Kaza ve Kader Hakkında Sorular ve Cevaplar

[color=red]Kaza ve Kader Hakkında Sorular ve Cevaplar
SUAL:[/color](Eceli ile ölmemeli) veya (ecelim gelmeden öldürdün beni) demek caiz midir?
[color=blue]CEVAP:[/color]
Doğru itikada göre, öldürülen kimsenin o anda eceli gelmiştir. Ömrü ortadan kesilmemiştir. Herkesin eceli bir tanedir. Ecel gelmeden insan ölmez. Ecel gelmeden ölüm olmaz. (Tefsîr-i Kebîr c.17, s.182).
[color=red]SUAL:[/color]
Benim yedi yaşında bir oğlum vardı. Tedavi görürken öldü. Dostlarımdan bazıları diyorlar ki, (Oğlun eceliyle ölmüştür.) Ba’zıları da, (Oğlun yanlış tedaviden ölmüştür.) diyor. Hangisi doğrudur)
[color=blue]CEVAP:[/color]
Bütün ölümler ecel gelince vuk’u bulur. Ecelsiz ölüm olmaz. Kiminin ölümüne hastalık sebep olur, kiminin ölümüne kurşun sebep olur. Kimininkine bir iğne sebep olur. (Tefsîr-i Kebîr c.17, s.182).
[color=red]SUAL:[/color]
(Ömür uzar mı) isimli yazınızda, (Ecel-i kaza)’nın değişeceğini, fakat (Ecel-i müsemma)’nın değişmiyeceğini yazdınız. Ecel-i müsemma da değişir.)
[color=blue]CEVAP[/color]:
Kaza ve keder konusu bir çok âlimin bile sapıtmasına sebep olmuştur. Bu hususta nakli esas almadan yazı yazmak asla doğru olmaz. Biz, (Ecel-i müsemma)’nın değişmiyeceğini, Allâme Ahmed bin Süleyman bin Kemal Paşa Hazretlerinin (Levh-il-mahfuz ve ümmül-kitab) isimli risâlesinden aldık. Bu risale, Tam İlmihal Se’âdetiebediyye’de mevcuttur. Kolayca bulmanız mümkündür. Ayrıca bu konu,İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin (Mektûbat) isimli kıymetli eserinde (217.) mektubunda da bulunmaktadır. Mektûbat kitabı, (Müjdeci Mektuplar Tercümesi) adı altında tercüme edilerek İhlâs A. Ş. yayınları arasına alınmıştır. 217 mektubu okuyabilirsiniz.
[color=red]SUAL:[/color]
Bir arkadaşım var. Yanında başkaları maldan mülkten, arabadan bahsedince (Ya Rabbi bana da verseydin bunların yanında küçük düşmeseydim) diyormuş. Sonra da tevbe ediyormuş. Bu arkadaşa bir cevap veremedim.
[color=blue]CEVAP:[/color]
Her âlimin üstünde bir âlim olduğu gibi, her zengin üstünde de bir zengin vardır. Malı az olan kimse, cemiyette küçük sayılmaz. Dertsiz insan olmaz. Malı çok olanın belki derdi daha çok olur. Ya’ni mal, muhakkak bir üstünlük ölçüsü olamaz. Takdire râzı olmalıdır. Râzı olmayınca hem ele bir şey geçmez, hem de üzüntüsü yanımıza kalır. Mal, iyi yolda harcanırsa bir değeri olur. Kötü yolda harcanırsa vebali vardır. İnsan ahlâkı sayesinde değer kazanır.
[color=red]SUAL:[/color]
Birisi, (Ben işte buradayım, işte karşıya geçtim. Her şey, insanın elindedir.) dedi. Bu sözler şirk olur mu?
[color=blue]CEVAP:[/color]
İnsanların hareketleri üçe ayrılır: 1- Tabiî (fizik) hareketleri, meselâ suya basınca batmak, fizik hareketidir. 2- İradî hareket, nefes almak gibi. 3- İhtiyârî hareket, konuşmak gibi.
