Islam anneleri 1

'İslam Anneleri'-Hz. Amine (r.a) Konferansı
ONK. DR. HALUK NURBAKİ

Sonsuz güzelliğinin, sonsuz enfüslerinde, kendi güzelliğinin aşkını yaşayan Rabbim. Hamd-ü senalar olsun ki, sevgilinin annesini bize andırıyorsun. Ya AMİNE bizi affet. Biz sana layık değiliz, ama lütfettin, ihsan ettin, kendini anlatma fırsatı verdin. Selamun aleyküm. Bugünü manadan seyretmeye gelen ruhlar ve siz sayın müminler! Allah hepinizden razı olsun.
Fahr-i Kainat Efendimizin yani Allah sevgilisinin dünyaya intikali Cenab-ı Hak'kın gönlünde murad edildiği zaman, bütün ruhların içerisinde büyük bir niyaz yarışması vardı. Acaba bu intikale vesile olacak anne kim olacaktı, bu manevi laboratuar içerisinde böyle bir seçime kim layık olacaktı? Efendimize aşık bütün ruhlar titreyerek bekliyorlardı. Cenab-ı Hak kimi tercih edecekti?
Cenab-ı Hakk'ın o akıl almaz sırrı ile gönül özünde tesbit ettiği bir büyük cevher vardı ki, Fahr-i Kainat Efendi¬mizin dünya mekanına intikalinde ancak o vazife alabilirdi ve Amine annemiz hilkatin (yaratılışın) şaheseri olarak o anda tesbit edildi. İnanır mısınız o yarışmada birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü olabilmek sırrına ermek, Fahr-i Kainata hizmet fırsatı bulabilmek için nice ruhlar çırıpındılar durdular.
Bu çırpınan ruhların içerisinde Hz. Âmine annelik makamını kaptı. Bize de biraz fırsat ver Yarabbi diye niyaz edenlerin içerisinde Hz. Halime, Hz. Şifa, Hz. Ubeyde ve Hz. Ümmü Eymen ikinci derece ikramiyeleri kaptılar. Çünkü inşaallah manada göreceğiz ki, değil Rasulüllah'a bu kadar yakın olmak, uzaktan eteğinin tozuna bile sarılmak Allah sırrına yakın olmanın en büyük hazzıdır.
Cenab-ı Hak'kın, Fahr-i Kainat Efendimizin etrafına ışık ışık sıraladığı bu galaksilerin öylesine sıradan bir gönül olma¬dığını ve her birisinin Allah'ın en büyük sırrı olan gönle ait bir ışık yakacağını, bunun içinde müstesna imtihanlar vereceğini unutmamak gerekir. Hz. Amine de bu sır etrafında dünya platformuna geldiği zaman çok büyük bir heyecan halinde sırasını beklerken Allah'ın büyük bir kompütür tezgahında dokuduğu özel bir hikmet vardı. O hikmet neydi?
YOLLAR AŞKINLA DOLSUN
Asıl olan Fahr-i Kainat Efendimizin gönlü, ruhu olmasına rağmen Cenab-ı Hak dayanılmaz bir aşkla sevdiği Fahr-i Kainat Efendimizin maddesini de çok ince mimari nakışlarla dokuyordu. Bunun için de Hz. İbrahim'e, Hz. İsmail'e çeşitli imtihanlar vermiş onların kanallarından da nâ-mütenahi analizler yapmış, hususi surette tercih ettiği nesli hazırlamak için benim habibimin geldiği kanalların hepsi nurla dolsun, bizzat taa ezelden ebede kadar yollar ışıkla dolsun diye nâ-mütanahi zarif insanları seçmiş ve onları hazırlamıştır.
Bir aşık şair der ki, Hz. Adem, Fahr-i Kainatın kendi neslinden~geleceğini hissedince, cennetteki yasak meyveye koştu, onu yedi. Tek benim neslimden alemlerin kendisi için yaratıldığı Hz. Muhammed (S.AV.) gelsin diye.
