Dua
[color=olive]Dua
İslamiyet’in hızla yayıldığı zamanlardı.
İslamiyet’in nuru her tarafı sarmış, insanlar bölük bölük Müslüman oluyorlardı.
Mecusilerin yaşadığı bir köyde iki kardeş vardı. Herkes Müslüman olmuştu fakat bu ikisi hariç.
Bir gün biri dedi ki:
- Kardeşim, herkes yeni dine giriyor. Çok güzelmiş. Ateşe tapan bir ikimiz kaldık.
- Haklısın.
- Bak aklıma bir fikir geldi. Gel ikimiz ellerimizi ateşe sokalım. Eğer bizi yakmazsa tapınmaya devam edelim. Yakarsa, vazgeçelim.
- Olur.
Ellerini ateşe soktular.
Ateş bu, tabi ki yakar. Onları da yaktı.
İki kardeş İslamiyeti öğrenmek üzere bir âlim aradılar.
Malik bin Dinar’ı buldular. “Bize İslamiyet’i anlat” dediler.
Anlattı.
Malik bin Dinar ki, zirvelerdendir.
Denizin üstünde yürüyen velîlerden biridir...
İki mecusi kardeş, İslamiyet’i dinlediler.
Bir tanesi Müslüman olup, kaldı. Diğeri memleketine geri döndü.
Müslüman olan, çoluk çocuğu ile oraya yerleşti.
Malik bin Dinar ona sordu:
“Mesleğin nedir?”
“Hamalım” dedi. “Yük taşırım”
“Bak” dedi Malik bin Dinar. “Biz Müslümanlar birbirimize yardım ederiz. Sen de yeni Müslüman oldun. Sıkıntılarına ortak olmak istiyoruz. Bizim yardımlarımızı kabul edersen seviniriz... En azından bir düzen tutturuncaya kadar...”
“Hayır” dedi adam. “Gücüm kuvvetim yerinde. Çalışır, rızkımı helalinden kazanırım. Ben mecusi iken rızkımı kesmeyen Rabbim, ona dost olunca vermez mi?”
........
Yollara düştü hamal.
İşçi pazarını buldu. Beklemeye başladı.
Gelen zenginler güçlü kuvvetli, hamalları alıp gittiler. Ona bakan olmadı...
O gün iş bulamadı.
Akşam olunca, eve nasıl döneceğini düşünmeye başladı.
Bir gölge gibi evinin kapısına vardı. Kapıyı çaldı. Eşi kapıyı açtı.
“Yiyecek birşeyler getirdin mi? Çocuklar ağlıyor...” diye sordu.
“Hayır” dedi hamal. “Bugün çalıştım ama, iş sahibi çok zengin. Hepsini toptan vereceğini söyledi.”
“Peki, ne yapalım... Öyle olsun... “
.......
İki gün daha geçti.
Yine iş yok. Sabahtan akşama kadar kızgın güneşte iş bekleyen hamal, eli boş eve dönüyordu.
Bazen, seçilen hamalların arasına katılıyor fakat iş sahipleri tarafından eleniyordu...
Bir akşam vakti, namaz sonrası, şöyle dua etti:
“Allahım, ben Müslüman oldum. Ben seni sevdim. Rızkımı versen de, vermesen de sana asla isyan etmem. Mal senindir, mülk senindir. Dünya da senindir, ahiret de. Tek hakim, tek kudret sensin. Dört gündür eve yiyecek bir şey götüremedim. Kendim için değil, eşim ve çocuklarım için istiyorum” dedi.
..........
Sonra amele pazarına geri döndü.
İş bekledi, gelen giden yok.
Üzgün adımlarla eve doğru yürümeye başladı.
Kendi evine iyice yanaşınca, çok güzel yemek kokuları duydu.
Kapıyı çaldı. Hanımı güler yüzle açtı.
İçerde bir sofra vardı ki, kuş sütü eksik.
Şaşırdı hamal. “Bu nerden geldi?” diye sordu eşine.
Kadın dedi ki:
“Bugün evde çalışıyordum. Kapı çaldı. Açtım. Güzel yüzlü bir adam, bir küp dolusu altın verdi. “Bu kocanın ücretidir” Dedi. “Daha çok çalışırsa biz de ücretini artırırız” dedi ve sonra kayboldu. Adam, durumu anladı.
Sonra hanımı sordu:
“Bu nasıl bir iş sahibidir ki, dört gün çalışınca, bir servet bağışlıyor?”
Copyright © Huzura Dogru Dini Kitablar [/color]
İslamiyet’in hızla yayıldığı zamanlardı.
İslamiyet’in nuru her tarafı sarmış, insanlar bölük bölük Müslüman oluyorlardı.
Mecusilerin yaşadığı bir köyde iki kardeş vardı. Herkes Müslüman olmuştu fakat bu ikisi hariç.
Bir gün biri dedi ki:
- Kardeşim, herkes yeni dine giriyor. Çok güzelmiş. Ateşe tapan bir ikimiz kaldık.
- Haklısın.
- Bak aklıma bir fikir geldi. Gel ikimiz ellerimizi ateşe sokalım. Eğer bizi yakmazsa tapınmaya devam edelim. Yakarsa, vazgeçelim.
- Olur.
Ellerini ateşe soktular.
Ateş bu, tabi ki yakar. Onları da yaktı.
İki kardeş İslamiyeti öğrenmek üzere bir âlim aradılar.
