Rümeysa

[b][color=olive]Rümeysa

Hastahâne köşelerinde tamamlanan küçücük bir hayat

Siz hiç hastahâne köşelerinde bîçare bekleşen anne ve babaları gördünüz mü? Ya da hiç hastalıktan aylarca uykusuz kaldığınız oldu mu? Veya çocuğunuzu tedavi ettirmek için ayakkabılarınızı sattınız mı?
Peki, bu acıları çeken çevremizdeki bir kardeşinize el uzattınız mı? Bir gün hastamız olmadan hastahâneye uğrayıp, daha önce hiç tanımadığınız birisini sevindirdiniz mi? Onların dertleriyle dertlenip, gözyaşlarını sildiniz mi?
Yoksa, onları hatırlamaktan, en azından duâlarımızda yer vermekten bile âciz miyiz?
* * *
Bundan bir buçuk-iki sene evveldi. Cuma namazı için abdestini alan Tayfur bey, huzurlu bir kalp ile camiye yaklaşıyordu. Ardından titrek sesli bir adam:
"-Allâh rızası için bana yardım edin." diyordu. Döndü ve adamın hâlinden fakir ve muhtaç olduğunu anlayarak, kendisine doğru yaklaştı. Adama:
"-Amca, ben sana yardım ederim, ama böyle olmaz. Beni evine götür. İhtiyaçlarını göreyim de öyle yardım edeyim." dedi.
Adam telaşla:
"-Benim burada evim yok!.." diye cevap verdi. Tayfur bey:
"-Bak adres bile veremiyorsun, ihtiyaç sâhibi olduğunu nerden bileyim?!." dedi.
Bunun üzerine adam:
"-Oğlum, benim hastam var. Kızım kanser ve şu an hastahânede tedavi görüyor. Onun için istiyorum." dedi.
Bunun üzerine Cuma namazı çıkışında buluşmak üzere sözleştiler. Namazdan sonra Tayfur bey, amcayı da alarak kanser hastahânesine gitti. Birlikte hastahânenin sekizinci katına çıktılar.
Tayfur bey bir an donakaldı. Sanki bambaşka bir dünyaya adım atmıştı. İki yaşından on iki yaşına kadar çocuklar ve başlarında perişan âileleri... Kimisi ağlıyor, kimisi çâresizlikten bezgin bir hâlde oturuyordu.
Çocukların bazıları verilen ilâçların etkisiyle kusuyor, bazıları da cansız bir hâlde yatıyordu. Ama hepsi neşesiz, hayata küsmüş ve hırçındı.
Tayfur bey, tek tek oradaki çocuklarla tanıştı. Yaşlı amcaya da gereken yardımı yaparak, hızla hastahâneden çıkıp bir oyuncakçıya gitti. Kucağına sığabilecek kadar oyuncak aldı ve tekrar hastahâneye döndü.
Kısa bir sohbetin ardından, hasta çocukların başında bekleyen bu âilelerin Türkiye'nin dört bir tarafından geldiğini öğrenmişti. Bu anne ve babalar, fakirliklerine ve kendi ihtiyaçlarına aldırmaksızın, dünyalar tatlısı yavrularına bir gülücük yaşatabilmek umuduyla hastahâne kapılarında günlerini geçiriyorlardı. Her birinin yüzünde çaresizlik ve ızdırabın izleri okunuyordu.
Çocuklara elindeki oyuncakları veren Tayfur bey, onların sevinç ve mutluluklarıyla bir kat daha huzura kavuşmuştu. Minnetle bakan her göz, şükranla dolu her söz, kendisine ibadet vecd ve heyecanı veriyordu. Birden koridorun diğer ucunda tek başına bekleyen ve bu mutlu tablodan hiç etkilenmediği belli olan bir çocuk dikkatini çekti. Daha önce niye fark etmemişti, bu kızı? Tekerlekli sandalyede bir gözü görmeyen sekiz yaşlarında, şirin bir yavruydu. Annesi onu teselli etmeye çalışıyor, o ise aralıksız feryad edip, inliyor ve devamlı huysuzluk ediyordu. Belli ki, gözündeki bandaj, onu hayata küstürmüştü.

