Müslümanın Milliyeti Akidesidir

Muhammed (s.a.v.) ile amcası Ebu Leheb, amca-oğlu Amr b. Hişam (Ebu Cehil) arasındaki akrabalık bağı kesildiğinde; muhacirler aileleri ve akrabalarıyla savaşıp onları öldürdüklerinde, muhacirlerle ensar arasında akide bağı oluştu. Onlar aile ve kardeş oldular. Müslüman Araplarla kardeşleri Suheyb-i Rumî, Bilal-i Habeşî ve Selman-ı Farisî arasında akide bağı kuruldu. Kabile, ulus ve toprak asabiyeti ortadan kalktı. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Asabiyetten vazgeçin. O bir pisliktir" Yine onlara şöyle dedi:

"Asabiyyet üzerine ölen bizden değildir"

Bu pisliğin işi bitmişti. Soy sopun işi sona ermişti. Ulus kiri temizlendi. Et ve kan kokuşmuşluğundan uzak, yüce ufuklara ulaştı insanlık. O günden beri müslümanın vatanı toprak olmadı hiç. Onun vatanı akidesinin egemen olduğu, yalnızca Allah'ın şeriatın yürürlükte olduğu, sığındığı, savunduğu, korumak için uğruna şehid olduğu "dar-ül İslâm"dır. Orası İslâm'ı akide kabul eden, şeriatını şeriat kabul eden herkesin vatanıdır.

"Dar-ül İslâm"da yaşayan ehli kitap gibi, müslüman olmayanlar bile İslâm şeriatını düzen olarak kabul ediyorlarsa, orası onların da vatanı olur. İslâm'ın egemen olmadığı, şeriatının yürürlükte olmadığı ülke müslümana, anlaşmalı zımmiye göre "dar-ül harb"tır. Orada doğmuş, orada akrabaları, malı-mülkü olsa bile müslüman onlarla savaşır.

Muhammed (s.a.v.) ailesinin, kabilesinin bulunduğu, kendisinin ve arkadaşlarının evlerinin bulunduğu, mallarını terkettikleri Mekke ile savaşmıştı. Orası ona ve ümmetine ancak orada İslâm kabul edildiğinde, şeriatı uygulandığında vatan olmuştu.

İslâm budur işte. İslâm ne dil ile söylenen, ne de üzerinde İslâmî bir etiketin, bir ismin bulunduğu doğulan yer, ne de müslüman ana-babadan doğan birinin tevarüs ettiği şeydir.


"Hayır, Rabbine yemin olsun ki, aralarında çekiştikleri şeyde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar. "(Nisa,65)


İslâm sadece budur. Toprak, ulus, neseb, akrabalık, kabile, aşiret değil, yalnızca odur; Dar-ül İslâm.

İslâm, insanları göğe uzansınlar diye toprak bağlarından, yüceler yücesine yükselsinler diye de kan prangalarından kurtarmıştır.

Müslümanın özlemini çektiği, savunduğu vatan bir toprak parçası değildir. Müslümanın tanıdığı ulus, egemen ulus, değildir. Müslümanın aşireti sığındığı, savunduğu kan bağından ileri gelen aşiret değildir. Müslümanın bayrağı, aziz bildiği, uğruna şehid olduğu bayrak, herhangi bir kavmin bayrağı değildir. Müslümanın istediği elde ettiğinde bundan dolayı şükrettiği galibiyet herhangi bir ordunun zaferi değildir.

Allah şöyle buyuruyor: "Allah'ın yardımı ve zafer günü gelip, insanların Allah'ın dinine akın akın girdiklerini görünce Rabbini hamdederek teşbih et. O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri daima kabul edendir." (Nasr, 1-3)

Zafer diğer bayrakların değil, akide bayrağının altındadır. Cihad başka amaçlar için değil, yalnızca Allah'ın dini ve şeriatı galib gelsin diyedir. Herhangi bir ülkeyi değil, belirtilen şartlar dahilinde İslâm ülkesini savunmaktır. Ne bir ganimet, ne bir şöhret, ne bir toprak ya da ulus, nede çoluk çocuk için değil, sadece Allah için. Onları Allah'ın dininden uzaklaştıracak, fitneden korumak bunun dışındadır.

Ebu Musa'dan (r.a.) rivayet edildiğine göre şöyle dedi:


"Allah Rasûlü'ne (s.a.v.) cesurluk, asabiyet ve riya için savaşan kimselerden hangisinin Allah yolunda olduğu soruldu. Şöyle buyurdu:

"Kim Allah'ın dini üstün olsun diye savaşırsa, o Allah yolundadır."

