Vehip Sinan "Topuz'un babası "

[color=blue]Vehip Sinan

Zamanın birinde bir televizyon kanalında Hasan Kaçan program yapıyor... Programın konusu Vehip Sinan.
“İyi de kim bilir, kim anlatır büyük ustayı”, diye kafa yoruyor. Hemi yazıp hemi de çizenlerden Demirhan Kadıoğlu’nu buluyor. Demirhan da düşünüp taşınıyor;
“İyi de ben tek başıma ne anlatabilirim, Vehip Usta’yı anlatacak onunla birlikte çalışmış biri lazım, bari Muammer’i bulayım” diyor. Muammer Erkul ise;
“İyi güzel, biraz biliriz Vehip ağabeyi, ama onu bizden çok daha iyi bilen, onunla hatıraları olan birinden sormak lazım”, diyerek Gürbüz Azak’ı arıyor:
“Vehip Sinan sizin eski dostunuzdur, bir programa katılacağız da, ne anlattıralım ona” diye soruyor. Gürbüz Azak ise diyor ki;
“Bilirsin, Vehip Sinan evinden çıkmaz. Çok sıkılırsa, ayda veya iki ayda bir Topkapı’dan bindiği otobüsle Silivri’ye kadar gider, ve aynı otobüsten inmeden geri evine döner!..
Bir gün de Karaköy’e gideceği tutar. Ama o kadar az çıktığı için evinden, yolu şaşırır, hangi yöne gideceğini bilemez. Hatta biraz ürkerek etrafa bakar... Nihayet birini gözüne kestirir; “hangi yöne gideceğimi bilse bilse bu bilir”, diyerek sokulur adama, derdini anlatır...
Adam uzuun uzun Vehip ağabeye bakar. Başını sağa sola sallar, ve aynen şöyle der:
“I don’t know Turkish!..”
*
Ben bunu hatırlattım, o da aynısını anlattı...
Vehip abi, kendine has bir hayal aleminde yaşadı bugüne kadar, ama hepimizi bu güzeller güzeli kendi hayal dünyasına çekti, kolumuza girdi, birlikte yürüdük, ve büyüdük!..
Yıllar önce, ilk çizgi denemelerimi beğenenler; “yeni bir Vehip Sinan geliyor” derlerdi de dünyalar benim olurdu!
Salih Suruç ile Can Alpgüvenç bir gün beni alıp Aksaray’daki evine götürmüşlerdi, onunla tanıştırılmıştım, bir “çizer adayı” olarak... Hasan Kaçan’ın programında, o günü de şöyle anlattı Vehip abi: “Evet, dedi... Muammer (eliyle işaret ederek) şu kadardı, ben de bu kadardım!..”
Dünya tatlısıdır Vehip usta ve kendiyle barışıktır...
Ama bir huyu daha vardır ki isimleri hatırlamaz! O gün programa gideceğiz ya, televizyondan araba gelmiş, Demirhan arabada, “Vehip abiyi daha iyi bilen kişi” olarak beni de aldılar, son olarak Fatih’teki Akdeniz caddesindeki evine gittik... Az sonra evinden inecek ya, ben hemen açıklama yaptım:
“Bakın, dedim. Birazdan Vehip Sinan gelecek, ama malum karikatüristtir, çok şakacıdır; benim ismimi bilmiyor gibi davranırsa sakın şaşırmayın!..”
Vehip abi geldi, daha yanımıza yaklaşırken;
“Muammeer, nasılsııın, dedi... Çoktandır görüşemedik!..
Yan yana oturduk arabada. Kapalı tuttuğu avuçlarında ne yazıyordu dersiniz?


Topuz’un babası

(İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Müdürlüğü ve Kültür A.Ş. “Yaşayanlara Saygı” programı çerçevesinde, “Sevimli Çizgilerin Sevecen Babası: Vehip Sinan” konulu bir açık oturum düzenledi... Bütün kalbimizle tebrik ediyor, devamını diliyoruz...)