Tayfur bey, kıza yaklaştı ve bir oyuncak uzattı. Kız bağırıp ağlamaya başladı.
"-Git yanımdan!.." diye çığlık attı. Annesinin zayıflıktan, halsizlikten ve yorgunluktan bembeyaz kağıt gibi olan yüzü bir anda kıpkırmızı kesildi. Utanarak:
"-Yavrum bak! Amcan sana oyuncak almış." diyebildi.
Küçük kız rahatsızlığın verdiği acıyla, çığlık atmaya devam ediyor ve hiçbir şey kabul etmiyordu.
İsminin Rumeysa olduğunu öğrenen Tayfur bey, ne yaptıysa bu küçük çocuğun ızdıraplı ve büyük dünyasına giremedi. Ama kızın bu çekingenlik ve küskünlük hâli, Tayfur beyi biraz daha kendisine yaklaştırmıştı. Ne yapıp edip, bu ağlayan kızı güldürmeliyim, diye karar verdi.
* * *
Defalarca odasına girmeye, kendisiyle bir kelimecik olsun konuşmaya çalıştığı hâlde, elleri bomboş kalmıştı. Rümeysa, onu görür görmez, ağlamaya ve bağırmaya başlıyor, bir türlü yanına yaklaşıp konuşmasına müsâade etmiyordu.
Annesi, Rumeysa'nın hayat hikâyesini kısaca şöyle özetledi:
"Biz Kayserili bir âileyiz. İki sene öncesine kadar Rumeysa da diğer çocuklar gibi koşup oynayan cıvıl cıvıl bir çocuktu. Daha sonra birden gözü ağrımaya başladı. Hemen hastahâneye götürdük. Teşhis, kanserdi. Zamanla gözünde ur oluştu, ameliyatla alındı. Fakat bu ameliyattan kısa bir süre sonra, ur tekrar ortaya çıktı ve yine hastahâneye götürdük. Artık ameliyat etmelerinin bir faydası olmadığını, her defasında urun tekrar çıkacağını söyleyerek, bizi Ankara'ya gönderdiler. İşte o gün, bugündür Ankara'daki bu hastahâneden çıkamadık ve ümitle bir sonuç almak için bekliyoruz..."
Bu acı hikâyeyi dinleyen Tayfur bey, bütün olup bitenleri içinde hissetti. Dünyası alt üst olmuştu. Ya birgün kendi çocuğunun başına da böyle bir hâl gelseydi? Şimdi içinde bulunduğu bunca nimetin şükrünü edâ etmeli ve elinden geldiği kadar bu kederli âileyi rahatlatmalıydı. Artık kendini bu küçücük kıza adamıştı. Geliyor gidiyor, her fırsatta Rumeysa'nın gönlünü alabilmek için binbir yolu deniyordu. Rumeysa ise hiç kimsenin kendisiyle ilgilenmesini istemiyordu. Rümeysa insanlara darılmış ve onların kendisini anlayamayacakları duygusuyla küçük dünyasını doldurmuştu.
Hayatının son altı-yedi ayı hastahânelerde geçen Rumeysa, artık hemşirelerden ve iğne yemekten bıkmıştı. Onları görünce çılgına dönüyor, etrafına saldırıyor, tekmeler atıyor ve alabildiğine bağırıyordu. Annesi, müthiş bir sabırla gece gündüz Rumeysa'nın etrafında pervane oluyor ve her türlü derdiyle yakından ilgileniyordu. Ya Rabbi, o ne sabırdı?! Bazen yemek yeme fırsatı bulamıyor, bazen günlerce uykusuz kalıyordu. Buna rağmen bir kez olsun kızdığını, Rumeysa'yı incitecek bir kelime telaffuz ettiğini hiç kimse görmemişti.. Bu sabır âbidesi anne, bir defasında Tayfur bey'e şöyle demişti:
"-Hastalığı, sıkıntıyı veren de Allâh, alan da... Bize bunu takdir etmiş. Artık bize sabırdan gayrı ne düşer!.."


* * *
Tayfur bey günlerce haftalarca bıkıp usanmadan oyuncak ve çikolata alıp, Rumeysa'nın yatağının yanına bırakıyor ve onun hiçbir karşılık vermesini beklemeden oradan ayrılıyordu.
Yine bir başka gün, Rumeysa'yı âilesiyle birlikte Ankara'da dolaştırmak istedi. Birlikte önce Hacı Bayram Veli'nin türbesine gittiler. Rumeysa'nın anne-babası arabadan inip camiye giderken Rümeysa arabadan inmek istemedi. Bunun üzerine Tayfur bey'le birlikte arabada kaldılar. Rumeysa ilk defa orada ağladı. Ve Tayfur bey'e:
"-Bunlar niçin benim başıma geliyor, anlamıyorum?!." dedi. İlk defa kendisiyle konuşmuştu. Artık aradaki buzların erimeye başladığını fark eden Tayfur bey, Rumeysa'yı teselli etti. Derken koyu bir sohbete koyuldular. Daha sonra iki saat daha Ankara'yı dolaştılar. Hayvanat bahçesine gittiler.
Tekrar hastahâneye döndüklerinde Rumeysa içeriye girmek istemiyordu. Bu yuvasından kaçan küçücük bir kuşu kafese koymak gibi bir şeydi.
Rumeysa, ertesi gün Tayfur bey'in getirdiği oyuncağı ilk defa kabul etti. Tayfur bey, dünyalara sahip olmuş gibi sevindi. Her gün kendisine oyuncak bebekler getiriyor, fırsat buldukça dışarıya çıkarıyor, parka götürüyordu. Artık araları iyiden iyiye ısınmıştı. Rumeysa da Tayfur bey'e iyice alışmış ve her zaman onu sormaya başlamıştı. Tayfur beyin hastahâneye uğramadığı gün, kendisini arattırıyor ve hastahâneye gelmesini istiyordu.
Aylar sonra Rumeysa hâline alışmaya başlamıştı. Eskisi kadar inatçılık etmiyor, bağırıp çağırmıyordu.
* * *
Tayfur bey, eve gittiğinde Rumeysa'nın hâli gözünün önünden hiç gitmiyordu. Bir yandan da Rumeysa'nın annesinin teslîmiyeti, sabrı ve her türlü sıkıntı ve meşakkat içindeyken bile kulluğuna devam etmesine, namazlarını ihmal etmemesine gıpta ediyordu. İlk defa bu kadar sabır ve anlayışlı bir anne görmüştü.
Tayfur beyin son zamanlarda yaşadığı bu hadiseler, kendisinin Rabb'ine olan bağlılığını, muhabbet ve korkusunu bir kat daha arttırmıştı. Ne zaman bir çocuk görse, aklına Rumeysa geliyor, ona ve annesine duâlar ediyordu.
* * *
Tayfur bey, bir gün Rumeysa'yı tekrar parka götürdü. Bütün oyuncaklara bindi. Çok mutluydu. Daha sonra hastahâneye geri döndüler. O gece Rumeysa rahatsızlandı. Muâyene neticesinde Rumeysa'nın sarılık olduğu anlaşıldı. Sarılık devam ettiği müddetçe, gözünün tedavi edilmesi mümkün olmadığı için Kayseri'ye geri dönme kararı alındı. Tayfur bey, âileden biri olmuştu. Onları yolcu etmek için otogara gitti. Rumeysa çok mutluydu. Aylar sonra evine gidecekti. Kardeşlerini çok özlemişti. Bir yandan da olabildiğince hüzünlüydü. Tayfur beyden, canı gibi sevdiği amcasından ayrılacaktı. Vedalaşırken Tayfur beye döndü ve:


