İtikâf

Îtikâf, bir mescid-i şerîfte veya o hükümdeki bir yerde itikâf niyetiyle ikâmet etmekten ibârettir. Kifâye yolu ite bir müekked sünnettir. (Bir beldede Ramazân-ı Şerîf'in son on gününde hiç kimse itikâfa girmez ise, o belde halkının tamamı sünneti terk etmiş olur.) Ramâzan'dan başka bir zamanda ibâdet ve tâat niyetiyle bir mescid-i şerîfte bir müddet yapılan Îtikâf ise müstehaptır.
Îtikaf eden kişi bütün vakitlerini ibâdete tahsis etmiş demektir. Çünkü bilfiil ibâdet etmediği vakitlerde de mescid içinde ibâdete hazır bir haldedir. Bu hâl ise ibâdet hükmündedir.
Resûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz Medine-i Münevve-re'ye hicretinden sonra âhirete irtihâllerine kadar her Ramazân-ı Şerîf'in son on gününü Îtikâf ile geçirirlerdi.
İhlâs ile olan bir Îtikâf sâyesinde kalpler, bir müddet olsun dünyâ işlerinden kurtulup Allâh'a döner. Allâh'ın evleri olan mescidlerden birine bu şekilde devam eden bir mü'min, pek kuvvetli bir kal'aya sığınmış, Kerîm olan Rabb'inin feyiz ve inâyet kapısına ilticâ etmiş olur.
İslâm büyüklerinden Atâ demiştir ki: "Mu'tekif, ihtiyâcından dolayı büyük bir zâtın kapısında oturup 'hâcetimi kazâ etmedikçe buradan ayrılıp gitmem,' diye yalvaran bir kimseye benzer."
Bir mü'minin, her gün azalmakta olan hayat günlerinden istifâde ederek böyle kudsî bir mahalde bir müddet Rabbi'ne, olanca varlığı ile yönelip, saf bir kalp ile ibâdet ve tâatte bulunması, mânevî bir zevke dalması ne müstesnâ bir ganîmettir.
Îtikâf sâyesinde insanın mâneviyâtı yükselir, kalbi nurlanır, sîmâsında kulluk nişâneleri parlar, ilâhî feyizlere mazhar olur.