Mana aleminde Fahr-i Kainat Efendimizin öyle bir yeri vardır ki, tasavvur etmek mümkün değil. O çilenin içerisinde, o yaratılış senfonilerinin içerisinde Hz. İbrahim ayrı bir vazife aldı, onun çocukları ayrı bir vazife aldı. Zevkten, neşeden hazdan çıldıracak kadar mutlulardı. Allah bu mutluluğa, Efendimizin yeryüzüne intişarına ve intikalline ne kadar önem verdiğini anlatmak için Hz. İsmail'in oğluma rüyasında özel bir mesaj ile Fahire isminde bir Arap hanımıyla evleneceksin diye emir verdi. Fahire'yi bulabilmek için yıllarca çölde aradı. Aslında Cenab-ı Hak isteseydi Fahire'yi en yakında bulundururdu ama taşıyacağı emanetin kutsallığını anlatabilmek için taa kırk nesil önce nasıl titizlendiğini, Fahire'yi bir köşeye, eşini ayrı bir köşeye koyarak bir araya getirmek için bize gayreti ve zevki tanıtmak için yaptı bunu. Yıllarca arattırdı ve o nesil ta ki Hz. Berre'ye gelene kadar.
Hz. Berre'nin soyu arına arına o döneme kadar geldi. Bir taraftan da Haşimi soyundaki nizamı ve hikmetleri düzenlyerek o iki yüce insanı karşı karşıya getirip bunları arasından Fahr-i Kainat'ın nurunu intikal ettirmek içi Cenab-ı Hak kader çizgisini çizmiştir.
Nihayet Mekke'de Vehep isminde fevkalade zarif yapılı fevkalade cesur, cesur olduğu kadar merhametli bir zat, yine aynı derecede kıymetli Berre isminde bir annemizle tanışı evlendiler. İkisi birbirlerinin gözlerinin içine bakmaya dayanamıyorlardı. O kadar mutlulardı ki, her ikisi de her türlü şerden âli idiler. Bu çok önemlidir. O günün Mekke'sinde büyük felaket rüzgarlarından o kadar uzaktaydı ki herkesin dikkatini çekiyorlardı.
Hz. Vehep ve Berre birbirlerine o kadar sıcaklık duyorlardı ki, adeta görüşsek de selamlaşsak diye hasret çekelerdi. İçlerindeki manevi baskı, meydana gelecek büyük İlâhi nurun teşekkülü cazibe gibi çekiyordu onları.
HASRETLİ BEKLEYİŞ
Hz. Berre Hz. Veheb'in birbirlerini çok sevmelerine rağmen çocukları olmadı. Allah hazinesinden gelecek olan sır, çok intizarlar ve çok hasretle geldiği için büyük bir ibret olarak çocukları olmadı. Berre Sultanın o sonsuz güzelliği içerisinde nezaketi, merhameti, sabrı ve infakı çok meşhurdu. Elinde ne varsa dağıtan, her türlü hadisat karşısında fevkalade sabırlı, Allah'a isyan etmek şöyle dursun isyan görüntüsü vermekten korkan fevkalade zarif bir hali vardı.
Hz. Berre Allah'a karşı o kadar nazikti ki, "BEN KÜÇÜK ÇOCUKLARI SEVMEZSEM, ALLAH'A KARŞI AYIP EDERİM. FAKAT FAZLA SEVERSEM ACABA BANA NİYE VERMEDİN DİYE ALLAH'A BİR SİTEM OLUR MU" diye düşünürdü. Hz. Amine annemizi doğurana kadar rahat çocuk sevemedi. Hz. Berre Allah'a karşı olan saygısında işte böyle bir hususiyet taşıyordu. Allah'ın kaderine karşı elbette ki onlar gibi hassas olamayız ama hiç olmazsa sabırlı olmaya çalışmalıyız.