Şu an Türkiye’mizin bütün yöneticileri ve vatandaşlarının neredeyse tamamı gördü onun çizgilerini; güldü veya düşündü...
Fakat hiç utanmadı! Ben bunu nasıl eve götüreceğim, çocuklarımın önüne nasıl koyacağım, diye düşünmedi... Çünkü Vehip Sinan, ömrü boyunca, yasak olan ve özellikle de haram olanı çizmekten ateşten kaçar gibi kaçtı!.. Ateşle imtihan oldu bu ülke, yoklukla imtihan oldu, siyasetle hatta varlıkla imtihan oldu, onun çizgisi değişmedi!
Vehip Sinan’ın çizgileri hep sevimli, yumuşaktı, ama yasak olana ve özellikle de haram olana ateş gibi mesafeliydi!
Kendisi için düzenlenen gece bize de söz verdiler, bir iki laf ettik... Kötü söyleyemiyor insan onun hakkında ve inşallah hiç söylenmesin... Konuştuğumuzda;
“Çok sıkılıyorum. Keşke beni hiç kimse övmeseydi. Ama onun yerine, ahiretim hakkında bir iyi kelime duysaydım...”
*
Gerçek sanatçı kolay yetişmiyor bu ülkede. Hele sanatçı kalmak, zorun zoru! İşte bu noktada, tertemiz sanat yapabilmenin zorluğu çıkıyor ortaya.
Vehip Sinan’a evlenmek kısmet değilmiş. Yalnız bırakmak istemediği ablasıyla birlikte yaşadı. Sonra da kendine uygun birini bulamadı... Her zaman evindeydi, kendi evine sokamayacağı çizgi çizmedi. Mecbur kalmadan sokağa bile çıkmadı. Belki de işte bu hal; onu çeşitli siyasi akımlardan, gelip geçici cemaatlerden, fitne fesattan, tüketim çılgınlığından, dünya hırsından, kibir dağlarının üzerinde gezinen güruha karışmaktan korudu...
İstanbul’un Fatih semtinde, gözlerden uzak; namazında, orucunda geldi bu güne kadar...
Maazallah; tarihine sövseydi, Yaradan’a karşı gelseydi, zerre kadar şüphem yok ki birileri onu başlara taç yapar ve dünyalığa boğardı... Ama Vehip ağabey, bunu isteyip yaltaklanmak bir yana; gözünün ucuyla bile bakmadı, sanatını haramla, yasakla, ayıpla kirletmedi...
“E dediler, o zaman da biz seni yok sayarız!” Dediler ve dediklerini de yaptılar... O ise;
“Dünyada yok sayılmak değil ki önemli olan. Mühim olan; var olana yâr olmak!.. Allah var, Peygamber var, ölüm var, hesap var!.. Daha ne olsun?..” Dedi ve hep bu ısrarla yaşadı...
*
Bir insanın ayağının kaç numara olduğu, nasıl bir kundurayla iz bıraktığı, hangi yükseltilere bastığı filan mühim değildir... Çıplak bile olsa, bir ayak izinin çizgisi, yani nereden gelip nereye gittiğidir önemli olan! Bişr-i Hafî hazretleri de yalın ayaklıydı; ama hayatta olduğu süre içinde, hayvanlar bile pislememişti şehrinin sokaklarına!
Bunlar abartma, övgü sözleri değil... Bunlar; inandığında ısrarın önemini idrak etmeyi takdir sözleri...
Büyüklerden biri; “en büyük keramet istikamettir” buyurmuş...
Bizim için üç şey çok önemlidir ki “ilmihal” de budur: Haram, yasak ve ayıp... Yani, Allah’ın emirlerine karşı gelmemek... Devletin kanunlarına karşı gelmemek... Toplumun ayıplayacağı durumlarda kalıp, fitneye sebep olmamak!
Sanatçı bile olsak, istisna değiliz...
*
Vehip Sinan; bir anlamda Topuz, demektir!
Bizler “Topuz ile Tamer’in maceraları”nı görmüş dördüncü kuşağız. Topuz ise altıncı kuşak tarafından okunmaya hazırlanıyor; bütün hikâyeleri yeniden basılacak inşallah...
Senin için yazınca söz bitmiyor. Sonsuza kadar, her ne ise en iyi ve en güzel olan, sana onu diliyorum ve hastalıklarına şifalar diliyorum ve ellerinden öpüyorum sevgili Vehip abi...

Muammer Erkul [/color]