"nİjer Notlari" 2

[b][color=darkblue]"nİjer Notlari" 2



sizlerle bir arkadaşımın "Nijer" de yaşadıklarını aktarmak istiyorum.
saygılarımla.



Bu metin birçok kimseye gönderildiği için genel ifadeler kullanılmıştır.

İmla ve grameri dikkate almayınız.

Daha önce her ne kadar ilmi tahliller ihtiva eden bir metin yollayacağımı söyledimse de henüz orda bahsedeceğim konular tam olgunlaşmadığından şimdilik tehir ediyorum. Burada yine tespit ve hatıralara devam edeceğim.

Buraya gelişim Rize’den başlamak itibariyle 3 uçakla 10 saat uçuş 15 saat otobüs yolculuğuyla son buluyor. Otobüs dediysem yanlış anlaşılmasın DAF kamyondan bozma ve ayaklarınızı uzatmanın mümkün olmadığı ve kazık gibi oturmak zorunda olduğunuz bir araç.

Buraya ilk geldiğimde dikkatimi çeken bütün beyazlara Nasara (Kur’an dilinde Hıristiyan demek) demeleri. Bize genellikle bonjur yada bonsua kelimeleriyle selam veriyorlar. Biz de onlara hayır “selamun aleyküm” ve “aleyküm selam” diyoruz. Çok şaşırıyorlar. Çünkü ekseriyetle ilk defa bir beyaz Müslüman görüyorlar. Bazen öyle seviniyorlar ki hızlıca ilerleyip dönüp tekrar selam veriyorlar. Tokalaşmak için etrafımıza yığılıyorlar. Bazen selam alıp vermekten iflahımız kesiliyor.

Bu münasebetle özellikle namazlarda ve cumalarda boy göstermek (farzda riya olmaz) için camilere gidiyoruz. Bir beyazın namaz kılması onlara gurur ve güç veriyor.

Amerika siyah-beyaz ayırımını hukuki ve pratik hayatta ekseriyetle 60 lı yıllarda düzeltebildi. Bu problem halen lokal olarak devam ediyor. Bu ayrımcılığa karşı protest tavırlar yüzünden bazı kiliseler tanrıyı ikiye bölmüşlerdi. Bazılarına göre tanrı sadece beyazların yada sadece siyahların tanrısıydı. Hatta bu refleks o kadar büyüdü ki siyah Müslümanlar bile (bilhassa gençler) bu anlayışa sahipti (hac gibi ibadetler böyle çirkin duyguları yok eder). Konuya gelirsek burada bilinç altına yerleşmiş bir kanaat var ki o da Hıristiyan eşittir beyaz. Şükür değişiyor. (Bu şunu hatırlatıyor. Avrupa milletlerinde Müslüman ile Türk kelimeleri aynı anlamlarda kullanılırdı yani Müslüman eşittir Türk.)

Ekmek pahalı herkes alamıyor. Çünkü un dışarıdan geliyor. Her şey tek kullanımlık satılıyor. Salça 40 gr, tuz bir avuç, deterjan bir avuçluk poşetlerde satılıyor. Çünkü alım gücü yok. Bunları da herkes alamıyor. Üstelik çok kalitesiz. Her şey Çin malı ve taklit. İlaçlar bile.

Hiç hile-hurda bilmiyorlar. Yada ne bileyim akıllarına gelmiyor. Tilki bir Türk buralara gelse köşe olur. Bu insanlar çok saf. Bu saflıkla salaklık anlamı kastedilmemiştir yani hiç bozulmamış bakir kalmışlar. Fakat TV yavaş-yavaş elektrik olan yerlere giriyor. Çok geçmez bize benzerler.

Burada çok az insana elektrik ve şebeke suyu nasip oluyor. Çünkü yok. Olan yerlerde çok pahalı. Tabii ki onlara göre pahalı.

Kabileler doğan çocuklara küçük yaşlarda her iki yanağına yada çene ve alnına simetrik şekiller yapıyorlar. Bunları çizerek yada dağlayarak (kızgın demirle yakarak) yapıyorlar. Biraz ilkel ama mensup olduğunuz kabile ve millet buradan anlaşılıyor. Garip karşılamayın onların bilgisayarı olmadığı için böyle yapıyorlar. Bize de Türkiye de numara vermiyorlar mı.

