Akşama Yakın Bir Vakitti

Akşama yakın bir vakitti.
Kuşlar o kadar güzel uçuyorlardı ki hürriyetin yekparesinde bir nefes sıhhat gibi.

Oldukça canlı ve diri bir keyfiyette, hilkatleri mucibince, rızklarının taksimince!

Semanın haşmeti, maviliğin enginliği, bulutların serpilişi bir nizamın ölçüsüydü.

Etrafımız oldukça kalabalıktı, muhtelif seslerin can havliyle çıktığı, meramların paylaşıldığı, dikkatlerin bir yöne doğru çekilmek dilendiği bir ortamdı.

Her bir arkadaşım bir güç gösterisine soyunmuştu sanki. Aslen güçsüz olanlar dahi her zaman ulaşabileceği bir babası veya annesi olduğundan, evleri yakın bulunduğundan daha çok baskın çıkıyorlardı.

Top oynansa, maç yapılsa, met değnekte olsa, yakarda karar kılınsa, tıpta oynansa, saklambaçta varsa yinede pek değişen bir şey olmuyordu bu meyanda.

Uçurtmalarımız çok olmuştur, topaçlarımız nasılda zınılayarak ses çıkartırlardı.
Bir kaş arkadaş uçurtma sevdasıyla gökyüzünde seyri âlem ederken düşlerimiz, hülya sağanaklarımız, kursağımızda kalan umutlarımız sayfalarını açardı sanki!

Bir ayçiçeğinin kalpaklarında, bir mısırın sümbül yelpazesinde, bir nohudun metanetinde, bir karpuzun masumiyetinde, bir kavunun dirayetinde, bir çileğin zarafetinde, bir domatesin hazırlığında, bir biberin süzülüşünde farklı farklı!

En heyecanlı anlarımızda annemizin gel diyen amir sesi ne de hoşnutsuzdu!

Babalarımız sanki daha bir masumdu, çok yüz göz olmazlardı, çalışan dirayetli pervanelerdi. Annelerimiz sabrın demi, sevginin seli, hoş görünün nefesiydi.

Ablalarımız can yoldaşımız, yardım sağanağımız, kaygı yumağımız canlardı.
Ağabeylerimiz sanki daha katı, yaptırım noktasında karalı, müsamaha açısından çok sıkıntılı olanlardı.

Komşularımız ne kadarda birbirinden farklı insanlardı. Bir kooperatif marifetiyle bir müşterekliği bulunan, çok değişik mekânlardan gelmek zorunda kalanlardı.

Kültür farkı o kadar sarih olandı ki, tercih sebepleri dikkate şayan olanlardı.

Bir Ahmet amca vardı ki sakin bir adamdı, eskilerin klup sigarasını çok içerdi.
Hasan amca canı tez olan her bir olayda bir tutam tuzu bulunan farklı insandı.
Fethi amca çok ciğerpare olan bir amcaydı, tebessüm yüzünden asla eksik olmazdı, çok narin kızardı, her vakit yardıma koşan değerli ve dost bir insandı.

Ama Hatice teyze yani hanımı tam tersi, asık suratlı, iddiacı, layardımcı olandı.
Hani derler ya tencere yuvarlanıp kapağını bulmuş tesellemesi misali gibi.

Evlerinin tek oğlu durumunda ki Mehmet çok şımartılmıştı. Babasının avcılık lakabı bulunan Mehmet’e kimseler söz edemezlerdi. Ne kadar çok şımarsa da!

Çok haksızlık yapsa da, onun her hareketi birilerince masum karşılanırdı. Çünkü avcı olan Ahmet amcadan çok korkarlardı. Lakin Ahmet amca bunlardan habersiz olan, kendi işleriyle ilgili çalışmaları bulunan çok sakin bir insandı.

Bizler uzaktan da olsa bir kötülüğüne şahit olamadığımızdan azda olsa onu severdik. Oğlu Mehmet’i hiç sevmediğimiz halde, onu şımarttığını bildiğimiz nedenle diyemem, çünkü onu hiç yüz göz olurken görmemiştik.

Bir gün yine uçurtmalarımızı uçururken şımarık Mehmet bir diğer arkadaşın ipini kopartmak için, uçurtmasını kaçırtmak için saldırmıştı.

Mağdur olan arkadaşımız Sait ne kadar sabrederek dirense de, bizler bir gayret göstersek te tüm çabalarımız nafileydi. Mehmet’i bir kere hırs basmıştı.

Çok rahat dövebileceğimiz bir arkadaştı lakin onun babası acı olan bir adandı!
Ara da olsa omzunda tüfekle gezdiği görülürdü. Farklı kıyafetler eşliğinde.

Mehmet mücadelesine devam ederken mağdur olan arkadaş Sait’in babası işten geliyormuş duyduğu sesler onun dikkatini çekince koşarak geldi ve sevimsiz mücadeleyi gördü.

Ayırmak için yüksek sesle müdahale etse de Mehmet artık dut durak bilmiyordu.
Hakaretler yapmaya başladı, salim amca fazla dayanamadı ve Mehmet’e bir fiske vurdu.

Mehmet ağlayarak koşar adımlarla babasını çağırmaya gittiğini haykırıyordu.
Bir müddet sonra Mehmet anne ve babasına her ne anlatmışsa bir fırtına koptu.

Mehmet’in babası tüfeği elinde soluk soluğa koşarak geldi. Salim amcanın oğlu Sait’in uçurtmasını hedef alarak tüfeği ateşlemişti.

Bizlerde korku ile havada ki uçurtmaya bakıyorduk.

Uçurtma tam ortasından delinmişti ve çok fazla direnmeden elektrik direğine dolandı ve arada çaresiz bir şekilde kalmıştı.

Tüfeğin saçmalarından nasibini alan üç tane kuşta cansız bedenleriyle yere öylece düşmüşlerdi.

Hırsın, mantıksızlığın, ahmaklığın bir yaşı olmadığını o kadar bariz bir şekilde görmüştük ki şaşkınlığımız ayyuka çıkmıştı.

Başlangıç paragrafında neler söylemiştik oysaki!

Kuşlar o kadar güzel uçuyorlardı ki hürriyetin yekparesinde bir nefes sıhhat gibi.
Oldukça canlı ve diri bir keyfiyette, hilkatleri mucibince, rızklarının taksimince!
Semanın haşmeti, maviliğin enginliği, bulutların serpilişi bir nizamın ölçüsüydü.

Ne kalmıştı bunlarda artan geriye sadece terbiye edilmeyen, tefekkürle şekillenmeyen, ahirle özleşmeyen, mizanla bütünleşmeyen fiiliyatlar.

Gözyaşından başka bir şey kalmamıştı. Üzülenler çok fazlaydı. Hafızalarına kayıt düşenler en bahtsız olan zavallı masum çocuklardı.

Düşünmek onu tercih etmek, insan olmanın erdemiyle nefeslenmek demektir.