İnsan, bu biricik hedefin uğruna; Allah'ın rızasının dışında herhangi bir savaşta, herhangi bir hedef için değil, ancak bu yolda savaşırsa şehid olur.

Müslümanın akidesiyle savaşan, onu dininden alıkoyan şeriatını uygulamayı yasaklayan her ülke, orada müslümanın ailesi, aşireti, kavmi, malı ve ticareti dahi bulunsa; dar-ül harbtir. Akidesinin hakim olduğu, şeriatının uygulandığı her ülke, orada müslümanın ailesi, aşireti, kavmi ve ticareti bulunmasa da orası, dar-ül İslâm'dır.

Ülke, Allah'ın koyduğu akidenin, hayat düzeninin, şeriatın hükmettiği yerdir. İnsana layık olan ülke budur. Milliyet, akide ve hayat tarzıdır. Ademoğullarının layık olduğu temel bağ budur.

Aşiret, kabile, kavim, milliyet, renk ve toprak asabiyyeti geri kalmışlık, düşüklük belirtisidir. İnsanlığın ruhsal düşüşlere uğradığı dönemlerde ortaya çıkan cahili bir olgudur.Allah Rasûlü (s.a.v.), yaydığı pis ve iğrenç kokudan dolayı ırkçılığı kokuşmuşluk olarak nitelemiştir


Yahudiler kendilerini, milliyet ve kavimlerinden dolayı Allah'ın seçilmiş milleti olduklarını iddia ettikleri zaman, Allah bunu reddetti. Allah, gelip geçen nesilleri, değişe gelen kavimleri, millet ve ülkeleri değil, imanı ölçü olarak koymuştu:

"Allah'a, bize gönderilene, İbrahim'e, İsmail'e,İshak'a, Yakub'a ve torunlarına gönderilene, Musa'ya ve İsa'ya verilene, Rableri tarafından peygamberlere verilene iman ettik. Onları birbirinden ayırt etmeyiz. Biz O'na teslim olanlarız" deyiniz. Sizin iman ettiğiniz gibi iınan etmiş olsalar, doğru yolu bulmuş olurlar. Yüz çevirirlerse, şüphesiz onlar çıkmazdadırlar. Onlara karşı Allah sana yetecektir. O, işitir ve bilir. Allah'ın verdiği renge uyun. Rengi Allah'ınkinden daha güzel kim vardır? Biz "O'na ibadet edenleriz." (Bakara, 136-138)

Gerçekten Allah'ın seçilmiş milleti, aralarında çeşitli milliyet, kavim, renk ve ülke farkları bulunan Allah'ın (c.c.) bayrağının gölgesinde yaşayan İslâm ümmetidir:

"Siz insanlar arasında ortaya çıkarılan hayırlı bir ümmetsiniz, iyiyi emreder, kötülükten alıkoy ar ve Allah'a iman edersiniz" (Âi-İmran 110 )

İlk safında, Arap Ebû Bekir'in, Habeşli Bilal'in, Bizans'lı Suheyb'in, İran'lı Selman'ın bulunduğu ve sonraki nesillerin izlediği bu muhteşem çizginin hakim olduğu ümmetin milliyeti akide, ülkesi dar-ül İslâm, hakimi Allah, anayasası da Kur'an'dır.

Bu yüce ülke, milliyet ve akrabalık anlayışı, Allah'a davet erlerinin gönüllerine egemen olması gereken anlayıştır. Bu o kadar açık olmalı ki, hiç bir yabancı cahili düşünce ona karışmamalı. Hiç bir gizli şirk türü ona sızamamalı. Yeryüzünde milliyet, kavim, sayı, küçük çıkarlar vb. gibi gizli şirkleri Cenab-ı Allah tek bir ayette zikredip, bir kefeye; imanı ve gereklerini de ayrı bir kefeye koyarak seçimi insanlara bırakmaktadır:

"De ki"Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden, Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise,Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez:" (Tevbe, 24)

Cahiliye ve İslâm'ın gerçekliği, dar-ul harb ve dar-ül İslâm'ın niteliği konusunda, Allah'a davet erlerinin kalblerine yüzeysel şüpheler gelmemelidir. Aksi takdirde anlayışları karışabilir: İslâm'ın hükmetmediği, şeriatının yürürlükte olmadığı bir yerde İslâm yoktur. İslâm'ın yöntemi ve hukukuyla egemen olduğu yerin dışında dar-ul İslâm yoktur. İmandan sonra ancak küfür vardır. İslâm'ın dışında kalan herşey cahiliyedir. Hakkın ötesinde ancak sapıklık vardır.

ŞEHİT SEYYİD KUTUP