İKİNİN İKİNCİSİ HZ.EBÛ BEKİR(r.a.)

[i]"Güneş, peygamberler hariç, Ebû Bekir'den daha faziletli bir insan üzerine doğup batmamıştır." [/i]

Varlığın en güzeli uzanmış dinleniyor, cennet kokulu mübarek başını arkadaşının dizleri üzerine koymuş uyuyordu. Mağara, kutlu elçiyi bağrında saklayarak misafir etmenin sevinci ile serinliyor, güvercinler hû, hû sesleri ile ninniler söylüyor, örümcek neşe içinde en sağlam ağlarını örüyordu. Yıllardır beklediği sevgiliyi görmek için çırpınan yılan ise yuvasının önünde beliren ayağı ısırmaktan başka çare bulamamıştı. Bir demir perde misali gözlerini kapatan bu ayağı gerçekte hiç ısırmak istememişti. Ne var ki; göz O’nu görmeli, kulak O’nun sesini işmeli, dudaklar O’nu söylemeliydi. Bunca yıl beklemişken bu vuslat ânını nasıl kaçırabilirdi. Isırdığı ayak, “İkinin ikincisi”nin mübarek ayağıydı.

Ayağındaki şiddetli acıyı hisseden ama sesini çıkarmayan fedakâr arkadaş (r.a) ise sevgili dostuna zarar gelmesin diye ayağını yılanın deliğine kapatmıştı. Uyuyan güzeli uyandırmak istememişti. Ayağında hissettiği şiddetli acıya rağmen sevgililer sevgilisini uyandırmamak, O’nu rahatsız etmemek için sabırla direndi. Ancak acının gözlerinde biriktirdiği damlalardan bir tanesi uyuyan güzelin gül yüzüne düşmüş ve O’nu uyandırmıştı. Sevgililer sevgilisi niçin haber vermediğini sorduğunda dostundan aldığı cevap yine aynı olmuştu: “Anam-babam sana fedâ olsun ya Rasûlallah.” O öyle bir dost idi ki; Kutlu elçi için feda edemeyeceği bir şeyi yoktu. Bu yüzdendir ki; Allah ve Rasûlü uğrunda yapılan fedakârlıkların hiç birisi Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk (r.a.)’ın yaptığı fedakârlığa erişememiştir. 40.000 dirhemlik servetini müşriklerin işkencesi altında inim inim inleyen köleleri azad etmek için harcaması ile başlayan maddi fedakarlığı, canını dahi tereddütsüz feda edebilecek dereceye ulaşmıştır.

Yolculukların en çilelisi ve tehlikelisi olan hicrette tek başına varlığın nur tanesine yol arkadaşı olmuş ve muhafızlık yapmıştı. Bedir, Uhud ve diğer gazalarda Allah Rasûlü (s.a.v.)’ne gelebilecek ilk saldırılara bizzat O (r.a.) karşılık vermişti. Allah Rasûlü (s.a.v.), "Orduya yardım ediniz." buyurduğu vakit malının tamamını getirmiş ve Rasûlullah (s.a.v.)’ın, "Geride ailen için ne bıraktın?" sorusuna, "Allah'ı ve Rasûlü’nü" cevabını vermişti. Bu, O’nun feragat ve fedakarlıkta abideleştiğini gösteren en güzel cevaptı. Dünya adına geride nelerin bırakılabileceği gerçeğini de yine bu sözü ile anlatmış oluyordu. Hicret esnasında müşriklerin saklandıkları mağaraya yaklaşmaları sebebiyle kendisini unutarak Fahr-i Kâinât (s.a.v.) için duyduğu endişe had safhaya ulaşmış, Kutlu Elçi O (r.a.)’na, “Korkma! Allah (c.c.) bizimle beraberdir.” demişti. Bu söz ruhunu serinletmiş, gönlünü ferahlatmıştı. Hz. Ebu Bekir (r.a.)’in şu sözü O’nun insanlığa adadığı ruhunun en içten haykırışıdır: "Allah'ım! Âhirette vücûdumu o kadar büyüt ki, cehennemi ben doldurayım da başkasına yer kalmasın; bütün kulların hesabına ben yanayım," Allah (c.c.)’ın ve Rasûlullâh (s.a.v.)’ın ahlâkı ile ahlâklananların ortak dilidir bu. Bu dili herkes kullanamaz. Allah Rasûlü'nün yanından hiç ayrılmayan, O'na gönülden bağlı ve canını her zaman O'na fedaya hazır olan Ebû Bekir (r.a.) gibi bir gönül eri kullanabilir ancak. O Hz. Ebû Bekir (r.a.) ki; Allah Rasûlü'nün sağlığında da halkın hizmetine koşan, genç-ihtiyar herkese yardım etmeye alışmış bir fazilet abidesiydi. Bir gün Peygamberimiz (s.a.) Ashab-ı Kirâmı etrafında toplanmış sohbet ederken birkaç soru sormuştu onlara: "Bugün içinizde oruçlu olan var mı?" Bir tek Hz. Ebû Bekir'den "Evet" cevabı gelmişti. Allah elçisi devam etti: "Bugün hiç cenaze teşyiine iştirak edeniniz oldu mu? Bugün bir yoksulu doyuranınız var mı? Bugün bir hasta ziyaretinde bulunanınız oldu mu?” Bu sorulara da sadece Hz. Sıddîk (r.a.)’tan evet cevabı gelince Efendimiz (s.a.) şöyle buyurdu:

