Batılı Annenin Kaderi

[color=blue]Batılı Annenin Kaderi

Tıp tahsiline başladığım günden bu yana, insan bedenindeki maddî değişiklikleri incelemiştim. Uzuvlarda eskiyen, yahut ölen dokular yerine nasıl yeni dokular inşa edildiğini açıklayan temel prensipleri öğrenmiştim. Bu esnada dokuların bir çoğunu mikroskop altında inceledim.
Netice olarak gördüm ki, her hangi bir yaralanma ve ameliyat halinde vücudun çabucak iyileşmesi ve yarayı sarması için yarayı kendi haline bırakma yeterliydi. Tıbbın, maddî temizlik şartlarını sağlamaktan başka yapabileceği fazla bir şey yoktu.
Fakat bu hârikulâde süratle meydana gelen gelişme ve iyileşme, ancak hastadaki mânevî güce, yani irâde ve ümide bağlıydı. Bu hususta başımdan geçen çok ilginç bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum:
Cerrah olarak çalışırken, günün birinde yetmişini aşkın bir nine geldi. Nine:
"-Bel kemiklerim çok ağrıyor, kırılmış olabilir mi, yavrum?" dedi.
Bir süre nineyi kontrol altına aldım. Filmlerini çektim. Var olan rahatsızlığı alabildiğine süratli bir şekilde iyileşiyordu. Koşa koşa yanına vardım ve ona müjdeyi verdim:
"-Tıp tarihinde eşi görülmemiş bir süratle iyileşiyorsun, nineciğim"
Bunun üzerine yaşlı kadın çok heyecanlandı. Yatalak haldeki bu kadın, zamanla tekerlekli sandalyeye binerek hareket etmeye başladı. Daha sonraları da koltuk değneğiyle yürüyerek bizleri daha çok şaşırttı.
Mesâi arkadaşlarımla birlikte bu hârika iyileşme karşısında, hastanın taburcu edilebileceğine karar verdik. Maddî tedâvî ve tedbirlerden çok, hastanedeki rahatlık ve emniyet onu hayata bağlıyor ve yaşama sevinci veriyordu. Ümitle dopdolu oluşu, hastalığın iyileşmesine ve çok kısa zamanda şifâ bulmasına sebep olmuştu. Süratle hastalık ortadan kalkmış ve kırılan kemikler birbirine kaynamıştı.
Uzun zamandır hastahanede bulunmasına rağmen hiçbir akrabası gelmemişti. Biz, telefon ederek kızını hastahaneye davet ettik. Hem kendisine annesinin iyileştiğini müjdeleyecek ve hem de artık taburcu olabileceğini haber verecektik. Ertesi gün. Pazardı. Kızı, annesini ziyarete gelmişti. Ona, sevinç ve gururla:
"-Artık annenizi taburcu edebiliriz. Koltuk değneğiyle rahat bir şekilde yürüyor…" dedim.
Kız durgunlaştı ve annesine yaklaşarak ve şöyle dedi:
"-Kocamla aldığımız karar neticesinde, seni huzur evine yatıracağız, çünkü evde sana bakabilecek imkanımız yok!.."
Yaşlı kadın neye uğradığını şaşırdı. Acı acı gülümsedi ve hiçbir şey söylemedi. Ziyaret saati bitince kızı da evine döndü.
***
Ziyaretçilerin dağılmasından henüz birkaç saat geçmişti ki, hemşireler, acele gelmemi söylediler. Telaşla ihtiyar kadıncağızın odasına girdiğimde, onu çok büyük bir kriz geçirken gördüm. Yanı başına vardığımda hayretler içinde kaldım. Dehşete düşmüştüm.
O güleç ve taburcu olmak üzere olan kadın, son ânlarını yaşıyordu.
Anladım ki, hasta belindeki kemiklerin kırılmasından değil de, kırılan kalbinin tesirinden yıkılmıştı.
Bütün tıbbî müdahalelerde bulunmamıza rağmen, elimizden bir şey gelmedi. Aldığı vitaminler, takviye edici ilaçlar onun kırılan kalbini bir türlü tedavi edememişti.
Ne yazık ki, şimdi kırılmış olan kalbi, onun kaynamış olan kemiklerine rağmen yaşamasına müsaade etmiyordu. Ve kadıncağız birkaç saat sonra ruhunu teslim etti.
Bu hazîn son, batılı annenin kaderiydi!
"Kime uzun ömür verirsek, biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç düşünmüyorlar mı?" (Yasin, 68)
Batıdaki huzur evlerinde bulunan yaşlıların zamanla oyuncak ayı istedikleri kendilerini bununala teselli ettikleri görülmektedir.

Paul Ernest Adolphe
[url]www.sebnem.org[/url][/color]