Muhterem Hatice Hanım

[color=blue][size=18px]“Muhterem Hatice Hanım; 12.C.1328*

Sana geçeceğimizi yazdığım gün, Samsun’dan hareket eden gemimiz sabaha yakın bir zamanda İstanbul Boğazı’ndan Marmara’ya girerken, senden bir iz, bir gölge, bir hatıra görebilmek ümidiyle gözlerim hep Serecebey’deydi; koyu kurşunîlikte canım İstanbul eriyinceye kadar dürbünümün merceği Beşiktaş’ta, Balmumcu’da dolaşıp durdu. Uzaklaşırken sanki her an kalbimin bir teli kopuyor, sana hasretimin ateşi artıyordu. Bu duruma ne kadar, nasıl dayanırım diye düşünürken, bir an bu hasretten mahrum oluşumu hayal edince, beni hayata bağlayan hiçbir şey kalmamış gibi irkildim. Hasretinde seni eksiksiz bulmam mümkün değil; aslında hayaller gerçekleri aşar; fakat öyle gerçekler vardır ki, hayaller onların yanlarına yaklaşamaz; benim güzel perim, işte sen bu ikinci cinstensin; ama bütün eksikliğine rağmen hasretinde varlığını duymam benim hayat kaynağımdır; beni diri tutan iksir.

Uzun bir yolculuktan sonra sağ salim San’a’ya geldik. Yemen ve San’a’yı görünce şaşırdım; tamamen çöl zannettiğimiz Yemen’in büyük bir bölümü ormanlarla kaplı; denizden iki bin üç yüz elli metre yükseklikte bulunan San’a Yemen’in diğer şehirlerine oranla büyük, kendine ait ruhu, yani özellikleri olan bir şehir. İnsan nereye baksa hayatın canlılığını, neşesini aksettiren yeşillik, güzellik görüyor; meyveye durmuş nar, kayısı ağaçları, karanfil, gül bahçeleri, duvarların üstüne sarkan incir dalları...

Kışlamıza yirmi dakika mesafedeki Birulâzep semtinde İstanbul’a dönen bir subayın boşalttığı evi tuttum. Birulâzep San’a’yı kuşatan surun içinde olmakla beraber, şehrin merkezi ile bu bölgeyi ayıran bir sur daha var. Asıl tarihî olan da budur. Birulâzep’ten şehrin merkezine gidilmek istenirse, bulunduğu semte adını veren Babussabah’tan girilir. Babussabah’ta vali, vali yardımcıları, ileri gelen bürokratlar, yüksek rütbeli subaylar, değişik sebeblerden dolayı Yemen’e yerleşen Türk aileleri otururlar. Küçük memurlar, genç subaylar, kiralar ucuz olduğu için, biraz daha uzaktaki Birulâzep’i tercih ederler. Ağaçsız, zemini toprak olan Şerare Meydanı** San’a’nın, hatta bütün Yemen’in kalbidir; merasimler orada yapılır; ülke onun çevresindeki binalardan yönetilir.

Ağaçlarla donanmış büyücek bir bahçesinin içinde taştan yapılmış üç katlı bir binanın iki odadan oluşan üçüncü katına, temin ettiğim mütevazi eşyalarla yerleştim, diğer iki katında ev sahibi oturuyor. Hanımların ilgi duyduklarını düşünerek izninle evler hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. – Hatice’yi aldatmamalı, gerçeği çıplaklığıyla yazmalıydı; ama burada yaşanabileceğini de zihnine yerleştirmeliydi- Evin cümle kapısından girildi mi karşılaşılan dik, karanlık merdivenle iki odalı katlara çıkılıyor. Bizim anladığımız şekilde mutfakları yok. Ev sahibimizin hanımı merdiven başını mutfak haline getirmiş. Her hanım yemek pişirmek için evinin bir köşesini seçmiş. Hava cereyanlarından yararlanmak için ev yapılırken duvarlarda delikler bırakılmış, bunların önüne dolu testiler konularak soğutuluyor. Kalın duvarları, genellikle tahta kapakları örtülü duran, mazgalları hatırlatan avuç içi kadar pencereleriyle her ev küçük bir kaleyi andırıyor. Ağaca, çiçeğe, yeşilliğe, tabiatla içi ,içe yaşamaya düşkün olan bu insanların taş yığını halinde, kalın duvarlı ev yapmalarını bizlerin anlaması mümkün değil. Fakat ne hikmetse, burada yerleşmek niyetinde olan Türkler de ev yaptırırken Arapları örnek almışlar.

