Gel, gel! Su çok ılık, valla!

-tatil CİNNETlerine dair bir yazı-

Deniz neden hep sonsuzluğu çağrıştırır, diye hiç düşündünüz mü? Şairler, yazarlar, düşünürler, hülyalı aşıklar, neden hep denizle sonsuzluk arasında ilişki kurmayı yeğlemişlerdir? Bu ilişkiye genellikle denizin uçsuz bucaksızlığı, ufkun ötelerine uzanması gibi özelliklerin sebep olduğu yaygın bir anlayıştır. Ben buna asıl olarak denizin dur durak bilmeden hummalı bir çırpınışla daima kaynamasının sebep olduğuna kaniim… Bitip tükenmez bir kaynama, fokurdama, yekiniş, salınış, köpürüş ve hareket, hareket, hareket…

Kainatın yatışmaz yapısı adeta denizde dile geliyor gibidir. Her bir zerrenin koynunda başlayan hareketlerin titreşimi büyük bir hareketler yumağına dönüşmekte ve kainatın küçük bir örneğini ortaya koymaktadır. Evren denizinde her bir zerre bir dil olup mekanın gergefinde zamanı dokumakta ve mekanla zamanın sarmalında insanın macerası yazılmaktadır. İnsanın sonsuza namzet sonlu macerası… İnsan, kendini kainatın denizinde bir katre bilip, ‘katresin ummana salarsa’, bir gavvas (dalgıç) olup mana incileri çıkarırsa sonsuza namzet, büyük fokurtunun içinde bir zerre... Lakin denizin yüzüne bakıp da kendini bu bütünlükten ayrı ve müstakil bilirse sonlu bir zavallı…

İyi de bu yazdıklarım kimin umurunda? Bütün kıyıları dolduran ‘tatil cinneti’nde, cennet vatanın tatilcileri, cenneti yeryüzünde aramanın nişanesi olarak, denizi gövdelerini soğutacak bir nesne olarak algılamıyorlar mı? Bir defa daha en başta, ‘tatil’ kelimesi, anlamca problemli. Tatil; atıl kalmak, atalet halinde olmak, eylemsizlik, durağanlık, hareketsizlik gibi anlamları tazammun ediyor. Halbuki doğrudan doğruya tatille özdeşleşmiş olan denizin kendisi tatili reddediyor. Çünkü deniz, hareketin, eylemin, daimi fiil halinin en güzel örneği olarak beliriyor. Evrenin devingen yapısının en gür nida ile konuştuğu deniz boylarının, ruhu, kalbi, aklı, vicdanı, tefekkürü, ince ve ulvi duyguları susturmanın en birinci mekanları olması sizce de enteresan değil mi?

Gazetelerin yazdığına bakılırsa, tatilde insanların beyni küçülüyormuş. Yaklaşık 20 IQ kadar bir zeka gerilemesi gözlenebiliyormuş. Tatil öncesi zihinsel çalışma hızıyla, tatil dönüşü çalışma sürati arasında epey bir fark gözleniyormuş. Bu da performans, üretim, iş disiplini açısından ciddi sorunlara yol açıyormuş, vesaire, vesaire. Ya ruhun, kalbin, duyguların gerilemesine, hepten susmasına ne demeli? Çünkü mevcut tatil kültürü, tamamen yavaşlama, gevşeme ve gevişleme üzerine kurulu. Bütün manevi motorları kapatacak, danalar gibi tıkınacak, bizonlar gibi çiftleşecek, develer gibi gölgede geviş getirecek, çılgınlar gibi tepinecek, habire denize atlayıp cosss ettireceksin… Ha evet, arada bir markette satılan kraker kitaplardan şemsiyenin altında kıtırdatacaksın ki sosyetik meclislerde filan hepten hırbo durumuna düşmeyecek, ‘ay şekerim ben o kitabı bir solukta okudum, valla çok şeker’ gibi çok yüksek ve derinlikli tahliller şettirebileceksin… Kültür çok önemli canım, değil mi ya!

Günlük hayatın tamamen mekanik çalışma koşullarına ve üretime dönük olarak programlanması, ister istemez zamanı mekanik olarak programlamayı beraberinde getiriyor. Yani günün belli diliminde sabit, rutin bir şekilde sırf para amaçlı olarak çalışacaksın, geri kalanında dinleneceksin. Dinleneceksin, çünkü yarın yine çalışacaksın. Çalışacaksın çünkü mükafat olarak dinleneceksin. Çalışırken alabildiğine hareketli, dinamik, aktif, (hani rantabıl diyorlar ya o cinsten) olacaksın, sonra da dinlenirken azami derecede hareketsiz, atıl, durağan olacaksın. İş dönüşü akşamleyin zaten suyu sıkılmış limon gibi olduğun için, çızıklı pijamalarını giyecek, televizyon paşanın karşısındaki koltuğuna oturacak zap zap zıplayıp, ‘zapık’lık edeceksin. Eh bir yandan fındık, fıstık, kek, börek yuvarlayacak, azıcık muhafazakar filansan cola’nı hüpletecek, yok eğer din iman hakgetire ise biranı gümleteceksin. Yıl boyunca en fazla bir aylık tatilin hayalini kuracak, lafını edecek, anılarını anlata anlata bitiremeyecek, birkaç ay öncesinden zayıflama kürlerine girecek, kalçandaki göbeğindeki kıvrımları düşünüp düşünüp üzülecek, hatta belki depresyona bile gireceksin… Neyse canım, çözümü var, sen de bikini değil mayo giyersin… Büyük ve titiz araştırmalardan sonra geceliği bilmem ne kadar olan, komün hayatının bir türünü andıran otele haldır haldır gidip, denize çivileme yapacak ve bağıracaksın:

- Gel, gel! Su çok ılık, valla!

Yusuf Özkan Özburun

Konular