Çöle Katre nefesi

Uçsuz bucaksız bir sahra. Kum taneleri birer kor zerresi. Gökte ne bir parça bulut var, ne de havada bir nefha rüzgar... Her taraf bir alev şehrayini. İşte bu asrın insanının iç dünyası. Mimarı kim bu yangın selinin? Kozmik ateşin ve onun gönüllerdeki alev sağnağının sefil sabotajcısı kim?

Ruh dünyası, bir bahar iklimine teşne iken ve gül, zambak, papatya tohumlarını filizlendirip gönül iklimine tayf tayf, yaprak yaprak açmaya ve etrafa bin rayiha saçmaya hazırlanırken nedir bu Pompei felaketi, nedir bu Sodom ve Gomore, nedir bu Hiroşima?

Firdevs cenneti hayalleriyle mest olan ruh, Rahmetin engin okyanusunu özleyen ve gözlerindeki katrelerle o ummana ulaşmaya çalışan yürek için bu yanardağ lavları ve mağma yağmuru, alev seli ne büyük felaket!

Maddenin dar ve sıkı kalıpları içinde bunalmış ruh, mekân nilüferinin yaprağında ezelî nurun tecellilerini gözlemeye hazırlanırken tıpkı bir şebnem gibi, zaman nergisinin öz suyunda bir zerre insan bir melek kelebeğinin dudaklarıyla yüreğine bir metafizik buse arzu ederken birden bire nereden çıktı bu boran ve fırtına? Nereden çıktı bu kar ve tipi, nereden çıktı bu iblis çehreler, yarasa bakışlar ve baykuşça sesler...

Zaman temiz yürekleri sarsıyor. İyileri ırgalıyor hadiseler... Ateşîn bir mızrak gibi geliyor şehvet, mal, menal temiz yüreklere. Onların saf gönüllerini, kendini korumaktan bir kav gibi sıkışmış, çıra gibi yanmaya hazır hale gelmiş yüreklerini delip geçiyor ve alevden temrenleriyle tutuşturuyor...

Hani ava çıkmış ve epeyce çile çekmiş bir insan tam turnayı gözünden vuracakken avlanıyor. Tam iblise son tuzağı kuracakken basit bir engelde tepe taklak gidiyor. Adeta der yaları aşmışken küçük bir damlada boğuluyor. Dağları, tepeleri yarıp geçmişken küçük bir danede yere yuvarlanıyor.

Ey geceye ay olmuş nurlu çehre! Yüzündeki bu gölge de ne? Ey gündüze kandil olmuş yüce ruh! Bu küsûf da ne, nasiyendeki? Ey devleri dize getirmiş pehlivan! Nedir bu Kleopatra sevdası? Ey arslanlarla pençeleşmiş gladyatör! Nedir bu bir ahu peşinde Mecnun’a dönmek? Nice canavarları yerle bir etmişken, nefsin tek bir pençesinde tuşa gelmek, yenilmek?...

Ey Halit bakışlı yiğit, nedir bu ricat? Ey Hamza edalı kahraman nedir bu yıldız böceğiyle aydan dönme hülyası? Ey yakut gönül, elmas yürek nedir teneke olmak için bu hahişkarlık veya demire dönmek için yanıp tutuşma meyli? Ey zümrüt bakışlı, altın tenli bahadır, nedendir bu küf ve pas rengine hayranlık ve küsûfa sevda, ışığa veda?

Arkadaş, tekrar bir hamle gerek bize. Tekrar bir diriliş nefhası üflenmeli kalbimize. Çöle katre nefesi... Nil türküsü, Çağlayan bestesi nefhetmeli bir kez daha... Her bir kor zerresini bir bahar filizine tebdil etmeli bu Hızır soluğu, Mesihî nefha...

Yoksa cihattan dönen ruhun fetih tuğları ruha yas besteleri örer. Dışta zafer içte mağlubiyet türküleri söyler. Yoksa aziz vatan Ravza’ya atıp bir kolunu, bir şikâyet ağıtı sunar Kubbe-i Hadra altındaki yüce ruha. Yoksa bütün bir gelecek nesiller bu ahmakça mağlubiyet zincirine vurulmayı, iblise kul köle olmayı affetmeyerek Rabbin, Celal şimşeğini, öfke yıldırımını çağırır imdada.

Yoksa yoksa yoksa.

Mehmet ERDOĞAN