Malumunuz bazı mezheplerce çekirge yenir (Hanefi Mezhebince yenmez). Burada yağda kızarmış (tarif verebilirim değişik soslularını biliyorum) bolca satıyorlar. Boyları 3-5 cm arası değişiyor. Çekirdek gibi yeniyor. Buradakiler çekirge yemese bu sefer çekirgeler onların ürünlerini yiyor.

Bazen Türk yemekleri yapıyorum. Hepimizin evinde pişenlerden. İkram ediyorum bayılıyorlar. Çünkü adamların hayatları birkaç bitki etrafında geçiyor. O bitkilerden yapılmış lapa yada değişik bulamaçlarla yaşıyorlar. Yemek kültürleri hiç yok. Burada keçi eti çok ucuz. Yaklaşık bir keçi 40-50 ytl arası. Çok güzel ve yağsız. Müthiş bir aromalı biberleri var. Bizim karabiber kimyon karışımı gibi bir şey. Çok harika. Baharat kültürünün olmadığı bir memleketin evladı olarak çok beğendim. Doğulular herhalde bayılır. Türkiye ye ondan getireceğim.

Burada çok yabancı var. İnsani yardım için gelip Hıristiyanlığı yaymaya çalışıyorlar. Bir Amerikalı veteriner var ona misafir oldum. Adı Mike (Michael). Evangelik mezhebine (zannediyorum) bağlı yani Bush’la aynı mezhepten. 14 yıldır hanımı ve 4 kızıyla burada yaşıyorlar. Kabile dillerini biliyor ve bilgisayarında çok muazzam yerli dillerde propaganda arşivi var. Bilgisayarda minik bir prodüksiyon yapmamı istediler onu halletmeye çalışırken o arşivi gördüm. Yaklaşık 100 GB üzerinde arşiv vardı. Burada Ellen diye bir kız var henüz 23 yaşında ve burada İngilizce öğretmenliği yapıyor. Niye geldin diyoruz; burada yıldızlar ve insanlar çok güzel diyor (dalga geçiyor). Tabi ki casusluk yapıyor. 27 yaşındaki bir erkek de büyük bir köyde öğretmen ve iki yerli dil biliyor. Bir İngiliz ve bir Amerikalı hanımla tanıştık sosyolog olduklarını söylediler. 10 yıldır buralardalar. Her tarafı karış-karış biliyorlar. 30 kadar beyaz Hıristiyan için burada kilise var ve başında Fransız rahip bulunuyor. Sizin anlayacağınız burası müthiş bir gözlem altında. İstihbarat çalışmaları çok yoğun. Buraya çok geç gelindi.

Avrupalı iki şeyi burada çok dağıtıyor. Birisi yiyecek. Fakat bu yiyecekler yerli olup besin değerleri çok az olan ve selüloz (odun) kısmı çok olan yiyeceklerden oluyor. Bunlar hem ucuza temin ediliyor hem bu insanların gönlü alınıyor. Beslenme kültürünün zeka ve beden üzerine etkileri hepinizce malum. Selüloz ağırlıklı bir beslenme bu insanları hep hazırcı yapmış. Kafayı hiç çalıştıramıyorlar. Yardımların insani olanlarıyla beraber misyonerlik amaçlı olanları var.

İkincisi en çok dağıtılan ise prezervatif. Sivil toplum örgütleri o kadar çok dağıtıyor ki hesaba gelmez. Avrupa büyüyen Afrika nüfusunu kontrol etmek istiyor. İkinci amaç ise fuhşu arttırmak. Malumunuz İslam çok geleneksel. Dinin caydırıcılığı çok zayıf. Doğum kontrolüyle zinayı frenleyen iki şey engelleniyor. Biri istenmeyen çocuk diğeri Aids. Elektrik olmadığı için TV sosyal ve ahlaki tahribatı fazlaca yapamıyor. Bu sebepten gençler arasında bilhassa yerleşim yerlerinde maalesef zina yaygınlaşıyor. Yazılı ve sözlü kültürleri olmadığı için bazı erdemler burada pek o kadar oturmuş değil. Kıskançlık yok denecek kadar az. Bekaret ise o kadar saygın değil. Ergenliğe giren kız hemen evlendiği için köylerde fazla sıkıntı yok. Bu meseleyle ilgili makalemde daha ciddi bir tahlil yapacağım. (Yaşar Nuri Öztürk gibi oldu. O kitap satışını arttırmak için bu meseleyi kitabımda yazdım der durur)