Tabiî hareketler, insanın elinde değildir. Sudan ağır olan her cisim gibi insan da suda batar. İşte ben batmıyorum diyemez. Taşın suya batması, taşın istemesi ile olmadığı gibi, insanın batması da arzusu ile değildir.
İrâdî hareketler de insanın elinde değildir. İnsan nefes almak istese gücü yetmez. Bir insanın gözüne iğne uzatsak ister istemez gözünü yumar. Gözleri kapama elinde olmaz. O anda gözlerini kapamak iradesi kendiliğinden hasıl olur. Tıpkı suda batmak gibi.
İhtiyâri hareketleri insan isterse yapar, istemezse yapmaz. Yürümek ve konuşmak gibi. İnsanın elinin titremesi ile, istekle kaldırılması arasında fark vardır. Titremeğe insanın kudreti karışmadığı halde, yürümek, konuşmak gibi ihtiyarî hareketleri insanın kudretinin yetmesi, hareketlerinde mes’uliyete sebep olmakta, sevap ve günah işlemektedir. Kul, İrâde-i cüzîyyesini kullanmakta serbesttir. İnsan irâdesini iyiliğe kullanırsa Allahü teâlâ iyiliği yaratır, kötülüğe sarfederse, kötülüğü yaratır. Allahü teâlâ, kul irade etmeden de yaratırsa da, ihtiyârî olan işleri yaratmağa kulun iradesini sebep kılmıştır. Kul, irâde-i cüz’iyyesinde serbest olduğu için ihtiyârî hareketlerinden mes’ul olmaktadır. Eskiden mu’telize denilen bir fırka vardı. (insan kendi bütün işlerini kendi yaratır.) derler ve yaratmada Allahü teâlâya ortak koşarlardı. Bugün ba’zıları bu sapık fırka gibi inanıyor. İrâde-i cüz’iyye kuldandır. Hareketi yaratan ise Allahü teâlâdır. İmânın altı esasından biri olan (Hayır ve Şer Allah’tandır.) sözünün ma’nası budur. (Mektûbât-ı Rabbânî c.2, M.67; Kimyâ-i Se’âdet s.802)
[color=red]SUAL:[/color]
(Kader mevzuu beni çok düşündürüyor Alınyazısı hiç değişmez mi? Başımıza geleceklerin önceden yazılı olması, bizim günah veya sevap işlememize te’sir etmez mi?)
[color=blue]CEVAP:[/color]
Kader; ileride yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde bilmesidir. Kaza, kaderde takdir edilen şeyin zamanı gelince meydana çıkmasıdır. Biz kendimiz için, Allahü teâlânın ne dilediğini bilemeyiz. Zamanı gelince kadere uygun olarak yaratmaktadır. Allahü teâlâ insana irâde-i cüziyye vermişdir. İnsanlar bu irâde-i cüziyyelerini kullanarak günâh veya sevâb işler. Günah veya sevab işleyeceğini elbette Allahü teâlâ ezelde biliyordu. Zaten bilmeyen ilâh olamaz. Fakat Allahü teâlânın bilmesi onu işliyen için bir kötülük değildir. Tembel bir talebenin dersinden zayıf alacağını öğretmenin bilmesi, o talebe için kötülük olmaz. Öğretmen talebeye kötülük yaptı denemez. Talebe kendi arzusu ile çalışmamıştır. Günah işleyen insan da, kendi iradesi ile günâh işlemiş ve karşılığında da ateşde yanacakdır. Herşeyin Hâlıkı Allahü teâlâdır. Tabii ki, kul bir işi yapmadan önce Allahü teâlâ bilir. Bu bilme kul için bir kötülük değildir. Kaza ve kader imânın şartıdır. (günah işliyeceğim ezelde yazılmış ise, çalışmam fayda vermez) diyerek emirleri terk etmek ve yasakları da yapmak doğru değildir. Böyle düşünceleri kalbe getirmemeye çalışmalıdır. (Kâmûs; levh-il-mahfûz risâlesi; Mektûbât-ı Rabbânî; İrâde-i Cüz’iyye risâlesi)
[color=red]SUAL:[/color]
Ömür uzar veya kısalır mı? Kur’ânda (Ecel bir an gecikmez ve vaktinden önce gelmez) buyurulduğu halde, tavsiye ettiğiniz yayınların birbirinde, uzayıp kısalacağı yazılır. Bu Kur’âna ters düşmüyor mu?