"-Tayfur amca beni unutma, seni mutlaka Kayseri'ye bekliyorum." dedi. Tayfur bey de:
"-Rumeysa, sen gidiyorsun. Ben artık hastahâneye gitmeyeceğim." dedi. Rumeysa bir anda ciddileşerek:
"-Hayır, amca. Sen oraya gitmelisin. Oradaki çocuklarla oynayıp, onları sevindirmelisin. Ben de büyüyünce gelin olacağım ve sizin bana aldığınız oyuncakları bu hasta çocuklara vereceğim!.." dedi.
Gözyaşları içinde otobüse bindiler. Tayfur bey'e bir hüzün çökmüştü. Bağrında tarifi imkansız bir ızdırapla onların arkasından el salladı. İçinden büyük bir parça kopmuş, onlarla birlikte sürüklenip gitmişti. İçinden bir ses ona, bir daha Rumeysa ile görüşemeyeceğini söylüyordu. Sanki Rumeysa'yı dönüşü olmayan bir yolculuğa uğurlamıştı.
* * *
İşte tam o günlerde bir vesileyle ben de Kayseri'ye gitmiştim. Bir fırsat oldu, küçük Rumeysa ile karşı karşıya geldim. Gözünün üstündeki ur, bütün yüzünü kaplayacak kadar büyümüştü. Adetâ kafasından daha büyüktü ve durmadan kanıyordu. Annesi elinde bir mendille devamlı bu kanı siliyor ve:
"-Tamam yavrum, geçecek." diyordu.
O sırada orada bulunan yaşlı, nûrânî bir zât bu hâli görünce:
"-Yâ Rabbi! Sen her şeye kâdirsin. Muhakkak bu anaya bu büyük merhameti veren Sen'sin. Sen daha merhametlisin ey Rabbim. Biz bilmiyoruz, Sen biliyorsun." diye duâ etti ve hediyeler verdi.
* * *
13 Ağustos'ta Tayfur bey Rumeysa'ya telefon açmıştı. O konuşmada Rumeysa, Tayfur bey'e:
"-Elhamdülillâh çok iyiyim, çok huzurluyum. Bir tane nûr yüzlü bir dedeyle tanıştım ve onu çok sevdim, biliyor musun?" demiş ve onunla sevincini paylaşmıştı.
Daha sonra telefonda annesiyle görüşen Tayfur bey, Rumeysa'nın yüzündeki urun çok büyüdüğünü, burnunu kapattığını, buna rağmen onun şimdiye kadar hiç görmediği şekilde huzurlu olduğunu söylüyordu.
Tayfur bey, en kısa zamanda işlerini yoluna koyarak, Kayseri'ye gitmek üzere yola çıktı. Yol boyunca ağladı, duâ etti.
Sabah Kayseri'ye varınca, adresi buldu ama kendisini bir sürpriz bekliyordu. Küçük Rumeysa kanatlanmış, Rabbine doğru yolculuğa çıkmıştı. İkindi namazından sonra cenâze kalktı.
Ne mutlu bu dünyanın aldatıcı oyuncaklarına kanmayıp, âhirete hazırlananlara...

Halime Demireşik
[url]www.sebnem.org[/url][/color][/b]