Bahar ayındayız malum. Toplam 3-5 kere yağmur yağıyor. Fakat müthiş. Bir Karadenizli olarak böyle yağmur az gördüm. Korkunç kum fırtınaları oluyor. Burada dağ olmadığı için nerede şimşek çakarsa çaksın görüyorsunuz. Gece boyu bozuk bir floresan yanıp sönmesi gibi şimşek hiç durmuyor. Yağmur sonrası o kadar böcek yaratılıyor ki es kaza bir ışık yaksanız ne kadar uçan kaçan böcek varsa arkadaş oluyorsunuz. Ama gündüz kertenkeleler işlerini bitiriyor.

Burada güneşlenmek (bronzlaşmak) için şezlonga yattığım zaman beni gören tanıdıklar ne yaptığımı soruyor bende anlatıyorum tabi. Bu onlara çok garip geliyor. Bir zencinin en büyük hayali beyaz olabilmek. (Michael Jackson’u bilirsiniz beyaz olayım derken maymuna döndü). Meğer arkamdan beni konuşup gülüşüyorlarmış. Bir zenciye bronzlaşmayı nasıl anlatabilirsin ki. Düşünsenize güneşin altında bir zenci bronzlaşmak için güneşleniyor (burada gülün stres atar). Burada erkeklerin manikür ve pedikür yaptırmaları çok meşhur. Berberler ellerinde edevatıyla geziyorlar. Hemencecik bulunduğun yerde el ve ayak tırnakları kazınıp temizleniyor ve diğer bakımlar yapılıyor.

Başkentte müzelerini gezdim. Sanat kültür tarih hiçbir şey yok. Dikkatimi çeken bir resim oldu. Ben daha önce bunu karikatür olarak gördüm. Meğer doğruymuş. Buraya gelen bir Avrupalı gitmiş dümdüz çölün ortasında tek bir ağaç varmış arabasıyla ona çarpmış. Ağaç yarı belden kırılmış.

Resmi dil ve eğitim Fransızca. İnsanlar birkaç dil konuşuyorlar. Hiç ummadığın adam bakarsın Fransızca İngilizce Arapça’yı çat pat konuşuyor. (Bende 6 yıllık lise bitirdim ama İngilizce rezil hatta hiç yok) Acizane tavsiyem ikinci bir dili konuşacak kadar öğrenin. Bu asırda şart.

Düşünüyorum da. Bulunduğunuz yerden buraya bakınca ne kadar şanslıyız diyoruz. Bu insanlar dünya nimetlerinden çok az tadıyorlar. Her şeyin hesabının görüleceği ahiretten dünyaya bakınca acaba kim şanslı. Onlar mı biz mi? Doğrusunu Allah bilir.

Eğer derseniz seni etkileyen ve en çok üzüldüğün şey nedir? Tek cümleyle. İnsanların sadece o gün için (yarın için hiçbir fikirleri yok Allah kerim) küçük bir kap yemek (sadece yemek) istemeleri. Bir insan hele bir çocuk aç karnına uyuyabilir mi. Burada uyuyor.

Bazı şeyler Türkiye den farklı. Aklınıza ne geliyorsa. Ama dikkat ettim kediler (burada küçük bir kedim vardı) ve kadınlar (ya nasip) her yerde aynı.

Herkese çokça selamlar.
Selametle…

Muhabbete muhtaç arkadaşınız.
Dost Eli Derneği Gönüllüsü
Sadullah Demircioğlu
Tessaoua Nijer’den
[/color][/b]

Konular