Tesettür Füruat mı, yoksa Teferruat mıdır?"

Ebubekir Sifil
Tesettür Füruat mı, yoksa Teferruat mıdır?"
Soru: "Bir konuşmasında F. Gülen hocaefendi tesettür için teferruat dedi. Bu doğru mudur? Teferruat ne demektir? Ayrıntı ve detay anlamına geliyor ama, buradaki manası nedir? Üstelik tesettürün teferruat değil, füruat olduğunu biliyordum ben. Teferruat ve füruat ne demektir? Tesettür füruat mı, yoksa teferruat mıdır?"
Cevap: Fethullah Gülen hocaefendinin başörtüsü hakkında kullandığı kelimenin "füruattandır" tarzında olduğunu hatırlıyorum. (Yanlış hatırlıyorsam düzeltin.) "Füru(at)", Fıkhî bir tabirdir ve "Usul'e ilişkin olmayan" anlamındadır.
"Teferruat" kelimesi de aynı kökten gelmekle birlikte fıkhî bir tabir, daha doğrusu bir "terim" değildir. Soruda da dile getirildiği gibi, "ayrıntı" kelimesi ile eşanlamlı olan bu kelimenin dinî/teknik bir içeriği yoktur..
Bilindiği gibi bizim yaygın olarak "Fıkıh" tabirini kullandığımız alan, aslında "Füru-i Fıkıh" alanı, bir diğer söyleyişle "fer'î meselelerin işlendiği alan"dır. Bu meselelerin üzerine tebenni ettiği temel ise "Usul-i Fıkıh"tır. Dolayısıyla herhangi bir meselenin "füruattan" olduğu söylendiğinde, o meselenin Usul-i Fıkh'ın değil, Füru-i Fıkh'ın konusu olduğu ifade edilmiş olur.
Ancak kanaatime göre hocaefendinin yukarıdaki tabiri, başörtüsünün "imanî meseleler"den olmadığını vurgulamayı hedeflemektedir. Zira bir meselenin Füru-i Fıkh'ın mı, yoksa Usul-i Fıkh'ın mı konusu olduğu sorusunun cevabı, o meselenin önem derecesine etki etmez. İtikadî bir meselenin önem derecesi ile, –ister Usul'e, isterse füruata müteallik olsan– Fıkhî bir meselenin önem derecesi birbirinden farklı olduğu için ilkinin ilgi alanına giren meseleler, ikincinin ilgi alanına girenlere göre daha önemlidir.
Dolayısıyla hocaefendi demek istiyor ki, bir kimse imanî/itikadî ilkelere aykırı bir tutum içinde olmadıkça, fıkhî bir hükme uymaması çok önemli değildir; zira böyle bir durumda imanı tehlikeye girmez. Başörtüsü de imanî/itikadî bir mesele olmadığı için fazla büyütmeyin. Başınızı açmakla imanınızı yitirmiş olmazsınız. Türkiye'nin şartları başörtüsü konusunda ısrarlı olmanın daha büyük zararlara kapı aralamasına müsaittir. Bu sebeple bu noktada bir adım gerilemenin kimseye bir zararı olmaz...
Hocaefendi Türkiye dışında olduğundan, kendisi için çok önemli olmayabilir, ama, diyelim ki bağlıları, kısa etek veya şort dayatmasıyla karşılaşsa, acaba kendisinden bu bu sefer de "setr-i avret füruattandır" tarzında bir fetva sadır olmasını bekleyebilir miyiz?
Başörtüsü emrinin Kur'an, Sünnet ve İcma ile sabit bir hüküm olması dolayısıyla taşıdığı ağırlıktan –herkesin malumu olduğu için– bahsetmeyeceğim. Ama başörtüsünün hiç olmazsa bir "kimlik" meselesi olarak ele alınması gerekli değil midir? Bunun böyle olduğunu, başını açarak okumayı hem reddedenler, hem de kabul edenler arasında onlarca, hatta belki yüzlerce kızımızın ruhsal problemler yaşadığı vakıası açıkça göstermiyor mu?
Bu meselenin –ve diğer benzerlerinin– çözümü, "sizden isteneni yapın, kurtulun" demekte midir? Bu bir "çözüm" müdür?
Hocaefendi'yi bilmem ama, burada yaşayanlar bunun, "problemi dondurmak" anlamına dahi gelmediğini yakından biliyor. Bu, olsa olsa, "gerginliği dondurmak"tır ve elbette bunu sineye çekenlerin ruhunda yol açtığı yıkımın sesi Amerika'dan dahi net olarak duyulur.
Bu kızlarımızın –aileleri ve yakın çevreleriyle birlikte– yaşadıkları hakkında her şey söylendi. Ama onların çocuklarının, bu yaşananların silinmez etkisiyle kurulan evlilikten doğacak çocukların, yani gelecek nesillerin, ne kadar sağlıklı bir aile ortamına gözlerini açacağı ve ne kadar sağlam bir ruh yapısıyla büyüyeceği konusunda henüz hiçbir şey bilmiyoruz.
Öyleyse soruyu tekrar edelim: "Bu, çözüm müdür?"
...
Soru: Başörtüsünün imanî ve amelî ağırlığı nedir?
Cevap: Bu soru, başörtüsü meselesinin iki ayrı veçhesini gündeme getirdiği için önemlidir:
1. Başörtüsünün ilahî bir emir olup olmadığı.
2. İlahî bir emir olduğu kabul edildiğinde, terkinin hükmü.