Arap ve Türk evlerinin birbirlerine benzemelerine rağmen, Yahudilerinki farklı; semti de ayrı. Şerare meydanı San’a’nın merkezi kabul edilirse, uzakdaki semti Birulâzep’in dış kısmından itibaren Yahudiler yerleşmişler.. Her Yahudi evinin ortasında genişçe bir sofa bulunuyor. Bu sofanın tavanında evin büyüklüğüne göre, bir veya iki metre genişliğinde Peygamber yolu denen bir boşluk istisnasız bırakılmış. Gökten geleceğine inandıkları Peygamberin evlerine girmesi için böyle bir açıklığı gerekli görüyorlarmış.

İçinde bulunduğumuz yaz aylarında, bilhassa hafif tatlı rüzgârın estiği akşam üstleri şerare Meydanı’nda umulmadık bir canlılık oluyor. Ayaklarında eski Romalılar’da olduğu gibi ipi baş parmaklarının arasından geçirilmiş, arka tarafı ayak bileklerine bağlanmış, bir meşinden ibaret ayakkabılı, entarili, sarıklı, sakallı insanlar kahvelerin önlerinde nargilelerini içerlerken yüksek sesle sohbet ediyorlar. Bu insanlardaki rahatlık, tevekkül ilgimi çekiyor, ister istemez onlara derin saygı duyuyorum. Hayatlarına biraz yakından bakabilen, onlar için bu dünyanın bir yolculukta mecburen uğranılan bir mekân olduğuna, onları asıl hayatın başka bir yerde beklediğine mutlak inandıklarını fark eder. El ayak çekilince Şerare Meydanı sanki gerçek anlamına kavuşuyor. Şehirde aydınlatma olmadığından, ay görününce Şerare Meydanı’nı, buradan şehre dağılan toprak yolları yumuşak, romantik bir ışığa boğuyor. Böyle gecelerde insanın hayalı sınır tanımıyor; Meydan’da dikilip, şehrin batısına bakan sanki gümüş renkli bir sağanakla karşılaşıyor.

Subay arkadaşlarımızın pek çoğunun eşi burada; bu hanımların belki de tamamı doğma büyüme İstanbullu. Sivil olsun, asker olsun, az önce belirttiğim üzere, Türklerin hemen hemen hepsi birbirine yakın iki semtte oturuyorlar. İstanbul’un bir parçası haline dönüştürdükleri San’a’nın bir bölümünde koloni oluşturmuşlar, kendi dünyalarında yaşıyorlar. Hatta duyduğuma göre, tayin zamanı geldiği halde, pek çoğu gönüllü olarak Yemen’de kalıyormuş. Bana öyle geliyor ki burada yaşamak zor değil; yalnız gelip gitmenin, bilhassa bir hanım için rahat olduğunu söyleyemem.

Buradaki subaylara iki yıllık izni birleştirerek veriyorlar; uzak bölge olduğundan, gidip gelinebilsin diye yıllık izin bir buçuk ay olarak belirlenmiş; iki yılda bir verildiğinden de üç ay ediyor. Fakat bunun anlamı iki yıl sonra izne geleceği demek değildir. Ertesi yılın iznini kullanabilir, bir yıl sonra da gelebilirim. En azından şimdilik önümüzü biraz daha görmemizin iyi olacağı düşüncesindeyim.

Buradan ve kendimden söz edeyim derken hal ve hatırınızı soramadım. Nasılsınız, iyi misiniz? En içten temennim, sağlıklı olmanız hiçbir sıkıntınızın bulunmamasıdır. Gönlünüzden geçen bütün iyilikleri, mutlulukları Mevlâm’ın size nasip etmesi en büyük dileğimdir. İstanbul’da, Beşiktaş’ta, bilhassa Serencebey’de ümit ederimki can sıkıcı hiçbir şey vuku bulmamıştır;inşallah bulmaz da.

Annemin ellerinden öper, dualarını beklerim. Etraflıca haber almak ümidiyle seni de Allah’a emanet eder, sevgi ve saygılarımı sunarım.

Mülazım Celâleddin
7.Kolordu, I. Tümen, 39. Alay, I. Tabur, II. Bölük.
San’a- Yemen”

*20/6/1910
** Şimdilerde adı Tahrir’dir. “Hürriyet” anlamına gelen bu kelime İmamlıktan cumhuriyete geçişin hatırasını taşımaktadır.

Yemen ah yemen!.. Mehmet Niyazi Ötüken neşriyat s.68-69-70-71
__________________


[/size][/color]