COŞTURAN MÜJDE
Hz. Berre ve Hz. Veheb her an Allah'ı konuşurlardı. Devamlı surette insanlara hizmet etmek isterler, devamlı surette infak ederlerdi. Nerede kimin ne derdi varsa mutlaka, Hz. Berre ve Hz. Veheb'in himayesini görürdü. Yıllarca çocuk bekledikten sonra bir gün Hz. Berre müjdeledi, hamileyim dedi. Hz. Berre'nin hamile olması ile büsbütün coştular. Hamilelik sona doğru yaklaşırken Hz. Berre'yi bir hüzün kapladlı. Hz. Veheb "HASTAMISIN, BİR DERDİN Mİ VAR" diye sorduğunda; "İÇİME BİR SIKINTI DÜŞTÜ , YA KIZ DOGURURSAM" diye cevap verdi.
O zamanki Arabistan motifini düşünün. Doğacak çocuk mutlaka erkek bekleniyor. Kızın gelmesi sanki bir süprüntü gibi mütalaa ediliyor. Hz. Veheb: "BUNCA SOHBETİMİZ, BUNCA GÖNÜLDAŞLIGIMIZA BEN BU SÖZÜ AYKIRI BULDUM. KIZ, ERKEK BENiM İÇiN FARK EDER Mi? İKİSİ DE ALLAH'IN EMANETİDİR, BENDE BİR FARK OLMAYACAĞINA DAİR ALLAH'A SÖZ VERİYORUM" dedi.
İSMİNİ SEN KOY
Hz. Amine doğduğu zaman kendisine soluk bir sesle kızınız oldu dediklerinde "HEMEN KAZANLAR KURULSUN, BÜTÜN ARABİSTAN'A ZİYAFET VERİYORUM" dedi. Hemen çocuğu aldı, Abdulmuttalip Hazretlerine götürdü "EY DOSTUM BUNUN İSMİNİ SEN KOY" dedi. Kızı ile iftihar etmek, ziyafetler vermek o zamanki Arap ananelerine göre o kadar ters bir şeydi ki" Cenab-ı Hak'kın projektörü o anda ışık ışık Hz. Abdulmuttalip'in üzerine çevrildi. Hz. Abdulmuttalip: "BUNUN ADI AMİNE'DİR" DEDİ VE SONRA "EY KAVMİM, EY MEKKELİLER BEN VEHEB KADAR HAYSİYETLİ BİR ADAM DAHA GÖRMEDİM. KIZ ÇOCUĞUNUN DOĞUMUNA ZİYAFET VERDİ. BU BİR REFORMDUR, BU ÇAG ATLAMAKTIR" dedi.
MARŞA BASMA
Hz. Amine annemiz yeryüzüne teşrif ettiği zaman kadınlar, kadınlık çağ atladı. O zamana kadar doğunca üzüntü duyulan hatta diri diri gömülen kadınlık sistemini Hz. Amine'nin babasının o latif, o zarif gönlü bir anda değiştirdi. O andaki Arap kavminin ve Asr-ı Saadet çağında doğacak pek çok hanımefendinin babaları tarafından itibar görmesini sağladı. Bu, bir marşa basma olayıydı.
Emin olun Hz. Veheb olmasaydı Asr-ı Saadette doğanlar dahil kadın hala itilip kakılacaktı. İşte böyle çok zarif ve ince bir zat'ın kerimeleri annelerin annesi, kainatın maddede doğurucusu (o bing bang dediğimiz teori yıldızları doğurmuş) ama manadaki büyük sırrın, Ruh-u Muhammed'in yeryüzüne intikaline vesile olan büyük doğum Hz. Amine'den olmuştur
BÜYÜK ŞAİR
Hz. Amine küçük yaştan itibaren hem maddi, hem manevi güzelliğiyle herkesin dikkatini çekiyordu. Dört yaşından itibaren şiirler yazmaya başladı. Gelmiş geçmiş en büyük şair Hz. Amine'dir. Her konuşmasını şiir şeklinde naklederdi. Başkalarıyla kıyas etmemek için isim vermiyorum ama Hz. Amine'nin bütün konuşmalarını toplasanız 10 ciltlik muazzam bir edebiyat hazinesi hasıl olurdu. Bu kendisinin elinde olan bir şey değildi. Gönlündeki zerafetten diline dökülen kelimeleri zarif çizgilere bürümek sırrına sahipti.