İlkinden başlayalım:
1. Çok iyi bilindiği gibi Müslüman kadının örtüsü ile ilgili olarak Kur'an'da yer alan 24/en-Nûr, 31 ayeti açık ve kesin bir hüküm bildirir. Bu ayet, başörtüsünün bağlanma biçimini de tasrih etmiş, sadece başın değil, cahiliye döneminde tatbikatı bulunmayan "boynun ve göğsün örtülmesi"ni de hükme bağlamıştır.
Devr-i Saadet'ten itibaren bütün zamanlarda –modern zamanlar hariç– Ehl-i Sünnet'iyle-ehl-i bid'atıyla, havassıyla-avamıyla bütün Ümmet bu ayetin bildirdiği hüküm doğrultusunda amel edegelmiştir. Bu yönüyle de başörtüsü, delilinin delaleti üzerinde en küçük bir şüpheye yer bırakmayan "amelî tevatür" hüviyetindedir.
Hem delaletinin hem de sübutunun kat'îliği sebebiyle bu ayetin bildirdiği hüküm bir "farz-ı kat'î"dir; inkârı (Kur'an'da başörtüsü emri bulunmadığı iddiası) ya da tahfifi (küçümsenmesi, hafife alınması) kişiyi dinden çıkarır.
(Bu vesileyle 17 Haziran tarihli yazımdaki bir eksiği düzeltmiş olayım. O yazımda Fethullah Gülen hocanın başörtüsü hakkında "füruattandır" dediğini hatırladığımı yazmış, "yanlış hatırlıyorsam düzeltin" demiştim. Ertesi gün Samsun'dan yazan Murat Tekin kardeşim, kelimeyi yanlış hatırladığımı, F.Gülen'in başörtüsü hakkında "teferruat" kelimesini kullandığını belirten bir ileti gönderdi. Kendisine teşekkür ediyorum. Durumu [url]http://tr.fgulen.com/[/url] adresinden de teyit ettim.)
Ayrıca 33/el-Ahzâb, 59 ayeti de mü'min kadının dışarı çıktığında "dış giysisi"ni üzerine almasını emretmekte; bunun, tanınıp eziyet edilmemeleri için daha elverişli olduğunu belirtmektedir.
Bu nokta, "Din'in hükümlerine riayetin bizzat kendisi maslahattır" diyen ulemanın aksine İslam ahkâmının –kendi tesbit ettikleri– "maslahat" ekseninde düzenlenmesini savunan Modernistler için gerçek bir samimiyet testidir. Zira burada onların anlayışına uygun maslahat, olsa olsa mü'min kadının tanınıp eziyet görmemesi olabilir. (Hür-cariye ayrımının mevcut olduğu dönemlerde dış örtü, hür kadınların diğerlerinden ayırt edilmesini sağlıyor, eziyet görmelerini engelliyordu.) Bugün ise durum tersine dönmüş; tesettür, tanınıp eziyet görme aracı haline gelmiştir. Bu noktada Modernistler'den beklenen, yürekli bir şekilde ortaya çıkıp, maslahatın tesettürün terkini gerektirdiğini ve bunun, bizatihî murad-ı ilahî olduğunu söylemeleridir...
2. Başörtüsünün ilahî/kesin bir emir olduğunu kabul ettiği halde çeşitli gerekçe ve mazeretler sebebiyle bu emre riayet edemediğini söyleyenlere gelince, günahkâr olurlar. Bir an önce tevbe-istiğfarla bu ilahî emre imtisal etmeleri gerekir.
Bu noktada başörtüsü mağduru öğrenci kardeşlerimin, "tahsil görmek dinimizin kabul ettiği bir "gerekçe" değil midir?" dediğini duyar gibiyim. Şunu söyleyeyim ki, herkesin kendi durumuna göre tafsil edilmesi gereken böyle bir soruya "evet" ya da "hayır" demenin meseleyi çözmediğini biliyoruz. Bu, bu ülkede yaşayan bütün mü'minlerin ortak meselesidir ve çözümü yolunda ciddi anlamda gayret sarf edilmedikçe her birimizin omzunda bir vebal olarak durmaktadır. Bulunduğumuz noktada önerebileceğim "elle tutulur" tek tarz-ı hareket, 65/et-Talâk, 2 ve 24/en-Nûr, 55 ayetleri üzerinde tefekkür etmektir. (Bu konuda bkz. "Çağdaş Dünyada İslamî Duruş", 127 vd.)
Bunun dışında, başörtüsüne alışamamak, başını örttüğü takdirde çevresi tarafından yadırganma endişesi taşımak... gibi gerekçelerin birer "vesvese" olduğunu bilmemiz gerekiyor. Yüce Yaratıcı'nın bir emrini yerine getirirken ne kadar zorlanıyorsak, ecrimizin o ölçüde fazla olacağını hatırlatarak meseleyi şöyle bağlayayım:
Yaşadığımız zaman diliminde Müslümanlar, tarihin herhangi bir döneminde olduğundan daha hassas bir durumda bulunuyor. Tek tek her birimiz, bu Din'in bekası bizim onun ölçülerine uygun yaşamamıza bağlıymış gibi düşünmeli, tek tek her birimiz, zamanın bu kertesinde "Müslüman" kılınmış olmanın ne büyük bir anlam ifade ettiği noktasında yoğunlaşmalıyız.
Ebubekir Sifil