"Bütün bu faziletleri kendisinde toplayan kimsenin gideceği yer cennettir."

Bu güzel hadisede Hz. Ebû Bekir'in hem kulluk, hem de kullara hizmet bakımından en yüksek faziletleri şahsında topladığı görülmektedir. Bu fazîletli davranışlar, O’nun bütün insanlığa en güzel örnek (üsve-i hasene) olan Allah Rasûlü (s.a.v.)'nden öğrendiklerini hayatına ne denli keyfiyetli olarak taşıdığının ve ümmet-i Muhammed’e bizzat nefsinde yaşayarak örnekler halinde sunduğunun delilleridir.

Hz. Ebû Bekir (r.a.) bütün ibadetlerinde huşu ve takva üzere idi. Namaz kılmak için Allah’ın huzuruna durduğu vakit vücudu haşyetullah ile tir tir titrer, fakat kalbindeki huzur hali sebebiyle huşûunu muhafaza ederdi. Gözü yaşlı, bağrı yanık, âşk dolu bir kâmil insandı. Yanık ve lâtif sesiyle Kur'an okurken kendisini tutamaz, göz yaşlarına boğulur, dinleyenler de gözyaşlarını tutamaz birlikte ağlarlardı. O'nun coşkulu ibadeti, yanık ve ağlamaklı bir sesle Kur'an okuyuşu çok sayıda Mekkelinin dikkatini çekerek Müslüman olmasını sağlamıştı. Bu yüzden müşrikler O'nu açıktan namaz kılmaktan ve Kur'an okumaktan menetmeye çalışmışlardı. Allah aşkı ile ciğeri püryan olduğundan yanında duranlar onun ağzından yanık ciğer kokusuna benzer bir koku duyduklarını söylerlerdi. Daima yüreği yanık bir şekilde ah vah ettiği için kendisine "Evvah" derlerdi. Sahip olduğu manevi değerleri nasıl elde ettiğini şu veciz ifadelerle anlatırdı: "Biz, keremi takvada; zenginliği, yakîn elde etmede; şerefi engin gönüllülükte bulduk." Takvada, şefkatde çok ileri, yufka yüreklilikte ve yumuşak başlılıkta hep zirvedeydi. Peygamber sevgisiyle dolu gönlü sebebiyle yüzü güleç ve sevimli idi. Bu sevimlilik sadece sîretiyle sınırlı değil bütün bedenine sirâyet etmişti. Kendisi orta boylu, hafif sarıya meyyal beyaz tenli, gür saçlı, seyrek sakallıydı. Sakalına kına yakardı.