Malik bin Dinar’ı buldular. “Bize İslamiyet’i anlat” dediler.
Anlattı.
Malik bin Dinar ki, zirvelerdendir.
Denizin üstünde yürüyen velîlerden biridir...
İki mecusi kardeş, İslamiyet’i dinlediler.
Bir tanesi Müslüman olup, kaldı. Diğeri memleketine geri döndü.
Müslüman olan, çoluk çocuğu ile oraya yerleşti.
Malik bin Dinar ona sordu:
“Mesleğin nedir?”
“Hamalım” dedi. “Yük taşırım”
“Bak” dedi Malik bin Dinar. “Biz Müslümanlar birbirimize yardım ederiz. Sen de yeni Müslüman oldun. Sıkıntılarına ortak olmak istiyoruz. Bizim yardımlarımızı kabul edersen seviniriz... En azından bir düzen tutturuncaya kadar...”
“Hayır” dedi adam. “Gücüm kuvvetim yerinde. Çalışır, rızkımı helalinden kazanırım. Ben mecusi iken rızkımı kesmeyen Rabbim, ona dost olunca vermez mi?”
........
Yollara düştü hamal.
İşçi pazarını buldu. Beklemeye başladı.
Gelen zenginler güçlü kuvvetli, hamalları alıp gittiler. Ona bakan olmadı...
O gün iş bulamadı.
Akşam olunca, eve nasıl döneceğini düşünmeye başladı.
Bir gölge gibi evinin kapısına vardı. Kapıyı çaldı. Eşi kapıyı açtı.
“Yiyecek birşeyler getirdin mi? Çocuklar ağlıyor...” diye sordu.
“Hayır” dedi hamal. “Bugün çalıştım ama, iş sahibi çok zengin. Hepsini toptan vereceğini söyledi.”
“Peki, ne yapalım... Öyle olsun... “
.......
İki gün daha geçti.
Yine iş yok. Sabahtan akşama kadar kızgın güneşte iş bekleyen hamal, eli boş eve dönüyordu.
Bazen, seçilen hamalların arasına katılıyor fakat iş sahipleri tarafından eleniyordu...
Bir akşam vakti, namaz sonrası, şöyle dua etti:
“Allahım, ben Müslüman oldum. Ben seni sevdim. Rızkımı versen de, vermesen de sana asla isyan etmem. Mal senindir, mülk senindir. Dünya da senindir, ahiret de. Tek hakim, tek kudret sensin. Dört gündür eve yiyecek bir şey götüremedim. Kendim için değil, eşim ve çocuklarım için istiyorum” dedi.
..........
Sonra amele pazarına geri döndü.
İş bekledi, gelen giden yok.
Üzgün adımlarla eve doğru yürümeye başladı.
Kendi evine iyice yanaşınca, çok güzel yemek kokuları duydu.
Kapıyı çaldı. Hanımı güler yüzle açtı.
İçerde bir sofra vardı ki, kuş sütü eksik.
Şaşırdı hamal. “Bu nerden geldi?” diye sordu eşine.
Kadın dedi ki:
“Bugün evde çalışıyordum. Kapı çaldı. Açtım. Güzel yüzlü bir adam, bir küp dolusu altın verdi. “Bu kocanın ücretidir” Dedi. “Daha çok çalışırsa biz de ücretini artırırız” dedi ve sonra kayboldu. Adam, durumu anladı.
Sonra hanımı sordu:
“Bu nasıl bir iş sahibidir ki, dört gün çalışınca, bir servet bağışlıyor?”
Copyright © Huzura Dogru Dini Kitablar [/color]
Konular
- Yaptıklarımızın Hesabını Vermeye Hazırlıklı Mısınız.
- Kur'an Nasıl Bir Devlet Yönetimini Öneriyor.
- Kendimize Rab lar Edindiğimizin Farkında Bile Değiliz.
- Sesli düşler
- Ömürden Kaybolan Bir Senemiz
- Yardıma ihtiyacım var
- Hakan Kenan Hoca
- Türkiye'nin Gururu Lingerium
- Zorunlu Trafik Sigortası
- Kur'an ın Bizlere İndirilme Amacını Doğru Anlamalıyız.
- Rivayetleri Aklamak Adına, Kur'an a Saygısızlık Yapmayalım.
- Allah ın Affetmesi, Şefaati Konusunu Nasıl Anlamalıyız.
- Hac Suresi 47, Zümer Suresi 42. Ayetlerin. Ölüm Ve Rüya İlişkisi.
- Allah ın Sınırlarını Aşarak, Kafirlerden Olmak İstemiyorsak.
- Kur'an neden arapça indirilmiştir. Zuhruf 2-3. Fussilet 44. Ayet.
- Elbette tek vatan bö-lü-ne-me----yiz
- Bizleri dinden saptıran en büyük yanlışımız.
- Çalışanlarınızın network trafiğini DeskGate ile inceleyin
- DeskGate en iyi sirket guvenlik programi
- Pekala ölmüyormuyuz
- Siber saldırı ve afetlere karşı veri yedekleme yazılımı DeskGate
- Işsizlik sel gibi
- Ad adres telefon
- Nuhilik (noahidizm)
- Isa beklenen yahudi mesih midir?
- Cümle kapısı..
- Karagöz İle Hacivat Konuşmaları 3
- Nasreddin Hoca Fıkraları
- Allah ın resulünün bizlere örnek oluşunu, hangi kaynaktan öğrenmeliyiz?
- Ayşecik İle Yasemin Sultan