Hz. Amine annemiz Hz. Veheb ve Hz. Berre'nin himayesinde yaşarken o küçük yaşlarında bütün çocuklardan farklı bir görünümdeydi. Bu farklı görünüm güzelliğiyle beraber manasını da bir enerji gibi sarmıştı. Şöyle ki:
BAKANLAR HAYARAN OLUYORDU
Hz. Amine'nin çok güzel, çok akıllı, hali vakti yerinde biri olduğunu herkes bilirdi. O çağda, o ara kavminde böyle bir hanımefendiyle herkes evlenmek isterdi. Ona bakanlar hayran oluyordu ama kimse evlenme teklifi etmeye cesaret edemiyordu. Hatta dostluk bile teklif edemiyorlardı. Çünkü Hz. Amine Allah'la beraberdi, çok özel bir şey olmadıkça kimseyle konuşmak istemiyordu.
SEÇİLMİŞ KİŞİLER
Çok net, siyah, baktığı zaman yere düşürecek kadar güzel gözleri vardı. Yüzü, pembe soluk bir çehrenin içerisinde melek teni denen bir rengi temsil ediyordu. (Hz. Amine'nin teninin rengi meleklere nakşolmuştu yani melekler tenlerinin rengini Hz. Amine'den almışlardı.) Hz. Abdullah Efendimiz de tıpkı Hz. Amine annemiz gibi hesna-müstesna seçilmiş bir kişiydi.
VAAD NE OLDU?
Hz. Abdullah Efendimiz, Hz. Amine annemizden dört yaş büyüktü. O da bir seçkinlik ve dekor içerisinde yeryüzüne intikal etmişti. Hz. Abdülmuttalip'in çocukları olmadığı için "YARABBİ BANA ON TANE OĞLAN ÇOCUK VER DE SANA BİRİNİ KURBANLAR KESEYİM" diye adak adamıştı. Çünkü Kureyş'in liderliğini yapabilmek için kuvvetli olmak lazımdı. Bunun için de çocuğa ihtiyaç vardı. Cenab-ı Hak Hz. Abdulmuttalip'e on tane yavru verdi. Kurban vaadini biraz ağırdan aldılar ve Cenab-ı Hak rüyasında emretti "KURBAN VAADİN NE OLDU?" dedi. Hemen çocuklar arasında kura çektiler Hz. Abdullah çıktı. Hz. Abdullah Hz. İsmail gibi "BABA NİÇİN CANINI SIKIYORSUN. ALLAHIN EMRİ ŞU KÖTÜ DÜNYADAN DAHA MI ÖNEMLİ. BANA GÖRE HİÇ BİR ŞEY FARKETMEZ. SEN ALLAHIN EMRİNE UY" dedi. Ama ne Abdulmuttalip ne de Kureyş'in önde gelenlerinin yüreği böyle bir şeye elvermiyordu. Bu kadar kahraman, bu kadar iyi yürekli birisinin kurban edilmesine razı değillerdi. Herkes bir akıl veriyordu ama verilen akıllar tutmuyordu. Allah'ın emrini geri çevirecek bir şey bulamıyorlardı.
KURRADA O ÇIKIYORDU?