Açık alınlı, çukurca gözlü, keskin bakışlı idi. Yüzü ve bedeni zayıf olmakla birlikte omuzları genişçeydi. İnce kemikli, narîn vücutlu idi. Buna rağmen kuvvetli ve şecaatliydi. Gençliğinde vücûdu dümdüzdü. Yaşlandığında hafifçe öne doğru eğilmişti. İlahî aşk ve haşyetle dopdolu olduğundan bakışları hüzünlü ve görüntüsü mahzundu. Tâcir olarak geniş bir kültüre sahip olan Hz. Ebû Bekir, dürüstlüğü ve takvâsı ile de Ashâb içinde ilk sırada yer almaktadır. Karakteri; yumuşak huyluluk, çok düşünüp çok az konuşmak, tevâzu ile belirginleşiyordu. Câhiliye döneminde müşrikler ona güvenir, diyet ve borç-alma işlerinde onu hakem tanırlardı. Cömertlikte ondan üstünü de yoktu. Bütün malını-mülkünü İslâm için harcamış, vefât ederken vasiyetinde, halifeliği müddetince aldığı maaşların, topraklarının satılarak iâde edilmesini istemiş ve geride bir deve, bir köleden başka bir şey bırakmamıştır. O (r.a.) hep; azaptan azad edilmiş mânâsına "atik"; dürüst, sâdık, emin ve iffetli olduğundan ve Rasûlullah'ın en sadık dostu olarak Mirâc olayında sergilediği sonsuz bağlılık örneği sebebiyle "es-Sıddîk" lâkabını kazanmıştır. Allah Rasûlü için her zaman; "O ne söylüyorsa doğrudur." demiştir. Hz. Ebû Bekir bu üstün vasıfları ve liyakati ile Sevr Mağarası’nda Sevgililer Sevgilisi’nden aldığı manevi emaneti hakkıyla taşımış bir insân-ı kâmildir. Tasavvufî telakkîye göre Hz. Peygamber (s.a.v) kendisine Sevr Mağarası’nda gizli zikri telkîn ve ta'lîm buyurmuştur. "Üzülme, Allah bizimle beraberdir." buyuran Rasûlullah'ın haberi lâfızda ve mânâda Hz. Ebû Bekir'de zâhir olmuştur. Çünkü Allah ile beraberlik (maiyet); O (c.c.)'nu unutmamak ve hiçbir an hatırdan çıkarmamaktır. Kalpte mevcut olan alaka sayesinde Allah ile bağını sürdürebilme coşkusunu sürekli yaşayabilmektir. Bu özellik Hz. Ebû Bekir (r.a.)'de ziyadesiyle ve kâmil manada mevcut idi. Varlığın sebeb-i hilkati olan Rasûlullah (s.a.v.)'ın Muhammedî dergâhında yetişen, O'nun hidayet ve ma'rifet yağmurundan kana kana içen ve "bu yağmuru tutarak başkalarına da içiren" yıldız şahsiyetlerden birisi ve birincisi Hz. Ebû Bekir (r.a.)'dir. O, Allah Rasûlü'ne inanan ilk Müslüman ve O'nun ilk halifesi…

Malının tamamını Allah yolunda tasadduk eden ve Allah Rasûlü’ne gelen zararı karşılayan ilk insan. Allah elçisinin: "Güneş, peygamberler hariç, Ebû Bekir'den daha faziletli bir insan üzerine doğup batmamıştır." diye övdüğü ve en çok sevdiği.. İkinin İkincisi. (Radıyallahu Anh) Hutbe ve öğütlerinden bazıları şöyledir: "Rasûlullah vahy ile korunuyordu. Benim ise beni yalnız bırakmayan bir şeytanım vardır... Hayır işlerinde acele edin, çünkü arkanızdan acele gelen eceliniz var...

Allah için söylenmeyen bir sözde hayır yoktur... Herhangi bir yericinin yermesinden korktuğu için hakkı söylemekten çekinen kimsede hayır yoktur... Amelin sırrı sabırdır... Hiç kimseye imandan sonra sağlıktan daha üstün bir nimet verilmemiştir...

Hesaba çekilmeden kendinizi hesaba çekiniz…

(Mustafa Demirci)