Hutbemiz, edeb hakkındadır

ي[size=2][size=10pt][size=10pt]ا أيها الذين آمنوا لا تقدموا بين يدي الله ورسوله واتقوا الله إن الله سميع عليم
أكرموا أولادكم وأحسنوا ادبهم[/size][/size][/size]Muhterem Mü’minler!
Hutbemiz, edeb hakkındadır.
Edep: “Haya, nezaket, zerâfet, güzel terbiye ve güzel ahlak ile vasıflanıp, insanı utanmayı icap eden hallerden koruyan güzel bir haslettir.”, şeklinde tarif edilmiştir.1 Büyük bir Allah dostu da edebi şöyle tarif buyurmuşlardır: “Edep; akıl ve şeriata muvafık hal ve harekete denir”. Edep çok mühim olduğu için Hz. Allah(cc) bunu kelâm-ı hakîminde de beyan etmiş ve buyurmuştur ki: “Ey iman edenler, Allah(cc)ve Rasülünün(as) önüne(hiçbir şeyi) geçirmeyin. (Böyle bir hatayı yapmaktan) Allah(cc)’ tan korkun. Allah (cc) her şeyi (her hatanızı) işitir ve bilir.” Yani hiçbir şeyi Allah (cc) ve Rasülünün (as) önüne geçirmeyin, onların hüküm ve fermanını gözetmeden kendi hükmünüzü vermeyin. Hiçbir hususta Allah(cc) ve Rasûlünü geçmeyin demektir. Âyet-i kerîmenin hedefi müminlerin Peygamberimize(as) ve onun varislerine hürmet ve ittiba edip, onlara karşı edepli olmanın ehemmiyetini beyandır. Ayeti kerimelerin başında Allah (cc)’ın isminin zikredilmesi peygamberimizin (as) zikredilmesine köprü ve vasıta olmuş ve peygamberimizin Allah (cc) indindeki derecesinin yüksekliğine işaret kabul edilmiştir. Zira müminlerin maddi ve zahiri noktadan edepli olup olmamaları daha ziyade peygamberimiz (as) hakkında bahis mevzudur. Mevlâmız âyet-i kerîmesinde: “Ey iman denler! Seslerinizi peygamberin (as) sesinden daha yüksek kaldırmayın ve (ona söz söylerken) birbirinize bağırdığınız gibi yüksek sesle söylemeyin, zira amelleriniz habt olur (hiçe gider) de haberiniz olmaz” buyurmuşlardır. Âyet-i kerîmede, edepsizliğin insanı dinden çıkarabileceğine işaret edilmektedir. Zira amellerin hiçe gitmesi için sahibinin dinden çıkması lazımdır. Şurası bir hakikattir ki; amelsizlik insanı dinden çıkarmaz, edepsizlik; dince mukaddes sayılan esasları alaya ve hafife almaya yakın olursa dinden çıkarır. Bir başka ayeti kerimede de şöyle buyuruluyor: “Ey iman edenler kendilerinizi ve ailenizi (çocuklarınızı) cehennem ateşinden koruyun.” Hz. Ali (ra) Efendimiz bu âyet-i kerîmeyi: “Çocuklarınızı edeplendiriniz ve talim ediniz (dinlerini öğretiniz)” diye tefsir etmişlerdir. Hz. Peygamberimiz (as)’de: “Çocuklarınıza ikram ediniz (iyilik yapınız) edeplerini de güzel yapınız.”, buyurmuşlardır.
Bu üç Ayeti kerimeden ve Hadisi şeriften, edebin ne kadar lüzumlu ve güzel, edepsizliğin de ne kadar çirkin ve tehlikeli olduğu anlaşılmaktadır.
İmamı Azam efendimiz, Abdestin küçük bir edebini terk ederek kıldığı kırk yıllık namazını yeniden kılmıştır. Peygamberimizin ravzasına (as) hiçbir ziyaretinde edebinden dolayı yaklaşmamış, vardığı noktaya kadar da sürünerek varmıştır. Bir defasında, Peygamberimizin (as): “Yaklaş ya imam” buyurması üzerine yaklaşabilmiş, ziyaretinide iki büklüm vaziyette îfa etmiştir. Bir zâhid: “Bir nimete nail olan edebi sebebi ile nail olur, o nimeti kaybeden de edebi terkettiği için kaybeder.”, diyor. Sırrı Sakatî Hazretleri: “Namazdan sonra mihrapta rahat oturup ayaklarımı uzatmıştım. Bana, “Ancak kırallar öyle oturur” diye nida edildi. Bundan sonra hayatımın sonuna kadar ayaklarımı hiç uzatmadım” buyuruyor. Ebu Yezid Bistamî Hazretleri: “Bana bir abidden bahsettiler. Onu ziyaret etmeye karar verdim. Ziyaretine gittiğimde kıble tarafına tükürdüğünü görünce, onu ziyaretten derhal vaz geçtim. Çünki edebe riayet etmeyen kimse islamî sır ve makamlara mazhar olamaz.”, buyurmuşlardır.

Muhterem Mü’minler!
Talebe hocasına, küçük büyüğüne, memur olan amîrine karşı edepte kusur ederse kusuru nisbetinde maddi ve manevi birçok nimetlerden mahrum kalacaktır.“Yetim, anası ve babası ölen değil, ilim ve edebi terkedendir” , sözüde bu hakikatin şahididir. Peygamberimiz’in(as) Amcası Abbas (ra)’a, “Peygamberimiz mi büyük, yoksa sen mi büyüksün?” diye sorulduğunda:
“Peygamberimiz (as) benden büyüktür, fakat ben ondan evvel doğdum.”, diye cevap vererek edebe riayet ederlerdi.
Her vazifenin, her ibadetin ve her yolun kendisine has edepleri vardır.
Ecdâdımız ne güzel söylemiş:
“Gezdim Haleb’i Şamı eyledim ilmi taleb,
Meğer ilim gerideymiş, illâ edep illâ edep”
Aynı köyden okumaya giden iki kişiden birisi muvaffak olduğu halde, diğeri muvaffak olamıyor. Fukaha aynı şartlar içinde okuyan bu talebelerden birisinin derslerine çalışırken kıbleye döndüğünü diğerinin dönmediğini öğrenince, muvaffak olanın islamın bir adabına riayet etmesinin bereketi ile muvaffak olduğunu, diğerinin de âdâb-ı İslama değer vermemesi sebebi ile muvaffak olamadığında ittifak etmişlerdir. Görülüyor ki islâmî edeplere riayet çok mühimdir ve maddî ve manevî muvaffakiyet için lazımdır. Dînimize göre dünyevî ve uhrevî bütün işlerin, maddî ve mânevî edepleri vardır. Peygamberimiz (as) ve vârisleri bunları ümmetlerine ve tabilerine öğretmişlerdir. Bize düşen vazîfe, öğrenmek ve riâyet etmektir.