İşte o sırada Hz. Veheb Hz. Abdulmuttalip' e geldi, "ÜSTADIM BUNUN MUTLAKA BİR ÇARESİ VARDıR. BİR KAH İN KADIN VAR O BÖYLE ŞEYLERE ÇARE BULUYORMUŞ" dedi. Hz. Veheb'in işaretiyle Hz. Abdulmuttalip kahini buldu. Kahin kadın: "SİZDE KAVGADA BİR ADAM ÖLDÜĞÜ ZAMAN DİYET OLARAK NE İSTERLER" diye sordu. Hz. Abdulmuttalip: "ON DEVE İSTERLER" diye cevap verdi. Kahin: "O ZAMAN ON DEVE VE Hz. ABDULLAH'I KURAYA KOY ŞAYET KURA DEVELERE ÇIKARSA BU ABDULLAH'IN DİYETİDİR. ŞAYET" Kurada deve çıkmazsa her seferinde on deve artır dedi. Kurayı çektiler hep Hz. ABDULLAH çıkıyordu. Onuncusunda kurada deve çıktı. Böylece Abdulmuttalip yüz deveyi kurban edip etlerini insanlara ve hayvanların yemesi için orada bıraktı.
EMANETÇİLERE FATİHA
Bunları anlamadan Hz. Abdullah'ın gönlündeki hikmetleri, kerametleri anlamak mümkün değil. Bakın hiç bilmediğimiz yeni bir veliyi tanıyoruz. Ben okuyucularımdan rica ediyorum. Hz. Veheb ve Hz. Berre'ye üç ihlas bir fatiha okumadan yatmayın. Bu insanlar kimin emanetçileridir? Bizi ölümden, yokluktan, ahmaklıktan, şeytan la dans etmekten, kurtaran, kainatın kör insanının gözünü açan yüceler yücesi Fahr-i Kainatın emanetçileridir? O yolda çile çeken insanların ruhlarına okumayı hiç ihmal etmeyiniz.
Bu hadiseden sonra Hz. Veheb'le, Hz. Abdulmuttalip'in dostluğu daha da sıcaklaştı. Ancak Hz. Abdullah küçük yaşta Hz. Amine'yi görmesine rağmen, ondan sonraki yıllarda bir türlü rastlaşamadılar. Çünkü Arap geleneklerine göre birbirleriyle dostluk yapmalarına imkan yoktu. Hz. Amine'nin bir huyu vardı. Yürürken yere bakmazdı ama insanlara da bakmazdı.
GÖNLE SAPLANAN HANÇER
Takdir günü geldiği zaman yolda yürürken Hz. Abdullah'ı gördü. Hz. Amine'nin gönlüne bir hançer saplanmış gibi kaldı. İlk defa gönül nazarıyla farketti ve Hz. Abdullah Efendimize hayran oldu, şaşırdı kaldı. Çünkü Hz. Abdullah Efendimizin güzelliği o kadar meşhurdu ki, dillere destandı. Hatta kendisine pek çok evlenme teklifi yapılırdı. Bunu din kitapları alnındaki nurdan dolayı koşarlardı, talip olurlardı diye yazar. Aslında güzelliği nuru Muhammedi’den geliyordu ve çok etkiliydi.
BÜYÜK HEYECAN
Hz. Abdullah o zamana kadar hiç bir kadınla evlenme arzusu duymamış, hiç bir kadın gönlüne hitap etmemişti. Eve döner dönmez babasına "BUGÜN BİR KIZ GÖRDÜM, ONUNLA EVLENMEK İSTİYORUM" dedi evlerini tarif ettiği zaman Abdumuttalip ağlamaya başladı. “O BENIM AZİZ DOSTUM VEHEB'İN Kızı, İSMİNİ KOYDUGUM AMİNE'DİR" dedi. Hz. Abdullah ve Hz. Abdulmuttalip'in geldiğini gören Hz. Amine annemiz yolda gördüğü gönülden sezdiği insanın Abdulmuttalip'in oğlu olduğunu o an farketti. Acaba dünür meselesi için mi geldiler diye heyecandan kalbi durmak üzereydi.
O zamanki Arap geleneklerine göre zifaf kadının evinde olurdu. Yani nikahtan sonra evlilik formasyonu üç. gün süreyle kadının evinde sürerdi. Bu, genç kızın evliliğe alışması, evliliğe uyum sağlaması ve kendisini yabancı hissetmemesi içindi.

Konular