı.5 Bu amaçla merkezi Haydarabad’da bulunan, diğer birçok şehirde de şubeleri açılan Hicaz Demiryolu Merkez Komitesi kurulmuş ve bağış toplamışlardı. Faaliyetlerin başını, Muhammed İnşallah adlı gayretli bir Hintli Müslümanın çektiğini biliyoruz. Bu zat kendini ‘projenin babası’ olarak görüyordu. 1 Eylül 1908’de hat Medine’ye ulaştığında ise bunu Müslümanlığın kuvve-i maneviyesini ortaya çıkardığı vurgulanmış ve hazırlanan metin, camilerde dua edildikten sonra okunmuştu.
1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet’in, onların da bizimkilere benzer umutlar beslemelerine yol açtığını görüyoruz. Trablusgarb ve Balkan savaşlarındaki yenilgilerimiz, tıpkı bizim moralimizi bozduğu gibi onların da morallerini bozdu. Yenilgimiz bile, Muhammed İkbal’in bir şiirinde Trablusgarb’da şehit düşen Mehmetçiğin kanını Hz. Peygamber’e ‘dünyadan getirebildiği en değerli hediye’ olarak takdimine engel olamadı. Çanakkale ve Kûtü’l-‘Amâre zaferlerinde bizimle birlikte sevinç gözyaşlarına boğuldular. Nihayet Kurtuluş Savaşı, onların âleminde de yeni bir kurtuluş çerağını uyandırdı. Demek ki, Müslümanlar kurtulabiliyorlarmış dediler ve bu bir umut meşalesini sönmemecesine yaktı mazlum gönüllerinde.
Bu uyandırıcı etki dalgasını Pakistanlı bir araştırmacı aşağıdaki sözlerle dile getirmiştir:
Savaş [Birinci Dünya Savaşı], hem Hindistan ve hem de Türkiye’nin ulusal uyanışında bir dönüm noktasına işaret etti. Kitleler arasında yeni güçleri ortaya çıkaran ve özgürlük hareketlerini bilmeyerek de olsa özendiren bir uyanış yarattı... Hindistan ve Türkiye, halk kitlelerine kadar uzanan ortak bir yakınlık (benzeşme) ve etkileşimin fark edilebilir bir örneğini birlikte sundular.6
Hint Müslümanları, savaş yıllarındaki nakdî yardımları, çoluk çocuklarının boğazından artırarak gönderiyorlardı Anadolu’daki Milli Mücadele’ye. Sonuçta İş Bankası’nın sermaye temellerinde bile Hint Müslümanlarının yardım olarak gönderdikleri helal paraların yattığını unutmayalım.7
Savaş sonrası Türkiye’deki gelişmeler de Hint yarı kıtasında o kadar yakından ve heyecanla takip edilmişti ki, Pakistan’ın efsanevî değeri, şair ve mütefekkir Muhammed İkbal bile Fethi Okyar ve arkadaşlarının başında bulundukları Serbest Fırka’nın kuruluşundan (1930) büyük heyecana kapılmış ve yazılarında bu liberal partiye duyduğu derin sempatiyi gizlememişti.
Buna karşılık, Pakistan kurulduğunda onu ilk tanıyan devletlerden biri de Türkiye olmuştu. Bugün Mevlânâ türbesinin yanı başında sessiz sedasız duran Muhammed İkbal’in mermer makamı, her iki ülke halkı ve bu iki büyük gönül arasındaki ebedî beraberliğin en somut simgesini oluşturmaktadır.

Dipnotlar:
1-Aktaran: Muhammad Sadıq, “Türk devrimi ve Hint özgürlük hareketi”, Atatürk’ün Düşünce ve Uygulamalarının Evrensel Boyutları, 2 Kasım - 6 Kasım 1981 Uluslararası Sempozyum, Ankara 1983, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, s. 218. 2-Azmi Özcan, “Babürlüler ve Babürlü-Osmanlı devletleri arasındaki ilişkiler”, XV ve XVI, Asırları Türk Asrı Yapan Değerler, 2. baskı, İstanbul 1999, İSAV-Ensar Neşriyat, s. 59. 3-Bernard Lewis’in “The Mughals and the Ottomans” (Pakistan Quarterly, VII, 2, 1968, s. 5) adlı makalesinden aktaran: Özcan, agy, s. 60. 4-1876-77 Türk-Rus Savaşı’nda Pâkistan’ın Türkler’e yardımı”, Hayat Tarih Mecmuası, Sayı: 11, Aralık 1965, s. 19-22.) 5-Murat Özyüksel, Hicaz Demiryolu, İstanbul 2000, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s. 69, özellikle 86-93 ve 160.6-Sadıq, agy, s. 216. 7-Bkz. Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşının Malî Kaynakları, Ankara 1974, Maliye Bakanlığı Ellinci Yıl Yayınları, s. 563. 8-Çeviri Abdülkadir Karahan’a aittir. Bkz. Doğudan Gelen Ses: İkbal, 2. baskı, İstanbul 2001, Ufuk Kitapları, s. 113-114.[/color]

[url]www.yenidunyadergisi.com/[/url]