[color=blue]CEVAP:[/color]
Âyet-i kerimelerin mâ’nalarını tefsirlere bakarak veya hakikî İslâm âlimlerinin kitaplarını okuyarak öğrenmek lâzımdır. Müfessirlerden başkası Kur’ân-ı kerîmi anlıyamaz. Evet ecel gelince gecikmez. Fakat ecel hâsıl olmadan önce, sadaka ile, duâ ile, amel-i sâlih ile ömür uzar. Zira Fâtır süresinde (herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması hep yazılıdır.)buyurulmaktadır. Ra’d sûresinde ise (Allahü teâlâ,dilediğini siler, dilediğini değiştirmez. Ümmül kitab ondadır.) buyurulmaktadır. Bu âyet-i kerimede levh-i mahfuz bildirilmektedir. Levhi mahfuzda değişiklik olur. İnsanın işine göre, ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü, kötüler iyi olarak değişebilir. Böylece biri ölümüne yakın iyi işler yaparak son nefeste imân ile gidebilir. Bir başkası da kötü amel işleyip îmânsız gidebilir.
Kader, Allahü teâlânın olacak şeyleri ezelde bilmesidir. Kaza, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır. Kader maaş bordrosu gibidir. Kaza ise bu maaşın dağıtılmasıdır.
Kaza-i muallak, levh-i mahfuzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp,duası kabul olursa, o kaza değişir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki;
(Kader, tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan dua, o bela gelirken korur.)
Duanın belâyı def etmesi de kaza ve kaderdendir. Havanın oksijen gazı, canlının hücrelerindeki gıda maddelerini yakıp ısı meydana gelmesine sebep olduğu gibi, dua da, Allahü teâlânın merhametinin gelmesine sebep olur. Yine bir hadis-i şerîfte buyuruldu ki:
(Kaza-i muallâkı hiç bir şey değiştiremez. Yalnız dua değiştirir ve ömrü, yalnız, ihsân, iyilik artırır.)
Bir kimseye takdir edilen belâ, kaza-i muallâk ise, ya’ni bu kimsenin dua etmesi de, takdir edilmiş ise dua eder, kabul olunca, belâyı önler. Ecel-i kazayı iyilik etmek geciktirir. Fakat ecel-i müsemma değişmez.
Ecel-i kaza, meselâ bir kimse, eğer iyi iş yaparsa ömrü altmış sene, yapmazsa kırk sene diye takdir edilmesi gibidir.
Vakit tamam olunca eceli bir an gecikmez. Birinin üç gün ömrü kalmış iken akrabasını Allah rızası için ziyaret etmesi ile ömrü otuz seneye uzar. Eğer akrabasını terk ederse aksi vuk’u bulur. (Levh-il-mahfûz Risâlesi; Mektûbât-ı Rabbânî c.1, M.217)
[left][color=red]SUAL:[/color][/left]
Gazetenizde insanların açlıktan ölmiyeceği yazılmıştı. Fakat Afrika’da veya başka bir yerde açlıktan ölen insanların bulunduğunu işitiyoruz. Bu nasıl oluyor?)
[color=blue]CEVAP:[/color]
Allahü teâlâ herkesin ömrü takdir ettiği gibi, rızkını da takdir etmiştir. Ömür azalıp çoğalmayacağı gibi, O’nun takdir ettiği rızk da azalmaz, değişmez. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Hiç kimse mukadder olan rızkını bitirmeyince ölmez. Ölüm ma’lumumuz olmadığı için sıhhatimi korumağa, hastalığımızı tedaviye lüzum vardır. Bunun gibi mukadder olan rızık da ma’lumumuz olmadığı için, çalışıp kazanmamız lâzımdır. Açlıktan ölenler, ömürleri ve rızıkları tamam olduğu için ölmektedir. (Mektûbât-ı Rabbânî C.1, s.217; levh-il-mahfûz risâlesi)